- 517 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ETOBURLAR
Ben o zamanlar küçüktüm. Babamın sevgili kuzucuğu idim.
Öyle gecenin bir vaktinde değil, gündüz gözüyle alıp götürdüler babamı!
Güçlükle anımsadığım yüzünü, o günden sonra bir daha hiç görmedim. Bir masal kahramanıymış gibi anlattılar babamı. Gözleri bağlı, o korkunç sona giderken konuşmamış, direnmiş.
Anneme kalsaydı, beni uyduruk hikayelerle avutmaya devam edecekti. Çok sonra, başkalarından duydum babamın başına gelenleri. O güne kadar hep bir gün çıkıp geleceğini düşünürdüm. Yokluğuna bir türlü alışamıyordum. Onunla birlikteyken oynadığımız oyunlar, yaptığım yaramazlıklar her gece düşlerimi süslerdi. Annem beni kollarıyla bağrına bastırıp sevdiğinde babamın kokusunu hissederdim.
Ben o zamanlar küçüktüm. Babamın sevgili kuzucuğu idim.
Öyle gecenin bir vaktinde değil, gündüz gözüyle alıp götürdüler babamı!
O gün, annemin tüm uyarılarına karşın, yine bildiğimizi okuyor, ortalığın dağılmasına aldırmadan babamla güreşiyor, koşturuyor, arada biribirimizi koklayıp sevişiyorduk. Babam da benimgibi çocuklaşmış, ortalıkta ne bulursak birbirimize fırlatıyorduk. Babam hiç bir oyun isteğimi geri çevirmiyordu. Her zaman böyleydi. Bir oyundan bıktıysam hemen bir başkasına geçiyordu. Arada bir beni yakalıyor, ensemi, çenemin altını koklayıp uzun derin nefeslerle içine çekiyordu.
Biz kendimizi böylesi oyunlara kaptırmışken, kapımız büyük bir gürültüyle aniden açıldı ve o zoraki itmenin etkisiyle duvara çarpıp korkunç bir ses çıkardı. Sadece benim körpe yüreğim değil, annem ve babam da çok korkmuşlardı.
Korkudan kaçıp babamın bacaklarınınarasına sığımışken, içeriye giren üç kişinin korkunç bakışları beni daha da ürkütmüş, korkudan altıma kaçırmıştım. Beni asıl tedirgin eden şey, yenilmez, güçlü, koruyucu diye bellediğim babamın da bu üç kişiden korktuğunu görmekti. Ne babamın ne de annemin ağızlarından bir tek kelime çıkmıyordu. Olanlara bir anlam veremiyordum. Kapımızı zorla açıp içeriye giren üç kişinin korkunç bakışları babamın üzerine odaklanmıştı. İlk kez, babamın korkudan titrediğine tanık oluyordum. Tedirginliğim arttı. Bacaklarına sıkıca sarılıp onu korumak istedim.
İri yarı olan adam kapımızın tam önünde bacaklarını ayırmış dimdik olarak hiç hareket etmeden duruyordu. Eliyle babamı işaret edip diğer ikisine bir şeyler söyledi. Hemen çullandılar babamın üzerine. Ne kadar sıkıca sarıldıysam da babama, bir çırpıda ayırıp duvara doğru fırlattılar beni. Zorla sürüklenerek götürülen babam, şöyle geriye dönüp bana, adeta son bir kez bakar gibi baktı ve annemle göz göze geldi. Anlatamayacağım, tarif edemeyeceğim hüzünlü bir bakıştı bu. Ezikliğin, çaresizliğin, teslim oluşun bakışlarıydı bunlar. Bu durumu babama yakıştıramıyordum. Kahrolmuştum. Annem da bir şey diyemedi. Hemen yanıma geldi sarılıp kokladı beni. Saklamaya çalıştığı göz yaşları yüzümü, boynumu ıslatıyordu. Kapının nünde duran adamın elinde kocaman bir bıçak görmüştüm. Bu görüntüyü kabullenmek istemediğim içinde anneme bundan söz etmedim.
Ben o zamanlar küçüktüm. Babamın sevgili kuzucuğu idim.
