ÇÜRÜMÜŞ YUMURTALAR
Bir arkadaşım bana, bir gün ölümü yazar mısın dedi…Ölüm ne kadar acı ve soğuk olsa da belki de yazması kolay,tek kelimeyle nefesimizi vermek ve bir daha alamamak…Sanırım aslolan ölümden öncesini yani yaşamı anlatmaya çalışmak...
Diyelim ki şu ölümlü dünya kocaman bir sahne ve hepimiz kendi hayatlarımızın en usta başrol oyuncularıyız…Bazen yazılanı oynuyoruz,bazen de yazıp oynuyoruz…Sonrada bu oyuna kader diyoruz…Peki bu oyunu oynamamızda neye göre karar veriyoruz..? Bu karar mekanizmamızın elbette dönen en büyük çarkları duygularımız…Ve ne yazık ki,genelde kendi duygularımızın kontrolü bile bir tek bizim elimizde değil…
Mesela bana göre toplumsal bir hastalık olan bir duyguyu ele alalım… Çaresiz diye gördüğümüz çoğu hastalığın bile ilacı bulunmuşken; veremden süründürücü, kanserden öldürücü,bazen bulaşıcı olan bir hastalık…tedavisi uzun bir zaman alsa da,yok değil…Nedir bu hastalık ya da duygumuz…? Adı: KISKANÇLIK …
Asıl kaynağı hiç kuşkusuz çocukluk çağlarına dayanıyor… Ve, bu hastalık ilk önce ne yazık ki ailelerden çocuklarına bulaştırılıyor…
- Sen yaramazlık yapıyorsun,artık kardeşini senden çok seviyorum…!
- Sen adam olmazsın,tembelin tekisin.Bak,elalemin oğlu sınıf birincisi oluyor…!
- O senden daha akıllı…!
- O senden daha güzel resim yapıyor…!
- O şöyle,O böyle, O….!
İşte O öyleymiş,bu böyleymiş diye diye henüz kendi dünyasını keşfetme yolculuğuna yeni adım atmaya çalışan çocuklarımıza bu hastalığı maalesef aile olarak ilk bizler aşılıyoruz…Sonrasında o çocuğun büyüyüp adam olmasını yani sağlıklı bir birey olmasını, geçip karşısına bekliyoruz,daha çok bekleriz…! Çocuk büyüdü istenildiği gibi adam olmadımı,o zamanda “vay benim emeklerime” faslını başlatıyoruz hiç suçumuz yokmuş gibi…
Zaman içerisinde çocuklarımıza aşıladığımız kıskançlık hastalığı gitgide büyüyor ve iflah olmaz bir hale giriyor… Kıskançlığa yakalanan kişiler kendisine olduğu kadar, en yakın çevrelerinden başlayarak tüm topluma zarar saçıyorlar…Ve bu zarar toplumun gelişmesiyle kültürüne çok büyük engel oluyor…
Gelişen teknolojinin katkısıyla günlük hayatımız, zamanında mucize diye nitelendirdiğimiz şimdi farkına bile varamadığımız harikalarla dolu… Geriye dönüp baktığımızda –di’li geçmiş zamanımızda bilinen yedi harikayı, yani “dünyanın yedi harikası”nı görüyoruz… Hindistan’da Jahan Şah’ın vefat eden çok sevdiği eşi için inşa ettirdiği “Tac Mahal”, Babil Kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılan efsanevi cennet yeşilliği olan “Babil’in Asma Bahçeleri”, Lidya Kralı Croesus tarafından Artemis’e ithaf edilen “Artemis Tapınağı” ve diğerleri… Mesela o zamanlarda Jahan Şah’ın karşısına kıskançlık hastası biri çıksaydı – ben karım için böyle bir şey inşa ettiremiyorum,sen de ettirme- deyip hastalık krizleriyle engellerini ortaya koysaydı hatta daha ileri gidip Tac Mahal’i temelinden yıkmaya kalksaydı…Bu eserler çıkar mıydı ortaya ve dünyaya kültür damgalarını vurmuş harikalıkları olur muydu…?
