- 949 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
241 - ÇEŞME
Onur BİLGE
Akşam, eskiden olduğu gibi dama çıktım. Her tarafı uzun uzun seyrettim. Sokak çeşmesi, gün boyu yorulmuş da dinlenmeye geçmiş, canından bezmiş yaşlı bir adam gibi kolu sarkmış duruyordu. Sabahtan beri yalağından taşarak yan arsaya kadar uzanan sularla ıslanan toprak yavaş yavaş kuruyordu. Başındaki ahşap elektrik direğinin sarı ışığının altında, üzerine çiy yağan dut ağacının ona doğru şefkatle eğilen gövdesi, sık ve gümrah dalları, taptaze iri yaprakları pırıl pırıl parlıyor, meltemle hafif hafif sallanıp kıpırdadıkça her yeri ışıldıyordu.
Beton yol, evimizin hizasına kadar gelmiş, o engebeli dar sokak ve yanındaki tek göz odadan ibaret; kararmış, yosun tutmuş kiremitleriyle, yarı beline kadar çamur olmuş, sararmış beyaz badanalı gecekondu, olduğu gibi duruyordu.
Ne su kavgalarına şahit olmuştu, burada ayakta kalabilenler! Solda, yol boyu uzanan kırmızı çamurla örülmüş taş duvar, yer yer yıkılmıştı. Ahali dağılınca, herkes evine girince, garipsemişti mutlaka, canı sıkılmıştı, yaşlı ve yorgun tulumbanın. Acaba farkında mıydı, burada olduğumun ve ona can yoldaşlığı yaptığımın? Bilseydi, başını çevirip bakar mıydı? Yerinden kalkabilseydi, bana doğru koşup, boynuma sarılır mıydı? Oysa şimdi ben öyle yapmak istiyorum. Eskisi gibi onunla tokalaşmak, şakalaşmak, öpüşmek ve buz gibi suyunu yudumlamak dudağından, kana kana...
Hey! Emektar çeşme! Yaşlı tulumba! Baksana bu tarafa, bana! Yarın yola çıkıyoruz. Çok uzaklara gideceğiz. Yola çıkanın halini Allah bilir. Gidip de gelememek var, gelip de bulamamak var, haydi helalleşelim! Hem biraz söyleşelim, akşam alacasında, dertleşelim.
Senin derdin belli... Yaşlılık, yorgunluk, hurdaya çıkmak... Satılmak bir hurdacıya... Yok olmak yok ki senin hayatında uzun süre. Beni de gömersin, kara yere. Seni alırlar, emekli ederler, antika diye başköşeye koyarlar ya da oyarlar, boyarlar, yenilerler; şöyle bir revizyondan geçersin, başka bir yerde başka bir işe başlarsın. Hem belki yalnızlıktan da kurtulursun. Seni başka demirle birleştirirler, kaynaştırırlar, evlenirsin. Belki de demirlerle... Kalabalık bir aile edinmiş olursun. Mutluluğa kavuşursun belki de.
Kim bilir, neler düşündün, ömrünce; neler hayal ettin! Benim için gündüzleri yaşayan bir varlık; geceleri, varla yok arası sevimli bir hayalettin. Fakat hak ettin, her güzelliği. Onca yıl, gelen geçen kolunu silkeledi, seni örseledi. Herkes sana eziyet etti; bir tas su karşılığında, sen onlara köle gibi hizmet ettin! O aldığın bir tas suyun binlerce katını iade ettin. Acaba değerini bildiler mi? Sanmıyorum. İnsanoğlu nankördür. Bakarkördür. Baksa da görmez, görmek için bakmaz, nimetler sunan eli göremez. Görüp de teşekkür edemez. İşine gelmez.
Allah, onca nimet yağdırır üstlerine; başlarını kaldırıp bakmazlar, başları dara gelmedikçe. Ne zaman bir kaza bela, musibet gelir çatar, o zaman gör ki hepsinin elleri havada, dilleri duada, her biri yalvar yakar! Dünyada ne varsa; menfaat, çıkar... Varsa yoksa çıkar... Onun için üzülme! Nihayetinde, sende olanı verdin. Verileni verdin, veriverdin nihayetinde.
O ki suyu yarattı. Yeraltından kaynattı. Nimet edip uzattı, yaranamadı. Sen kimsin ki? İçi boş, dışı hoş bir demir... Sana da teşekkür edecek değiller ya! Hoş, etseler de duymazsın. Kolun var, sesin var, dilin yok, kulağın yok. Sen de insanoğlu gibi aldığını çıkaran:
“Vermezsen, alamazsın!” diye haykıran birisin.
Ya bunlara ne denir? Karşılıksız isterler; fikretmezler, şükretmezler, Hamd etmezler; nimet-i küfranlık ederler. Oysa Allah: “Şükrederseniz, nimetlerimi arttırırım!” der. O’na teşekkür yetmez. Şükür az gelir. Hamd etmek gerekir!
