İnsan Eti
Gittiğim misafirlikte önüme konan et yemeğinin bu derece lezzetli olacağını tahmin edememiştim. Görünüşü pek iç açıcı olmasa da lezzeti bir harika olan yemeğin adını sordum arkadaşıma. Küçük tavuk bedenleri olduğunu tahmin ettiğim gövdeler bıldırcına aitmiş ve ilk defa bir bıldırcın yediğim için hayat tecrübemin arttığını düşündüm. Aslında et içeren yemekler pek ilgimi çekmez. Hayır, diğer türlerin canlılarını yemenin çelişkisini hissettiğim için duygusal bir yaklaşımla et yemeklerine karşı olduğumu söylemeyeceğim. Bu konudaki şahsi kanaatlerim önemli değil. Ancak tüm insanlık olarak ortak bir saplantıyı paylaştığımız bir gerçek. Dünyadaki çeşitli kültürler et yemeklerinin mönüsünü artırmayı başarır. Hatta bırakın masum omurgalı hayvanları bazı toplumlar böcek yemenin doğallığını yaşamaktadır. Oysa söz konusu insan eti olduğunda herkes ufak bir miğde bulantısıyla yüzünü ekşitecektir. Yazının ilerleyen kısmında bazı tip insanların bu tür bir tepki yerine lezzet hissiyle ağzının suyunun akabileceğini göreceğiz. İnsan etinin çok lezzetli olduğunu pek çok yerde okudum ve duydum. Normalde kendi türümüzün bireylerini yemeyiz. Fakat farklı türlerin bireylerini kültürel mirasın önerdiği mönüye bakarak yemek bizde bir garipseme uyandırmaz. İnsanın peşin hükümle kabul ettiği doğadaki ayrıcalıklı konumu bana çok çelişkili gelir. Örneğin şu satırlar açıklayıcıdır;
(Beyefendi,
Gorilleri kurtarmak için para istediniz. Şüphesiz ki takdire layık bir hareket. Fakat yine aynı Afrika kıtasında acı çeken binlerce insan çocuğunun olduğu aklınıza gelmiş gibi gözükmüyor. Çocukcağızların her biriyle ilgilendikten sonra goriller hakkında endişelenmek için yeterince zaman olacaktır. Önceliklerimizi doğru saptayalım, lütfen! ……
Beyefendi,
Gorilleri kurtarmak için para istediniz. Şüphesiz ki takdire layık bir hareket. Fakat yine de Afrika kıtasında acı çeken binlerce karıncayiyenin olduğu aklınıza gelmiş gibi gözükmüyor. Karıncayiyenlerin hepsini kurtardıktan sonra goriller hakkında endişelenmek için yeterince zaman olacaktır. Önceliklerimizi doğru saptayalım lütfen!
Bu ikinci mektup şu soruyu kışkırtmakta başarısız olamazdı; karıncayiyenleri bu kadar özel kılan nedir? Oldukça güzel ve bu mektubu ciddiye almadan önce tatmin edici bir cevaba gerek duyduğumuz bir soru. Oysa ilk mektup( iddiam o ki) çoğu insan için eşdeğer soruyu kışkırtmayacaktır. ‘insanları bu kadar özel kılan şey nedir?’ dediğim gibi, bu sorunun, karıncayiyen sorusundan farklı olarak muhtemelen çok kuvvetli bir cevabı olduğunu reddetmiyorum. Eleştirdiğim tek şey, insanlar söz konusu olduğunda böyle bir sorunun sorulabileceğinin bile fark edilmesindeki düşüncesiz başarısızlıktır.