Bir hikayemle devam etmek istiyorum, bu duygunun ve beraberinde getirdiği diğer duyguların kötü taraflarını biraz daha vurgulamak için…
“ Çevresindekiler tarafından çok sevilen ve sayılan, kimsenin sözünden çıkmadığı yaşlı kadın, yine mahallenin çocuklarını etrafına toplamış onlara her zaman ki gibi hayata ait bir ders vermek üzereydi…
Elinde birkaç siyah poşet vardı… önce tek tek çocukları öptü, başlarını okşadı, sonra elindeki poşetleri onlara dağıttı… Çocuklar yine hediye aldıklarını sanarak sevindiler, ama oyuncak hayalleriyle açtıkları poşetlerin içine bakınca çok şaşırdılar, çünkü hepsinin içinde de birkaç tane çiğ yumurta vardı…
- Bunları en sevdiğiniz oyuncaklarınız olarak kabul edin… dedi, yaşlı kadın ve sizden isteğim, birkaç gün bu poşetleri ne olursa olsun hiç elinizden bırakmayın… Oyun oynarken, gezmeğe giderken, koşarken hep elinizde olsun… Bir tek yatarken o da yastığınızın başucunda olması şartıyla bırakın… Bu güzel bir oyun olacak çocuklar…
Çocukların hepsi tamam dediler ve yaşlı kadının anlatmaya başladığı masalını dinlemeye koyuldular…
Ertesi gün olmuştu… Çocuklar, büyükanne dedikleri yaşlı kadının yanına koşa koşa geldiler… Sırasıyla hallerinden şikayete başladılar… Aslında hepsinin şikayeti aynıydı…
- Büyükanne…! Benim yumurtamın biri kırıldı…
- Benim iki tanesi kırıldı, her yere bulaştı…
- Elimde hep yumurtalar olduğu için o elimle başka şey yapamıyorum, oyun bile oynayamıyorum…
Şikayetleri dinleyen yaşlı kadın:
- Biraz daha sabır çocuklarım, daha ilk gün bugün… Hiç değilse birgün daha devam edin yumurtaları taşımaya… dedim ya bu güzel bir oyun…
Daha sonra aldığı hediyeleri verince çocuklar şikayetlerini hemen unutuverdiler…
Aradan bir gün daha geçmişti… Yaşlı kadın içeri girdiğinde çocukların yüzü ağlamaklı bir şekilde bekliyorlardı ve odanın her tarafına ağır, pis bir koku yayılmıştı… Çocuklar vakit kaybetmeden hemen konuşmaya başladılar…
- Büyükanne…! Benim yumurtalarımın hepsi kırıldı…!
- Benimkilerde…!
- Kırıldıkları gibi çürüdülerde, çok pis kokuyorlar…
- Yanımıza kokudan kimse yaklaşmıyor, benimde midem bulanıyor…
- Ne olur büyükanne, güzel değil bu oyun, bitsin artık…
- Daha fazla taşımak istemiyoruz…!!!
Yüzünde hafif bir gülümseme beliren yaşlı kadın:
- Tamam, şimdi kalkın poşetlerinizi çöpe atın ve ellerinizi yıkayıp gelin…dedi.
