- 2732 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İhtiyaç Anında Kalbi Kırınız
Birçok kez “Seni Seviyorum” dedim sana. İçini hiç boşaltmadan, her tekrarımda daha da bir doldu sanki. Daha bir sığmadın içime.
Kötü bir anımda ihtiyaç duydum “Seni Seviyorum” un altında yatan anlamlara. “İhtiyaç Anında Camı Kırınız” uyarısı gibi. Kenarından yırttım “Seni Seviyorum” u. Ve gördüklerimde;
“Aslına bakarsan haklısın. Göstermemeliydim seni kimselere, içimde doğdun, içimde büyüyüp, içimde ölmeliydin belki de. Kışın İstanbul’un pusunda, pusuya yattığım sokaklarda, perilerle buluştuğumu nasıl saklayabiliyorsam, seni de öyle muhafaza etmeliydim. Bir ihtiyarın flört hatıraları gibi ceviz bir sandıkta ya da gençlik fotoğrafı saklar gibi kutsal bir kitabın arasında. Aslına bakarsan haklı olduğun daha birçok konu var. İtiraf etmekten çekindiğim, gerçeklerinden hayal dünyama kaçtığım konular. Mesela sen haklıydın seni ansızın sevmem konusunda. Kimdim ben? Ne istiyordum senden? Neden böyle ilâhi bir tutkuyla bağlanmıştım sana. Bunun cevaplarını ben bile veremiyordum birçok gecelerde. Sana açıklama yapabilmem imkânsızdı o yüzden. Sana göre sen haklı, bana göre ben. Sanırım ben ileri gittim ve kendi bacağımı bırakıp diğer koyuna destek olmaya çalıştım. Benim haklı olduğum taraflarda yok değil hani. Yaşama istenci mesela. Bu istenci doğuran gücü senden alıyorum ve ben seni bu gücü üretebilmeme ortak kılıyorum, bu gücün yarısını senden alıyorum. Yarısını da kalbimden yani yine sana endeksli gibi. Çizgi filmlerde olur genelde bu tür şeyler ya da fantastik yapıtlarda. Kahramanlar birleşirler. Birleşirler ve canavarı yok ederler. İşte bizde hayatın zorluklarını böyle yok edebiliriz diye düşünüyordum hep. Çizgi filmlerden dem vurduğuma bakma sen, oldum olası sıyrılamadım çocukluktan. Çocuksuluktan. Belki gözünü korkutan da bu çocuksuluktur. Sana ekstra bir uğraş, bir çocukla uğraşmak zor olsa gerek. Hele ki büyük bir çocukla.
Çocukluğu seviyorum. Çocukluk yapmayı, çocuksu davranmayı, çocuksu düşünceleri ve çocuksu hisleri. Çocuklar masum olur hep. Hiç art niyet bilmezler. Kötülükleri bile masumiyet kokar, tertemiz. Kimseyi kırmaz çocuklar örneğin. Bazen ciyaklamaları kulak tırmalar ama bu masumluklarından bir şey kaybettirmez. Çocukluğu sevmemin bir nedeni ise çocukluğumdan zorla kaçırılmamdır belki. Kaçırıldım, hep kaçaktım. Bedeller ödedim bir takım, bedeller ödenmesi gerekirken. Ne kadar parçalansam da parçalarım hep kendiliğinden birleşti yine. Sanırım bu bana bahşedilen ilâhi bir savunma sistemi. Belki bende böyle bir yaratığım.
