SEYİD ONBAŞI YADİGÂRI AYŞE YIKAR İLE BİR HATIRAMIZ
Bekir Yalçınkaya
215 okka.. yahut 276 kiloluk bir top mermisini omuzlamak ve imanî cepheden imansız menzile göndermek..
Acaba nasıl bir yürek ve iman işidir?
Elbette Çanakkale ruhundan bir ruh taşımayan insanlığa, inançta ve itikatta ne kadar bir basitlik gelse de bu yürekli işi başarmak bir yana, anlatmak bile kolay değil..
İşte bu itibarla bir çok kaynakta tarihimizin bir daha göremeyeceği ve kahraman Onbaşı Seyid’e kadırması nasib bu güç ağırlığı, zaman zaman birbirini tutmayan rakamlarla verilmekte..
Bu millet; Seyid Onbaşı’dan önce O’nun içinde taşıdığı imanı ve inancı tanımak, kaldırdığı 276 kiloluk ağırlıktan önce kime teslimiyet gösterdiği ve ağzından çıkan tekbirlere bakmak mecburiyetindedir..
18 Mart Deniz Zaferi’nden yaklaşık 20 gün sonra Koca Seyit’i Çanakkale’de karargâhının bulunduğu Bigalı Köy’üne kahve içmeye çağıran Gazi Mustafa Kemal ile Seyid arasında şöyle bir konuşma geçer;
“-Koca Seyit isimli topçu onbaşı sen misin evlât?
-Benim Komutanım!
-Tek başına nasıl kaldırabildin koca gülleyi?
-İşte!.. Allah’ın izniyle oluverdi Komutanım. Sanki gülle ufacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.
-Peki asker, sen komutanlarından hiçbir para, altın gibi ödüller kabul etmemişsin, varlıklı da değilmişsin, acaba bu nedendir?
-Olsun Komutanım. Memleketimize kırk yılın başı bir iş, bir hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükâfat mı olurmuş. Sonra benim askerliğimdeki en büyük mükâfatı siz verdiniz. Beni yanınıza çağırıp, bir fincan kahve sunmanız benim için en büyük mükâfattır, Komutanım!”
İşte İngiliz Denizaltısı Ocean’ı hangi güçle nasıl vurduğunu anlatan Seyid Onbaşı’yı ne yazık ki milletimiz, internet teknolojisinin gelişmediği zamanlarda; ne savaş esnasındaki hâliyle, ne de savaş sonrası görmesi gereken itibar ve ihtimamda nerede oturduğuna yeterince vukuf olamamıştır.
Havran’da; “Seyid Onbaşı’yı bulup bana getirin!” diye emir veren Mustafa Kemal Atatürk’ü dahi aldatıcı bir itiyadla, çalıştığı fabrikadan yağ içinde ve pespaye bir hâlde alınıp hamamda yıkatılan, sonra berberde traş ettirilen Seyid Çabuk, Seyid Onbaşı’lığının itibarını ise Nahiye Müdürü’nün elbiseleri giydirilerek ve Ata’nın huzuruna bir aldatmacayla çıkarılarak alır..
Çanakkale Deniz Savaşları dışında İstiklal Savaşları’na da katılan Seyid Onbaşı, köyüne döndükten sonra bir anlamda baba mesleği odunculuk ve kömürcülüğe devam eder. Fabrikalarda hamallık yapar.
07 Şubat 1923 yılında eşi Latife Hanım’la Havran’a gelen ve Havran Beyzadelerinden Terzizade Saadettin Bey’in üç katlı ahşab konağında misafir edilen Atatürk burada Edremit Kaymakamı’ndan bölge hakkında bilgi alırken aklına Çanakkale Kahramanı Koca Seyit gelir. Edremit Kaymakamı’na: “Kaymakam Bey kazanız dâhilinde oturan bir kahraman olacak, adı Kocaseyit. Kendisini tanır mısınız? Şu an ne iş yapar? Eğer halen yaşıyorsa bulup hemen bana getirin” der.
Bunun üzerine onunla hiç görüşmemiş olan Edremit Kaymakamı telâşlanır. Herkes seferber olup Kocaseyit’i ararlar ve bir fabrikada kir, pas, yağ içinde bulurlar. O kahraman bir fabrika hamalıdır. Edremit Kaymakamı, apar topar yanına getirilen Kocaseyit’i baştan aşağı süzdüğünde görür ki bu kahramanın üstü başı berbat, saçı sakalı birbirine karışmış ve yağ içindedir. Bu şekilde Atatürk’ün huzuruna çıkarılamayacağından hemen üstünün başının değiştirilmesi için yanındakilere talimat verir. Nihayet Koca Seyit, kendisine çeki düzen verilmiş hâliyle Gazi Paşa’nın huzuruna, gecikmeli de olsa çıkarılır. Atatürk karşısına üstü başı düzgün ve bakımlı olarak çıkarılan Seyid’e dönerek: “Seyit ne de güzel bir hayatın var ” dediğinde, Seyid’in Cevabı; “Nerde Atam. Ben bir yağ fabrikasında hamallık yapıyorum. Sizin karşınıza beni o hâlimle çıkaramazlardı. Önce bir hamama götürdüler, yıkadılar beni. Sonra berbere götürüp bir güzel traş ettirdiler. Sonra bu üstümde gördüğünüz elbiseleri giydirdiler. Bu elbiseler de benim değil. Nahiye Müdürü’müzün. Sizle görüştükten sonra bunları da çıkacağım” olur.