Çocuklar büyük bir heyecanla koşa koşa gidip yumurtaları çöpe attılar, ellerini yıkayıp tekrar döndüler… Şimdi yüzlerinde büyük bir rahatlık ifadesi vardı… Hepsinin gözleri şükredercesine bakıyordu…
Yaşlı kadın, söze başladı:
“-Şimdi beni çok iyi dinleyin çocuklarım… Güzel bir oyun dediğim aslında sizin için hiç unutmamanız gereken güzel bir hayat dersi…
Sizden yumurtaları taşımanızı istediğimde hiçbiriniz nedenini sormadınız… Sadece beni çok sevdiğiniz için, yumurtaların kırılacağını ve sonrasını düşünmeden taşımayı kabul ettiniz… Taşıdıkça ağırlığını hissettiniz, taşıdıkça size ve çevrenize olan zararını anladınız…
Şimdi elinizdeki içi görünmeyen siyah poşetlerin kalbiniz olduğunu düşünelim… Yumurtalar ise duygularınız olsun… Aslında hepiniz içinizde her an kırılacak o kadar çok yumurta taşıyorsunuz ki, yada benim gibi, sevdiğiniz biri taşımanızı istiyor… Tek sorun farkında olmamanız…
Zamanla içinizde taşıdığınız duygularınızda yumurtalar gibi kırılıyor, çürüyor… Çürük duygularınızın yaydığı kokular hem size hem çevrenize ciddi zararlar veriyor, herkes sizden kaçmaya başlıyor, göremiyorsunuz… Bakalım bu yumurtalar ne anlama geliyor, birlikte görelim…
Yaşlı kadın , elindeki yumurtaları tek tek çıkarıp gösterir…bunun adı,diye başlar söze:
-Fesatlık
-Haset
-Kin
-Nefret
- İftira
- Dedikodu
- Düşmanlık
- Öfke
- Yalan
İçlerinde bir yumurta var ki, ilk önce o kırılıp diğerlerine de bulaşıyor… Onun adı da KISKANÇLIK çocuklar…Ve hiçbir yumurtanın adının sevgi, hoşgörü, fedakarlık, iyilik gibi güzel isimler almadığını da gördünüz…
Yaşlı kadın; şaşkın bakışlar içinde oturdukları yerde kalan çocuklara son sözünü söyler:
-Şimdi iyice düşünün ve kalbinizdeki çürümüş duyguları ister taşımaya devam edin, isterseniz size en uzak önünden bile geçmeyeceğiniz bir çöplüğe fırlatıp atın… Tıpkı çürümüş yumurtaları attığınız gibi… Bu sizi her zaman mutlu ve sevilen bir insan yapacaktır… Seçim sizin çocuklarım…”
Bu hikayeden sonra, tıpkı yaşlı kadının dediği gibi, herkesin kalbindeki çürümüş duygularını fırlatıp atmasını diliyorum…
Canan KARATOĞMA
YORUMLAR
Yaşlı kadın , elindeki yumurtaları tek tek çıkarıp gösterir…bunun adı,diye başlar söze:
-Fesatlık
-Haset
-Kin
-Nefret
- İftira
- Dedikodu
- Düşmanlık
- Öfke
- Yalan
İçlerinde bir yumurta var ki, ilk önce o kırılıp diğerlerine de bulaşıyor… Onun adı da KISKANÇLIK çocuklar…Ve hiçbir yumurtanın adının sevgi, hoşgörü, fedakarlık, iyilik gibi güzel isimler almadığını da gördünüz…
merhaba güzel insan kutlarım bu güzel yazını. yüreğine sağlık.
aşkla kal
İşte o da çok kolay değil . Uzun soluklu bir mücadele bu . İçine gönderildiğimiz zaman-mekan koşullarında sürüp gidiyor . Kalp , nefs ve ruh arasında gidip gelen aklın , iradenin ve doğru bilginin rehberliği iki hayatta saadetin koordinatlarını da veriyor . Bulabilmek ümidiyle .Düşündüren paylaşımınız için teşekkürler .
-Fesatlık
-Haset
-Kin
-Nefret
- İftira
- Dedikodu
- Düşmanlık
- Öfke
- Yalan
İçlerinde bir yumurta var ki, ilk önce o kırılıp diğerlerine de bulaşıyor… Onun adı da KISKANÇLIK çocuklar…Ve hiçbir yumurtanın adının sevgi, hoşgörü, fedakarlık, iyilik gibi güzel isimler almadığını da gördünüz…
Yaşlı kadın; şaşkın bakışlar içinde oturdukları yerde kalan çocuklara son sözünü söyler:
-Şimdi iyice düşünün ve kalbinizdeki çürümüş duyguları ister taşımaya devam edin, isterseniz size en uzak önünden bile geçmeyeceğiniz bir çöplüğe fırlatıp atın… Tıpkı çürümüş yumurtaları attığınız gibi… Bu sizi her zaman mutlu ve sevilen bir insan yapacaktır… Seçim sizin çocuklarım…”
Bu hikayeden sonra, tıpkı yaşlı kadının dediği gibi, herkesin kalbindeki çürümüş duygularını fırlatıp atmasını diliyorum…
.......................
ben bubu kulaklarıma küpe edeceğim.
harika bir paylaşım olmuş.
saygımla.