Kime derdini sorsam, ağlamaya başlar. Gözlerin dolu dolu olmuştur, senin de şimdi. Kendinle kaldığın bu saatlerde, meditasyon yapıyorsundur belki de. Transa geçmişsindir de ruh kulaklarınla duyuyorsundur, düşüncelerimi algılayabiliyorsundur. Dur, daha anlatacaklarım var. İyi dinle!
Bizim çok farkımız yok, seninle. Biz de borulardan yapılmışız. Ağızdan sona kadar boru... Yemek borusu, adı üstünde; mide ve bağırsaklar... Bağırsaklar, ne kadar pislik saklar!
Damarlar, sinirler, kemikler... Soluk borusu, kulak borusu, östaki borusu... Hemen aklıma geliverenler bunlar. Düşün düşün, bul! Borudan gelir, borudan çıkar, boru gibi bomboş yaşarız. Allah’ın bin türlü işi var! Aklımız almaz, şaşarız! Boruyla bağlı yaşarız anamızın karnında, boru parçasıyla doğarız.
Aman çeşme, yaman çeşme! Derdimi deşme benim! Seninki bu kadar, benimki dağlar kadar! Derdimi bir bilsen, ağlamaya başlarsın! Binlerce şiir yazdım, anlatamadım! Roman üstüne romanlar yazdım, anlatamadım!
Yarın gidiyorum. Ya bir araya gelebiliriz bir daha ya da gelemeyiz. En iyisi, şimdi uzun uzun dertleşelim. Hem dert dinlemeye alışıksındır sen. Rüyalar bile önce suya anlatılır. Belki de içindeki olumsuzluklar yok olsun, negatiflikler suyunda yıkansın arınsın veya erisin gitsin diye. Bak, kısaca anlatayım da benim derdimi dinle!
Sevdalandım ben, çeşme. Aşk nedir, düşüne düşüne; sevgi peşinde koşa koşa, sonunda yakaladım onu ama ufuklar gibi yaklaştıkça uzaklaşıyor, görünmüyor sonu. Sen görebiliyor musun? Neden susuyorsun? Bir şeyler desene! Dilini mi yuttun?
Ha... Sen dilsizdin ya... Ağzın vardı, dilin yoktu. Sorarlarsa, sarsarlarsa konuşuyordun. Ağzından bir kelime çıkıncaya kadar milleti yoruyordun. Senin gibi olmak lazım, belki de. Nasıl olsa söylemekle bitecek değil, hiçbir şey değişecek değil. Hem:
“Susmak, en kolay ibadet!” demiyor mu Efendimiz?
Bazen en kolay bazen ne kadar zor! Susarsan, razı olursan her şeye ve seyirci kalırsan olup bitenlere, senden âlâ kimse yok. Fakat konuşursan... İşin sonu...
Nerden çıktı bu konuşma konuşmama konusu, şimdi! Sana aşkımı anlatacaktım. Kara sevdamı... İlhan’ımı.. Can parçamı...
Nasıl anlatsam, nereden başlasam, bilmem ki! Bak şimdi! Gözünün önüne kumral bir delikanlı getir. Saçları; sık, kalın telli, parlak mı parlak, siyah, simsiyah olsun. Bir perçemi düşsün arada alnına. Pırıl pırıl parlayan, o geniş, dümdüz, kaşlarının arasından başlayan bir damarın saç diplerine kadar uzandığı, tam ortadan ikiye ayırdığı secde yerine... Şöyle bir tutam bukle... Dümdüz bir burun, ne minicik, ne de kocaman... Tam, en güzel erkeklerde olması gereken kadar... Çok kemikli olmayan oval, ay gibi bir yüz ve ona uygun, çok güzel kıvrımlara, iki yanında çukurlara sahip dudaklar; konuştukça, gülümsedikçe gamzelenen yanaklar... Uzun, muntazam bir boyun... Atletik bir beden, uzun kollar ve bacaklar... Hani zarif salon erkekleri olur ya filmlerde, aynı öyle tasavvur et. İşte öyle bir endam ve zarif bir yürüyüş... Bir de harika bir sesle son derece güzel, akıcı ve etkileyici bir üslup...
Nihayet, o da kan taşıyan bir ölümlü... Deriden bir torba içinde; kan, kemik ve et... Onun vücudu da borulardan ve kafası sorulardan ibaret.
Nerden mi biliyorum? Hiç konuşmuyor, baba hindiler gibi hep susuyor ve düşünüyor da ondan. Biliyor musun? Ama nereden bileceksin; benimki de laf mı şimdi?