Burada gizli insan ırkının üstünlüğü varsayımı çok basittir. İnsanlar insandır ama goriller hayvandır…. Richard Dawkins. A devil’s caplain)
Tekrar ediyorum ki amacım et yeme alışkanlığının çok ilkel bir davranış olduğunu gözler önüne sermeye çalışmak değil. Evet, etçil varlıklar olabiliriz. Doğada etle beslenen çok sayıda hayvan var. Gerçekten de doğa etçille otçulun mücadelesine geniş bir sahne ayırmış. Yine de diğer canlılardan daha akıllı olduğumuzu varsaydığımda etçil olmanın biraz garipsenmesi gerektiğini de düşünmüyor değilim. İnsanın pişmiş bir bıldırcın gövdesiyle olan akrabalık uzaklığı bıldırcını yememizi doğallaştıracak kadar geçmişe dayanıyor olsa bile böyle bir mantık hatalıdır. Belki de şöyle bir soru sorulmalı; insanın yemeyi planladığı et çeşitleri seçimindeki kıstasları nelerdir? Müslümanların domuz yemeyi haram saydıklarını aklıma getirince ilk başta dinin etçilliğe olan etkisini gösterebilirim. Deve, belki at, sığır, küçükbaş hayvanların pek çoğu Müslümanlık dini referans alındığında yenebilecek et türüdür. Farklı dinlerin konuya getirdiği alternatif et çeşitliliği hakkında pek bir bilgim yok ve açıkçası merak da etmiyorum. Dinin dışında et çeşitlerini seçmekteki kaynaklarımız başka ne olabilir? Belki farklı koşullar et seçkinliğimiz konusunda gösterdiğimiz muhafazakârlığı yıkabilir. Örneğin internetten edindiğim şu haber bize bir fikir sunabilir.
(Rusya’da 3 evsiz yamyam, öldürdükleri 25 yaşındaki genci yedikleri, gençten artan etlerin bir kısmını da kebapçıya sattıkları ortaya çıktı.
Rusya Başsavcılığının soruşturma komitesinden yapılan açıklamada, zanlıların kurbanı, Perm’deki bir ormanda bıçak ve çekiçle vurarak vahşice öldürdüklerini anlattıkları belirtildi.
Açıklamada, zanlıların cinayeti işledikten sonra cesedi parçalara ayırdıklarını, bir kısmını yediklerini ve kalanları da bir kebapçıya sattıklarını söyledikleri kaydedildi. Yenibursa haber)
Bu haberde bir çılgınlık seziliyor. Komşusunu öldürdükten sonra buzlukta sakladığı parçalarını yemeklerinde öğün öğün kullanan çılgınların haberleri seyrek de olsa kulağımıza gelir. Görüldüğü gibi akıl işlevinde ufak bir aksaklık insanı insan yemeye itebilir. Ancak durun, yamyam diye nitelediğimiz kimi insanlar da kendi türünü yemez mi? Yamyam sıfatı herhalde gerçeğe dayanmayan efsanelerden türetilmiş değil. Genelde çok ilkel ve büyük çoğunluğun geçmişte yaşadığını düşündüğüm yerlilerin ( yerli kelimesi ilkellik sözcüğüne uymasa da) kendi türünü yemekle gösterdikleri ilkelliğe uymayan akıl dolu doğa yaşayışları söz konusu olduğunda ilk başta bu seçimlerinde çok geri bir medeniyet oldukları için değil de kabullenişin etkisiyle kendi türlerini yedikleri düşünülebilir. Ön kabullenişler, el yordamıyla yaşayış medeniyete monte olan kültürün, örf ya da adetlerin etkisiyle olabilir. Buna en iyi örnek Çinlilerin yediklerini düşündüğümüzde ( bunların içinde bebeksi insan vücutları da var) midemizi bulandıracak hayvan türlerinin listesinin bulunduğu bir mönüyü buraya yazabilirdim ancak bunu yaparsam makalemin gerisini okuyacağınızdan emin değilim. Özetlersek, kültürün etkisiyle değişik medeniyetler etçilliğe farklı gözle bakabilirler ancak buna rağmen insanın kendi türünü yeme vakası pek yaygın değildir. Stephan King’in ‘Sis’ eserinde yakalamayı başardığı ender etkileyici anlatımın eşliğinde okuyabileceğimiz bir öyküsü kötü bir kaza sonucu küçük bir adada mahsur kalan kahramanın acıklı durumunu anlatır. Yanlış hatırlamıyorsam, düştüğü uçağından kırık bir ayakla küçük bir adaya sığınır kahraman ve orada yapabildiği tek şey bir günlük tutmaktır. Arada bir sakat ayağının elverdiği ölçüde martıları avlayıp çiğ çiğ yemeye çalışır ancak bunu devamlı başaramadığı için açlıktan ölüm eşiğine gelir. Sonuçta ölmemek için artık belki de hissetmediği ayağını feda ederek onu koparır ve yer. Öyküde kahramanın günlüklerinden okuduğumuz bu acıklı duruma yazar bizi önceden hazırlamasına rağmen inanmayız. Fakat aşağıdaki haber bu öykünün az farkla benzeridir.