Öyle gecenin bir vaktinde değil, gündüz gözüyle alıp götürdüler babamı!
Gerçekten de o zamanlar çok küçük olmalıymışım ki, bir kaç gün sonra bu korkunç olayı annemin anlattığı yalana kanıp unutmuştum. İşin gerçeğini çok sonra öğendim. Oysa annem, beni, babamın bir süre sonra çıkıp geleceğine inandırmıştı. Bekliyordum. Gündüzleri hayalimde, geceleri düşleimde bekliyordum babamı. Annemin koynunda uyurken bile babamla oluyordum düşlerimde.
Bu olaydan bir kaç hafta sonra da annemden ayırdılar beni. Nedenini hala anlamış değilim ama, sanırım annem tek başına benim gereksinimlerimi karşılayamayacağı için, zengin bir aile alıp evlerine götürdü beni. Kocaman bir evleri bir o kadar kocaman da bahçeleri vardı. Gün boyu evin çocuklarıyla bu bahçede koşuşturup duruyorduk. Her şey bolcaydı. İstediğim her şeyi hemen önüme seriyorlardı. Çocuklar çok sevimlilerdi. Beni çok seviyor, bütün gün ilgileniyorlardı. Bu yakın ilgi annemden ayrılmış olmanın üzüntüsünü çabuk unutturdu bana.Artık çok mutluydum. Geceleri düşlerime giren babamın yerini başka şeyler almıştı.Her şey yolunda giderken, babamın nasıl bir sona gittiği gerçeğini duyduğum gün, dünyam alt üst olmuştu.
Çok sıcak bir gündü. Bunaltıcı bir sıcak vardı.Çocuklar içerdeyken ben bahçedeki havuza girmiş keyfimce serinliyordum. Bir süre sonra gidip mutfak penceresinin hemen altındaki gölgeli yere uzanıverdim. Pencere açık olduğu için çocukların babalarıyla yaptıkları konuşmaları duyabiliyordum. Benden ve babamdan söz ediyorlardı. Daha bir dikkatle dinlemek için ayağa kalkıp iyice bir kulak kabarttım. Babaları anlatıyordu. O günlerde yalnızca benim babamı değil ülkenin her tarafından bir çok babaları alıp götürmüşler. Bir çoğunun direnişine, kimilerinin yalvarışına aldırmadan, zorla işkence ederek öldürmüşler. Kimilerinin gözlerini kapatarak, kimilerini de gerek görmeden, inandıkları şeyler adına, inançları uğruna, gözlerini kırpmadan, kafalarını kesip gövdelerinden ayırmışlar. Daha da ileri gidip, vahşice derilerini yüzüp vücutlarını parçalamışlar. Kimi yerde kafalarını kesip orta yerde bırakırlarken kimi yerlerde de toplu katliamlar yapıp önceden açıp hazırladıkları kocaman çukurlara doldurup üzerlerini toprakla hatta betonla kapatmışlar.
Babam da çok direnmiş. Üç dört kişi kollarından ve ayaklarından tutarak ancak başa çıkmışlar. İşlerini rahatça görebilmeleri için babamın sadece ellerini ve ayaklarını bağlamakla kalmayıp gözlerini de bağlamışlar. Artık sonunun geldiğini anlayan babam, kimse onu dinlemese de avazının çıktığı kadar bağırarak onlara, yaptıklarının çok yanlış olduğunu, inançları uğruna giriştikleri bu eylemin aslında daha da çok günah olduğunu, bunun ilkellik olduğunu, herkesin yaşama hakkına saygı duyulması gerektiğini söylemişse de kimseler duymamış onu. Sonra da babam; dilerim bizden sonrakiler bu ilkelliğinizi yaşamazlar, diyerek gururlu ama yenilgiyi de kabullenerek uzatmış boynunu cellatın ellerine.
Ben o zamanlar küçüktüm. Babamın sevgili kuzucuğu idim.
Öyle gecenin bir vaktinde değil, gündüz gözüyle alıp götürdüler babamı!