Bazen usandırıyor beni, bıkıyorum ondan. Acaba bir şey almak için ona da bir şey mi vermek lazım, senin gibi? Yani düşünüyorum da, başından aşağıya bir tas su döksem ve tutup elinden kolundan sarssam, olanca kuvvetimle, akar mı suyu? Konuşur mu? Bir şey der mi bana:
“Yapma!” falan...
Ya da bıçak dayasam boğazına, kurbanlık gibi ayaklarını bağlasam, yere yatırsam da kesmeye kalksam, ağzından bir kelam alabilir miyim? Öğrenebilir miyim bana olan duygularını? Silah dayasam şakağına, pes edip de:
“Seni seviyorum!” der mi bana?
Silah zoruyla olur mu? Olmaz. O anda yalan da söyleyebilir insan, en dürüst karaktere sahip olsa da. Çünkü can var, ucunda! Can bu! Boru değil!
Boru ney, biliyor musun, çeşme? Ney... Senin gibi onun da içi boş, bomboş... Boş olduğundan ses veriyor. Dolu olsa vermez. Boş insan da çok konuşur, olur olmaz yerde! Dolu insan, İlhan gibi susar. Hani boş başaklar, başları havada gezer ya... Önüne gelene dalkavukluk eder, baş sallar. Dolu başaklar gibi o ama bana faydası yok anlatmadığı bilgisinin. Burdur’un ininin yalnız ve ıssız sessizliğinde yok gibi biri... Yok adam yani.
Sessizliğin de bambaşka bir büyüsü var, konuştukça bozulan. İnsan, konuştukça eksilir. Orijinalitesi kaybolur, sıradan biri olur. Olur olmaz yerde gevezelik edenler, bir yerden çıkıp da huzur bozanlar da var. ‘Davar’ diyorum, anla işte! Neyse...
Bir de konuşsa, canım çeşme! Bir anlatmaya başlasa da ilim alsam! Bir söylese! Önce, önce:
“Seni seviyorum, Semiray!” dese!
Dese de demese de ben gayet iyi biliyorum da ağzından duymak başka, bambaşka...
Senin de aklın ermedi, değil mi bu aşka? Aşağıdan çağırıyorlar. Çay hazırmış. Akşam çayı... Fırsat bulursam, yine çıkarım dama. Belki yanına gelirim. Kimseler görmeden değerim sana, dokunurum. Başını okşarım, elini tutarım. Birileri bizi görürse o halde, delirdiğimi sanır herhalde!
Gördün mü çeşme! Sana bile dokunamıyorum. Okşayamıyorum yanaklarını, kel başını. İlhan, tamamen yasak! Dokunamam, elini tutamam, saçlarını okşayamam. Gözlerine bile doya doya bakamam! Ya birileri vardır, çevrede ya da o dayanamaz gözlerime. Ya bakmaz, bakamaz ya kapatır o canım gözlerini ya da başını çevirir başka tarafa. Haydi, şimdilik hoşça kal! Devamı başka bir zamana...
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 241
YORUMLAR
Yola çıkanın halini Allah bilir.
Gidip de gelememek var, gelip de bulamamak var,
haydi helalleşelim....
bilmiyorum ama garip bir sey bu icim tuhaf oldu..
evet Allah uzun yola cikanlari korusun beladan kazadan.
_ “Susmak, en kolay ibadet!” demiyor mu Efendimiz?
evet an gelir ki susmakta bir ibadet halini alir.
ne kalpler kirilmistir söz ile.
dil yarasi en aci yaraymis derler evet.
cok güzel yaziydi
yüregine emegine yazan ellerine saglik.
sevgim saygim sonsuz
Sessizliğin de bambaşka bir büyüsü var, konuştukça bozulan. İnsan, konuştukça eksilir. Orijinalitesi kaybolur, sıradan biri olur. Olur olmaz yerde gevezelik edenler, bir yerden çıkıp da huzur bozanlar da var. ‘Davar’ diyorum, anla işte! Neyse...
Hani bir söz vardır sevgili Onur Bilge, "Biliyorsan konuş ilim öğrensinler, bilmiyorsan sus adam sansınlar"
Bu günki yaşamımızda bu atasözü gerçek analmda yerini buluyor galiba ne dersiniz.
Yine güzel bir öykü ve güzel bir yazı.
Sevgiler yüreğinize
CANIM ONUR BİLGE
Ahh bu yazılar insanı çok farklı diyarlara götürüyorya..ben okuduğum şu 10 dakikalık sürede sizi film şeridi geçer gibi gözümün önünden izliyorum.sizin heyecanınızı hissediyorum.bazen diyorumki bu yazılarla acaba bizde Semiramis hanımlamı transa geçiyoruz.yüreğiniiz dert görmesin.kaleminiz daim olsun.kucak dolusu güllerimi bırakıyorum.sevgiler,saygılar.