Atatürk bütün bu olana bitene öfkelenir. Cepheden tanıdığı Koca Seyit için üzülmüştür. Balıkesir Valisi ile Edremit Kaymakamı’na çıkışarak der ki;
“Beyler, efendiler bu insanları iyi tanıyor musunuz? Siz vatanı için, milleti için, namusu için, canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz. Bu kahramanın durumuyla yakından ilgilenin. Memleketimizi bunlar kurtardı. Bu duruma bunlar sayesinde geldik ve Cumhuriyet bunların desteği ile kuruldu. Kahramanlarımızı kimselere muhtaç etmeyin, el avuç açtırmayın.”
İşte böylsinee bir manzarasından dahi haberdar olmadığımız bu tarihin en müstesna kimliğini, biz ilk defa en ciddi manâda Havran Belediye Başkanı Mustafa İrtürk’ün makamındaki duvar resminden okuduk. “Başkanım, bu Seyid Onbaşı tablosu..?” diye sorduk ve cevabını aldık:
-Seyid bizim Havran’lıdır. Eski adı Çamlık olan KocaSeyit Köyü’ndendir.
-Peki mezarı?
-Çamlık’tadır. Ailesi de. Çocuklarından sadece Kızı Ayşe Nine (Yıkar) var. O da 94 yaşında ve yataktadır.”
Daha Seyid Onbaşı’nın heyecanı bitmeden bu defa Şair ağabeyimiz Halil Soyuer’in duvardaki resmiyle karşılaştık.
-Peki Halil Soyuer?
-Halil Soyuer de Havranlı’dır. Geçen yıl vefat etti, mezarı Havran’dadır.
Başkan İrtürk’e; “ Biliyorum Başkanım, biliyorum. Kendisiyle birçok şiir toplantısında beraber olduk. Halil ağabeye duaya sonra uğrarım. Ama önce Çamlık Köyüne bir uğrayalım. Seyid Onbaşı’nın bir milli mücadele bahtına doğduğu ve hayatını noktaladığı mekânları görmek istiyorum. Hem kızı Ayşe Nene ile de konuşmak bize büyük haz verecektir.”
Hiç zaman kaybetmeden Başkan İrtürk, danışmanları ve bizim Kanal 6 ekibiyle yola çıkıyoruz.
Yollar dolambaçlı, yol kenarları ağaçlarla çevrili..
Tıpkı Dardanel’in Deniz Savaşları’na sahne olan o her karışında şehit bulunan alanları gibi..
Sanki tarihin Havran’dan Çanakkale’ye uzanan girdabı, buradan başlıyor.
Bir müddet sonra ulaştığımız Çamlık, yine sanki bir Anafartalar zirvesinden havalar veriyor bize.. Sanki her yıl milyonlarca insanı, kucağına sehven verilen top mermisi ile Mecidiye Tabyaları’nda karşılayan Havranlı Koca Seyid, aynı halet-i ruhiyeyle bizi Çamlık Mezarlığı’ndaki anıtında karşılıyor.
Önce Seyid Onbaşı’yla birlikte Mecidiye Tabyası’nda görev alan bu ahde vefa borçlumuz değerli ecdada bir dua ediyor, sonra da O’na ait Anıt’taki kitabeden şu satırları okuyoruz:
“SEYİD ONBAŞI
Edremit’in Çamlık Köyü’nden olan Mehmet Oğlu Seyid Onbaşı ve arkadaşları Rumeli Mecidiyesi’ni bataryalar sayesinde korumakla görevliydiler. Düşman bu bataryadan çok çektiği
için Müttefik donanmasından bazı gemilerle bu inanılmaz bataryayı susturmak üzere yeniden ateşe başlamışlardı. Bu ateş sırasında sadece Seyid Onbaşı ve arkadaşı Ali kaldı. Bu yaman
onbaşı 270 Kg. (276) ağırlığındaki mermiyi tek başına kaldırıp namluya sürdü ve Ocean isimli geminin dümen tertibatını bozdu ve denizin içinde dönüp duran bu gemi nedeniyle diğer gemiler de oradan uzaklaşmak zorunda kaldılar. Bu kahramanlara Allah Rahmet eylesin.”
Mezarlıktan sonra biraz rakım kaybederek geldiğimiz Çamlık’ta ilk işimiz, (bizim bu ziyaretimizden iki yıl sonra vefat eden) Ayşe Nine’ye bizi götürecek Köy Muhtarı Osman Altıntaş’la buluşmak oluyor. Muhtar Altıntaş, ara sokaklardan birinde tek katlı ve yeni yapıldığı her hâlinden belli olan bir eve götürüyor.
“İşte Seyid Onbaşı’nın kızı Ayşe nenenin yattığı ev.. Şu da torunu, Ayşe nenenin oğlu Mehmet ” diyor.