( HAİTİ - Porto Riko’ya gitmeye çalışan 27 Dominikli mülteci, botlarının kaptanı ölünce denizde yaşam savaşı verdi. İki hafta kadar denizde kalan mülteciler bir bir ölmeye başladılar. Geride kalanlarsa kurtarılmadan bir gün önce, aralarından ölen bir mültecinin etini yiyerek hayatta kaldılar…. Maria Marizan, Caicos’ta bir hastanede tedavi altındayken AP muhabiriyle yaptığı telefon görüşmesinde, “Ölünün bacağından ve göğsünden küçük parçalar kesip bu parçaları hap gibi yuttuk. Bunu yapmak hiç de kolay olmadı ancak mecburduk. Aç ve susuz geçen 15 günü düşünün. Ben balıkçıyım, bu yüzden herkes benden bir şeyler yapmamı bekliyordu” dedi…Radikal.) mecburiyet ya da açlık bizi kendi vücudumuzdan bir parça yemeğe iter mi bilmiyorum ancak dayanılmaz bir açlık sürecinin sonunda zaten gözden çıkartılmış şekilde ölü olan kendi türümüzü yediğimizi yazan haberlerden aslında çok var.
Tüm bunları boş verin ve biz başa dönelim. Bir bıldırcın bedenini düşünelim. Ne tür baş edilmez bir açlık bizi bıldırcın yemeğe itebilir? İşin içinde sadece damak zevki varsa kabul etmeliyiz ki biz farklı türleri yemekten keyif alıyoruz. Bu durum doğada gözlediğimiz evrimsel süreçteki canlıların hak ettiği konumu bize de bağışlar. Ancak her şeyi yemiyoruz. Bunun kültürle bir alakası olduğunu gördük. Aynı zorlandığımız anlarda kendi türümüze yönelebileceğimizi gördüğümüz gibi.
YORUMLAR
İnsan denilen elemanlar kendi kendilerinin fazlaca farkına vardıklarından, temeline yerleştirdikleri dinin (en ilkelinden en gelişmişine) büyülü atmosferiyle sosyal yaşamı birbirlerine zehir etmemenin kurallarını oluşturmaya başlamışlar. Bu temelle yarattıkları, adı çok sonraları konulsa da, faydalı olacağı hep hissedilmiş, bana göre en önemli kültürel kavram olan empati, hem tüm tabuların hem de daha nezih olduğunu düşündüğümüz tüm üstyapı kurumlarının Allahı olmuş. Sonra din yetmeyince yanına hukuğun onlarca çeşidini koyup yine empati kucağında yoluna devam etmiş.
Sonra günümüzün verileri ışığında bir de bakmış ki ha salyangoz ha insan ha timsah yemiş her şekilde aynı protein, amino asit, yağ, şeker türlerini alıyor. Alanına girdiği üstyapı düzenlemelerinin izin verdiği ölçüde neyi midesi kaldırıyorsa onu yiyebilir insan ki başkaca da yaptığı bir şey yok.
Ama gel gör ki, günümüzün modern insanı kanibalizmin de bir tabu olduğunu bildiğinden, Maslow'un hiyerarşilerinin sıfır noktasında kaldığında, Allah esirgeye babasını bile yer.