Tanrının birçok yaratığı var. İnsanlar, melekler, iblisler, şunlar bunlar. Hepsinin bir amacı var ama hepsi bir amaçları yokmuş gibi davranıyorlar. Var oluşuna uygun davranan yegâne varlıklar yıldızlar bence. Onlar gökyüzünün muhteşem aksesuarları. Tanrının inciden kolyesi gibiler. Derinden bakınca hepsi iyi birer dost. Sen sevdiğim dostum Josephine’de yıldızlarda doğmuş. Öyle söylemişti. Yıldızları çok severim. Ama o kadar gevezelik ediyorum ki bazen benden kaçıyorlar, bulutların ardına gizleniyorlar. Bulutları da severim, en az seni sevdiğim kadar. En az o kadar masum. Ve bir çıkarım olmadan. Bazen gri olurlar, efkârlı, onların geçiş törenini izlerken muhakkak sigara içerim. Ne zaman içime derin bir nefes çeksem o grilikten sıyrılır yüzüme doğru parlarsın, sanki sigara içmeme kızıyor gibi. Bazen de bembeyaz olurlar. Mavinin üzerine beyaz çok yakışıyor gökyüzüne. Bir de sana yakıştırıyorum o kıyafetleri. O mavilikten, o beyazlıktan bir sürü anlamlar çıkartıyorum. Belki biraz zorlasam gökbilimci bile olabilirim. Beyazları sana yakıştırıyorum, bana da. İçimdeki senin rengi gibiler, sana dair düşlediklerimden çalınmış gibi ve yaşayabileceklerimizin sureti gibi. Ancak bazen bulutlara kızarım, en sana ihtiyacım olduğu zamanlarda önüme çıkıyorlar. —Yıldızlara siluetini çizdiğimi söylemiştim- ben yine anlatıyorum anlatacaklarımı ama arada birkaç kelimeyi kaçırdığını hissediyorum. Belki yanılıyorumdur ama öyle işte.
Aramızda çok güçlü bir bağ olduğunu hissediyorum çok zamanlar. Ne zaman gökyüzüne baksam, ne zaman takımyıldızlarından adını yazıp, onlardan fal tutsam kendimden çok emin bir şekilde seninde onlara bakıp beni düşündüğünü düşlüyorum. Ya delirmeye başladım ya da gerçekten hissediyorum. Vesselam bu bana inanılmaz bir keyif veriyor. Bir keresinde bütün cesaretimi toplayıp –aslında alkollüydüm biraz- seni dudağından öpmüştüm. Küçücük, küçücükler kadar masumdu. Önce senden utandım, ardından yanaklarımdaki allıktan. Erkek biraz cesur olmalı sanki. Bende cesur olabilirim. Oldukça cesur hem de. Kaplanlar gibi üstüne atılabilirim seni üzebilecek şeylerin. Boyumdan büyük işlere bile kafa tutabilirim. Yeter ki gülümse.
Bunlar bir eksiklik midir, bir sığınma ihtiyacı mı ya da bir ait olma hissi mi bilemiyorum ama değerli biriyle değerli zamanlar geçirmek kulağa çok cazip geliyor. Ben bütün vaktimi seninle geçirmek istemezdim hiç. Özel biriyle ancak özel vakitler geçirmek gerekli ya da geçirilen vakitleri seninle özel kılmak. – bu da yüreğe cazip geliyor- her şey ne kadar hoş geliyor dile getirirken bile. Onun için aidiyet ya da sığınma hissiyatı vesaire vesaire. Hiç biri umurumda değil, bana sen gerekli. Belki de hayatımın geri kalanı, seninle özel kılabileceğim. Bazen uzun vadeli hayallere bile daldığım oluyor. Seninle yaşlanabilecek kadar uzun. Bu uzunluk sadece teorik. Acaba diyorum kaç yüzyıl yeter ki seninle sohbete doyabilmeye. Uzun uzun konuşmaya, çocukluktan başlayıp tanıştığımız güne, seni ilk öpeceğim güne, seninle ağladığım ilk günden, bir yastıkta kocamaya hatta senin kadar güzel benim kadar deli çocuklara varana kadar durmadan sohbet edebilmek. Ne hoş. Ne güzel. Dikkat ettin mi bilmem ilklerden bahsederken hiç kavga demedim, ben seni üzemem, ben seni kıramam. Ben seni üzmek için değil, gülümsetebilmek için yanında olmak isterim hep. Hüzünlerine etten yürekten bir kalkan. Belki bazen ezilir yüreğim, bir gülümsemen, parmaklarının yüzümde dolaşması kurtarır bütün durumu.”
Yazıyordu.
İşte bütün bunlar sadece “Seni Seviyorum” un bir özetiydi.