Konuşulanları duyunca kahroldum. Babamı düşündüm. Hayalimdeki, düşlerimdeki kahraman babam böyle bir sonu hak etmiyordu. Anılarım canlanıverdi yeniden gözümde. Konuşılanları duyunca olduğum yerde çakılı kaldım. Mıhlanmıştım sanki oraya. Kımıldayamıyordum bile. Kolumu kaldıracak, ayağımı atacak kuvvetim kalmamıştı. Oraya yığılıp kaldım. Ağladım, ağladım, ağladım...
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Kendime geldiğimde içerdeki konuşmalar hala devam ediyordu. Dinleyince bir daha yıkıldım. Meğerse bu zengin aile araya aracılar koyarak çok para vererek beni çocuklarına eğlence olayım diye satın almışlar.Onları dinlediğimi görmesinler diye, güç de olsa ayağa kalktım ve oradan uzaklaştım. O kadar yıkılmıştım ki, babamı götürürlerken bir çok şeyin henüz ayrımında olmadığım için bu kadar üzülmemiştim belki de... Şimdi artık hiç bir şeyin önemi yoktu. Ne bu kocaman evin, ne bu bahçenin, ne havuzun, ne her şeyin bol oluşunun gözümde bir değeri yoktu artık. Yüksek bahçe duvarının gölgesinde kalıp duvara tutunarak yüürümeye çalıştım. Birden, sanki annemin sesini duyar gibi oldum. Dikkatle dinledim. Dışarıdan gelen ses anneminkine benziyordu. Birilerine, ne olur bırakın beni, diyerek yalvarıp duruyordu. Bahçe kapısına koştum. Demirlerin arasından kafamı uzatıp dışarıyı gözlemledim. Yanılmamıştım. Anem iki kişinin arasında, başı önde üzgün bir şekilde ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Ayakta duracak hali yoktu. Bitkindi. Bütün bu olanları, bu yaşadıklarımı küçücük yüreğim taşıyamıyordu artık. Her şey üst üste geliyordu. Annem, demirlerin arasından baktığımı sezmişti sanki. Duraksadı, havayı koklar gibi kafasını kaldırıp derin bir nefes aldı. Benden yana döndü ve birden annemle göz göze geldik.Annemin yüzünde yeniden babamı götürürlerken takındığı o hüzünlü halini gördüm. Babamı götürürlerken nasıl bakmıştıysa bana yine aynı şekşlde bakıyordu. Anneme, seni de mi anne? Diye sorarken sesim titriyordu. Hiç bir şey demeden, göz yaşlarını bırakarak o iki kişinin ardından yürüyüp gitti. Gözden kayboluncaya kadar arkalarından baktım. Bağırıp çağırmak yersizdi artık.
Ben o zamanlar küçüktüm. Babamın sevgili kuzucuğu idim.
Öyle gecenin bir vaktinde değil, gündüz gözüyle alıp götürdüler babamı!
Gündüz gözüyle götürdüler annemi.
Bütün bu yaşadıklarım, gördüklerim ve duyduklarımdan sonra o evde kalmanın anlamsızlığını düşünerek çıkıp gitmeye karar verdim. Bahçede kimsecikler yoktu. Kaçıp gittiğimi göremezlerdi. Tek sorun, bahçe kapısının kilitli olmasıydı. Yüksek duvarı aşabileceğimi gözüme kestirip, geri geri gidip hızla koştum be bir sıçrayışta duvarın sokak tarafına atladım. Gdecektim. Bilmediğim, tanımadığım bu sokaklara dalıp kırları, tepeleri, dağları buluncaya kadar gidecektim. Bu ilkellikten kurtulmak için belki de yeniden, sıfırdan başlamam gerekirdi. Evlerin, apartmanların, çatıların aralarından dağlar görünüyordu. O dağları o kırları hedef seçtim kendime. Ardıma bakmadan koştum, koştum, koştum...
Ben, insanlar damak zevklerini gidersinler diye, inançları, gelenekleri uğruna kurban olmak istemiyorum. Ben artık anne ve babası olmayan küçücük bir kuzuyum. İnsanlar Kurban Bayramı yerine, Kuzulara Saygı Bayramı kutlayıncaya değin dönmeyeceğim buralara.