- 746 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yazma eylemi ve yabancılaşma..
Yazma eylemi ve yabancılaşma..
Herhangi bir yazılı metindeki mesaj; okuyucu için verili akla denk düşer.
Yazarın yazdıklarıyla bir ussal belirleme gerçekleşir. Bu durumda yazar verici, okur alıcıdır.
Okuyucu aldıklarını doğrulayıp içselleştirebilmek için o verileni eleştiri süzgecinden geçirir ki, bu zaten onun dışında gelişen bir süreçtir..
Burada okurun önceden edinmiş olduğu bilinç, dolayımsız olarak işin içine girer.
Bu da aklın eyleme geçme anıdır..
Bu noktada yazının içeriğine ilişkin oluşan sorun ve bu soruna ilişkin çözüm okuyanın; yani yazılanı eleştirenin bilinciyle belirlenir.
Yazar; gündemine aldığı yazıda, metafizik-idealist bir bakış açısı sergiliyorsa; okuyan da metefizik-idealist bir bakış açısıyla alıyorsa verileni, buradan doğacak olan bilinç, metafizik-idealist düşünme biçiminin yeniden yapılandırılmasından başka bir şey olmayacaktır.
Bir anlamda bu durumdan yeni bir bilinç doğmayacak. Bilincin yerini bir kabul ediş alacaktır.
Yazar ele aldığı metinde kaba materyalist bir yaklaşım sergiliyorsa; sonuçta yaratılmak istenen bilinç, biraz daha derinleşmiş olacak ama sonuç yine yaklaşık aynı olacaktır.
Ama diyalektik işin içine girerse eğer, yazıdaki sorun ve bu sorunun çözümü görünür hale gelecek, ve orada oluşan diyalektik, sorunla birlikte çözüm aşamalarını da içerecektir.
İşte tam bu noktada ‘yabancılaşma’ dediğimiz kavram; çok önemli bir açılım gerçekleştirir. Yazma eylemini gerçekleştiren yazar, diyalektik bir algıyla yazmıyorsa eğer, orada bir yabancılaştırma öne çıkar. Bu hem yazarın kendine yabancılaşması, hem de yazdıklarını okuyanların kendilerine yabancılaşmasını beraberinde getirir. Tüm tarihsel süreç içerisinde metafizik-idealist düşünürlerin ve buna bağlı olarak da kaba materyalist düşünürlerin tarihsel misyonu, insanı kendine yabancılaştırmak noktasında biçimlenir.
Ve bu tarz düşünenlerin büyük bir çoğunluğu, bu görevlerini bilinçli olarak, kişisel çıkarlar çerçevesinde gerçekleştirirler.
Örneğin bu gün, feminizm adı altında örgütlenmeye çalışılan düşünce…Kirgegaard’ın ipe sapa gelmez safsatalarından doğmuş, Sartre’nin Ve Bouovar’ın o saçma düşünceleri, Marksizm’e eklemlemesiyle somutlanmış bir felsefi akımdır..
Kadını erkeğe karşı örgütlemek, onu insanlığından uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.
Buradaki koparma, insanlığa çok zarar verir. Çünkü erkekle kadın birbirinden ayrı iki varlık değil. ‘İnsanın’ bütünüdür..
İnsanların kendileri için seçtikleri mücadele alanları onların demokratik haklarıdır bence ama bu eleştirilemezler anlamına gelmez.
Emek; tüm insanlığın ortak emeğidir ve onun kadını erkeği olmaz.
Buradaki en önemli nokta; diyalektiği her yerde görebilmek.
Çünkü o her şeyin bizzat kendisi.
Bir birey olarak izim sorunumuz;
ne kadarını görebiliyor olduğumuzla ilişkili.
Bu düşüncenin ardında giden hep mutlu olur.
Çünkü bundan başka bir mutluluk yoktur.
Ve tek kalıcılık burada oluşur.
Diğerleri ise bunun paralelinde gelişir..
Sedat Akıncı..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.