- 791 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAN’A DOĞRU
Süleyman ÖZEROL
Kar ağır ağır yağıyor, gittikçe kalınlaşıyordu. Uzaklardan gelen su şırıltılarından, ağaçların sessiz denecek kadar az olan hışırtısından, rüzgârın hafifi sesinden başka ses yoktu gecenin içinde. Köy, akşamdan beri ölü sessizliğindeydi.
Horozların sesi duyulmaya başladı. Sanki karşılıklı şarkı söylüyorlar, biri bir yandan diğeri başka bir yandan ötüyordu. Hava da ağarmaya başladı. Kar, ışığı bir kat daha artırıyoru.
Köy canlanıp seslenmeye başladı:
- Eeeeeey! Horuzlar ötüy. Gün de ağardı. Hazırlan, ben de geliym.
- Yahu, daha er deği mi? Vayyy!.. Gar da ne gadar yağmış? Göbeğe çıhar vallah…
Diğer evlerden de sesler gelmeye başladı.
- Gıııııız!.. Eşeğin yemini az goymuşsun. Bunuğnan Han’a gaç sahatta varacağm? Haydı, torbasını başından çıhar. Ula sen de heğbeyi getir. Gaz tenekesini içine goy…
Neden sonra bir yolcu topluluğu oluştu. Yola koyuldular. “Ço-çüş”ler, “cık-cık”lar arasında ilerlemeye başladılar. Akşamdan yemlenen eşekler dayanıklıydılar.
Hancılar oldukça kalabalıktı. Kimisi gaz, tuz almaya, kimisi gurbete gidiyordu. İrili ufaklı kollardan geçerek komşu köyün doğusundan geçen dereye vardılar. Giderken de konuşuyorlardı:
- Böğün ıradıyonda gene Gırbız’dan laf ettiler. Soyhanın derdi bitmey.
- Hele Gırbız yanımızda, onu eşidiyk. Ondan başga daha bir çoh düğellerin de lafı ediliy. Ay’a gettiklerinden, yıldızlara bile gideceklerinden laf ediliy.
- Benim yaşım altmışa yahlaşıyı. Esgiden derlerdi ki, “İnsan ölümden başga her şeyin çaresini bulacah. Yıldızları bile alacah. Biz çocuhken annadırlardı. Demek ki insanoğlunun elinden heç bir şey gurtulmey…
Daha bir sürü konuşmalar:
- Yahu, herkes geçiyi kesdi. Bahele İğdir’e. Geçiyi kesince meşeler nasıl göründü.
- Bizim köyde de beyle bir şey olsa. Zaten yer oyumu, alır gahar. Mezirme ağaçdan görünmez.
Bu sırada komşu köy İğdir’i geçmişler, Karaçalılık denen yerde ilerliyorlardı. Burası meşelerin korunması sonucu oldukça değişmişti. Yol boyunca bodurlaşmış meşeler birer meyve ağacı gibi boylanmıştı.
Yaşlıca birisinin sesi duyuldu:
- Yağrum, hele o esgi günleri göreydin. Ağaçdan adımımızı atamazdıh köyden dışarı. Ayı mı dersin, gurt mu dersin… Hele şimdi Gayadibi’nin alt yanlarına bah. Kösharmanı gupguru…
İkinci çaya ulaştılar. Yine dertleri depreşti:
- Vallaha dede, buraya bir köprü yapılmazsa halımız fena. Han’a her zaman işimiz düşüy. Muhaggah da buradan geçeciyk.
Çayın içinde eşeklerin ayaklarından sular sıçrıyordu çevreye. Eşeğin üstünde, yere bakarak sallanırcasına yeniden konuştu yaşlı adam:
- Yağru neydek?.. Benim yaşım yetti yeteli buralardan yayan gelip giderik. Sen eşeği sayma, zaten canı ne ki? Gar bol yağar da ayaz ederse eşek seni değil, sen eşeği götürürsün bu yollarda. At olsa ki ne çare? Gaç yıldan beri köprü yapılacah deyip duruylar…
Konuşmalar uzadıkça uzadı. Yılana benzeyen, tabanı taş dereyi kıvrıla kıvrıla çıkarlarken içlerinden birisi seslendi:
- Niye, bekçi silahıyla sele gitmedi mi? Gendini zor gurtardıydı, silahı da suya gettiydi. Gaç yıl soğna da aşşalarda uzahda bulunduydu…
Dereyi çıkıp yukarıdaki düzlüğe varınca derin bir nefes aldılar. Yakınmalarla eşekleri durdurdular. “Belim bıhınım gırıldı”, “Dalım golum gırıldı”, “Dizimin bağı çezildi” gibi yakınmalarla taş yapılı, iki oluklu çeşmenin başında durdular. Çeşmenin iki oluğundan akan bol sular, doğuya doğru dönerek çıktıkları dereye karışıyordu. Kavaklar, söğütler, karamuklar ve kayısılar vardı derenin çevresinde.
- Hele uşah, gayfaltımızı edek. Yol yarıyı geçdi emme, daha birbuçuh iki sahatlıh yolumuz var.
Yaşlıca birinin bu önerisi üzerine çıkınlarını açıp ekmeklerini, yiyeceklerini bir araya getirerek birlikte yediler. “Elhamdülillah” çekerek kalktılar. Bir ikisi Tekel tütünü dolu tabakalarını kavradılar. Yollanırlarken tütün saranlardan biri mırıldandı:
- Gıyma tütün olacah ki!..
Bir iki nefesten sonra öksürüğü tuttu. Uzaklaşan eşeğine doğru seğirtirken bağırdı:
- Çüüüş meret!
Yeniden öksürüğü tuttu. Bu kez tütüne karşı içinden bir hırs duydu; “Asıl meret bu ya!...”
Uzayan Aybasan Düzünün bitiminde keskin balıksırtı, kıvrımlı yola saptılar. Daha kısa olur düşüncesiyle bu yolu seçmişlerdi. Deveboynu denen bu yolda eşeklerin ayaklarından kayan kar kesekleri iki yana doğru yuvarlanıyor, aşağılara varıncaya dek kocaman kürtük olarak kolların içine yığılıyordu.
Uzun sürer diye gitmedikleri yol Deveci Demir Madenlerine çalışan kamyonların geçtiği yoldu. Havalar iyi olduğu zaman bu yoldan gidilirdi. Çünkü kış günleri bu yolun Deveboynu’ndan pek farkı olmazdı.
Dünya, yurt, çevre sorunları yerini kendi sorunlarına bırakmıştı. Hekimhan’ın girişindeki bağların yanından geçerken alıp vereceklerini konuşmaya başladılar. İlçenin sokaklarına girerken çevrede tek tük ev vardı. Hayvanlarını bırakmak için Taşhan’a doğru ilerlediler.
Taşhan, Hekimhan’da bulunan tarihi yapılardan en önemlisi. İçinde ve çevresinde birçok işyeri var. Hayvanlarını bırakacakları hanlar da Taşhan çevresinde bulunuyor. Hayvanlarını hanlara bıraktıktan sonra çarşıya dağıldılar.
Kuşluk vakti gelmişti. Dönüşleri ancak ikindiden sonra olabilirdi.
3 Mart 1971- Akçadağ
ÖZEROL, Süleyman: "Televizyonu Nasıl Buldum?" Karataş Gayret Matbaası, Malatya 1999, s: 7-9
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.