Bizde tarihin seyrini değiştiren bir kahramanın mekânına varmanın heyecanına karşılık, ne yattığı yatağından kalkmadan yorgun gözlerle bizi süzen Ayşe Nene’de, ne de oğlu Mehmet’te sakinlik ve normallikten başka bir tavır göremiyoruz.
Durumu Muhtar Osman Altıntaş izaha çalışıyor ve; “Koca Seyit’e son zamanlarda gelen gidenin haddi hesabı yok. Seyid Onbaşı’nın kızı da, torunları da bazı televizyonların yaptığı yayınlardan kendilerine sıkıntı geldiğinden artık bu gibi yaklaşımları kuşkuyla karşılıyorlar.
Ayrıca Seyid Onbaşı için bekledikleri ilginin yeterince olmaması onları hep üzmüştür.
Ayşe Nene’ye Balıkesir Valiliği’mizce yaptırılan bu ev kendilerine ancak geçen yıl teslim edildi” diyor.
Ayşe Nene’nin topu topu bir-iki yıl yaşayabileceği bu yeni evdeki ön konuşmanın ardından bir taraftan Ayşe Nene’nin mekânını çekerken öbür taraftan da kendisiyle konuşmaya çalışıyorum; -Ayşe Nene bana babanızı anlatır mısınız? Savaş sonrası nasıl bir hayatı vardı?
Yüzünde sert ifadeler beliren Ayşe Nene’nin dudaklarından çok kısıtlı bir sözcük dökülüyor; -Kömür kömür! Babam kömür! diyerek kömür kelimelerini tekrarlıyor.
Muhtara soruyorum; -Nedir bu kömür, Ayşe Nene ne demek istiyor.?
Muhtar ve Başkan İrtürk ara ara bize adeta Ayşe Yıkar’a tercümanlık edercesine kömür tabirlerini anlatıyorlar. Ki, seyid Onbaşı savaştan sonra döndüğü köyünde uzun bir süre Çamlık’taki çam ağaçlarından elde ettiği odunlarından mangal kömürü yapıyor ve bunları her hafta Pazar günü Havran’a getirip satarak geçimini sağlıyor.
Bakıyorsunuz ki; hürmetle öpülecek ellerde katran karası kömür izleri..
Sonra o 276 kiloluk topu sırtlayan beden, fakirliğin çilesi içinde yağ fabrikalarında yağa bulana bulana kendini doyurmaya çalışıyor. Böylesine bir hayatın hastalandırdığı akciğerine yenik düşen ve 1939 yılında hayata veda eden bu kahraman askerin sivil hayatına ait itibar, ne yazık ki sağlığında gösterilmiyor. Aradan geçen ve 50 yıllara varan bir gecikmeyle gösterilen ilgi de kızı Ayşe’ye iki yıllığına yerden girişli bir ev, Seyid Onbaşı’ya köyünde 8 Eylül 2006 bir anıt mezar yaptılar. Ve Havran’da o malûm heykellerden yine kucakta toplu bir heykel..
Ama yine bunlarda da eksiklikler mevcut.. Sırtına aldığı top mermisi birçok yerde kucağına veriliyor. Nereden bakarsanız bakınız son yılların dışında Seyid Onbaşı liyakatine uygun bir anlayışla ele alınmıyor. Hattâ inadla topun ağırlığını kimileri 270, kimileri 275 kilo şeklinde veriyorlar. Bu itibarla babası için hüzünle dilinde kömür karasını tekrarlayan Ayşe Nene de, torunları da devletin kendilerine gereken ilgiyi göstermediklerinden dem vururken, temkini de elden bırakmıyorlar. Ölçülü konuşuyorlar..
Hattâ konuşmuyorlar, daha ziyade işlerine bakıyorlar.
2005 yılının bir Temmuz günü sıcaklığında Kanal 6’ya belgesel çektiğimiz ve Ayşe Nene ile birebir görüştüğümüz Çamlık’ta kurulmuş Köy Pazarı’nda kimi kasablık, kimi manavlık yapmakta olan Seyid Onbaşı’nın torunlarını da Muhtar Osman Altıntaş sayesinde tanıyoruz.
Her biri bir Seyid Onbaşı gibi cüsseli ve mütevasi birer hayat süren bu nesil neredeyse 250 kişilik bir cemiyeti teşkil ediyor ve benim gördüğüm kadarıyla köye gelen televizyonlardan pek o kadar da haz almıyorlar..
Kendi işlerine bakıyorlar. Tıpkı Seyid Onbaşı’nın, Dardanel’den İstiklal Savaşı mevzilerine kadar her savaşta, bu millet için hep kendi işine baktığı gibi..
YORUMLAR
-İşte!.. Allah’ın izniyle oluverdi Komutanım. Sanki gülle ufacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.
Çanakkale'yi ve vatanın diğer bölgelerini, amansız düşmandan kurtaran asker, bilek gücünden çok yürek gücüyle hareket etmiştir. Yazınızdan da bu açıkça anlaşılmaktadır. Emek verilmiş bir yazı.
Kutluyorum... sevgiler, saygılar...