Aşk,bazen zamansız çekip gitmelerdir, bazen de istemsiz bir elvadadır.................
Mektup, yürekten gelenleri bir sebil gibi yazıya aktarmaktır. Özlediğim bir duygu aktarımıdır mektup yazmak.
Maalesef ki artık mektupları merakla beklemez olduk. Çünkü teknolojinin soğukluğu sayesinde artık yürekten gelenler, kokulu kâğıtlara aktarılarak yazılmıyor, ucu yakılmıyor, zarflanarak, postacıyla gönderilmiyor. Aceleci millet olduk. İnternet sayesinde, Cep telefonları sayesinde mesajlarımızı alıcısına iletir olduk..
Gelen zarf, belki şehirdışında okuyan öğrencinin annesine özlemi, belki askere gidenin geride bıraktığı sevdiğine aşkını, belki hasretle beklenen bir sınav sonucunu ve kimbilir belkide bir boşanma celbini uaştırdı.
Alınan, ayrılık mektubu olmadığı sürece herkesi mutlu etti..
Ben en son mektubumu ‘’diğer yarım’’ olabileceğini düşündüğüm birine yazdım. Aşk iki kişilikti ama duygularımı tek yaşadığımı fark etmiştim. İki kişi ile yaşanması durumunda güzel olan duygu yoğunluğunun gelmesini bekleyişimin devam etmesi durumunda içim acımaya devam edecekti. Bitmeliydi vede bunun için yazılı bir açıklama yapılmalıydı. Giden, kalana gideceğini bildirmeliydi.
Ona, her gün yazıyordum, içimdekileri, yüreğimdekileri konuşturuyor ve bir sebil gibi akıtıyordum. Duygularımı, sevinçlerimi, üzüntümü günlük yaşanmışlıklarımı paylaşıyordum. Daha doğrusu paylaştığımı düşünüyordum. Çünkü mektuplarım hep cevapsız kalıyordu. Gerekçesi yoğunluktu, zamansızlıktı.
Hissedilenin yazıya aktarılması için zaman engel değildi ve olmamalıydı diye düşünüyordum. Hissedilenleri ifade etmek isteyen, mektubu yazmaya başladığında kalem ile kağıt güzel bir işbirliği yaparak yazana hiç zorluk çıkarmadan yürekten gelenleri kağıda döküyordu. Kendimden biliyordum bunu.Kağıtla, kalemin dansıydı bu. Yazıyı yazan sadece hissediyordu. Ama galiba bu hissiyatı sadece ben yaşadım. Hep sessizlikler oldu.
Bazı şeyler var ki, sözlerle anlatılamaz ve yazılı ifade edilemezdi. İnsan kaçar. Neden kaçar bunu da bilemedim ama. Şunu iyi biliyorum ki; Sessizlikler sır saklayamazdı.......
Ben, içimdeki ertelenmiş söylenememişleri çok fazla ortaya çıkardım, içimdeki ses çığlık atmaya başladı. Galiba bu sesi yanlış kişiye çıkardım. Artık, içimdeki sesi bastırmam gerekiyordu.
Kendime kızmıştım hem de çok kızmıştım. Duyguları, içimdekileri bir sebil gibi akıttığıma kızmıştım Çünkü karşımdaki kişi , sebilden akanlarla boğulmaya başlamıştı.
Bu,insanı acıtır. İnsanın kendine telkinleri vardır İnanmasa bile teselli eder kendini. Kendinden başka kimsesi yoksa onu teselli edecek. Aslında hiç gelmediğini bildiği halde, karşıdakini gelmiş gibi görmek ister.. Duygular, söze dökülmesede,ruh hissediyordu.. ‘’Susmak da bir erdem demiştim, dilsizdim oysa’’
’’En kısa zamanda sana uzunca bir mektup yazacağım’’ dedin, bende ’’seni, senin sessizliğinde bekleyeceğim’’ dedim. Ama ben, oyunbozanlık yaptım. Sözümde duramadım, yine sessizliği bozdum. Galiba ben bu uzun süren sessizliklere uyum göstermeyi beceremedim ve galiba da sevemedim. Susmak, sonu gelmeyecek bir bekleyiş gibi geldi bana. Belirsizlik, bilinmeyen gibi geldi bana.
Sen, yoksun daha doğrusu bir varsın, bir yoksun. Ama en çokta yoksun. Bu belirsizlikte başım döndü.
Baş döngülüğü, İçindekileri söylemeden beklemek. Susmak ve susarak belirsizlikleri beklemek bana göre değilmiş. İnsanı acıtıyormuş. Bunu fark ettim. Sen ‘’Aşk mı, huzur mu’’ dedin. Huzurlu aşk olmazmış, ben yine huzur diyorum.
Yine dopdolu gözlerim
sanki bilinmezin içindeyim Ve; sen yine, yine , yine yoksun...
boğazım düğümleniyor
nefes alamıyorum beynim ikilemde kalbim çelişkide
sus diyorum sus yüreğim sus, kalbim sus, aklım sus,beynim sus
susmuyor;
durmuyor,sürüklüyor geçmişlerin en koyusuna doğru
tekrar,tekrar,tekrar sürüklüyor.
dayanamıyorum! bu acıyı kaldıramıyorum
artık durduramıyorum gözyaşlarımı susturamıyorum kalbimi
bir çelişki,bir çelişki daha yeter diyorum artık yeter
daha ne kadar yaşarsın bu yürekte ,daha ne kadar acı verirsin ,
daha ne kadar yüklenirsin üstüme ,daha ne kadar ağlarım
sonu geldi artık YÜREĞİMİ SUSTURUYORUM....