- 1163 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
‘’ DAĞ ‘’ IN BAĞRINDA MERHAMET
Farklılıkların cezbedici etkisine tutukun bir ruhla seyre değer bulmuştum davranışlarınızı…
Gözlenmeye, düşünülmeye değerdi duruşunuz, bakışınız, tavrınız ve tutumunuz…
Yürüyüşünüzün asimetrik, mafya babası ve külhanbeyi modu ve simanızda canlılığını ve tazeliğini yitirmeyen o ürkütücü ve uzaklaştırıcı sertliğe ve soğukluğa rağmen davranışlarınızın anlamına vakıf olma adına çaba sarfetme durumumu garipsemekteyim doğrusu…
Garipsemekteydim en doğrusu…
ALLAH’ın kendinden bir nefha ile insanı buluşturduğu ruhunun aynası konumunda olduğu ifadelendirilir gözlerin…
Gözlerde en güzel ve en özel ifadeyi bulan ve gözlerden gözlere taşınan bütün anlamların ve anlamsızlıkların insan ruhuyla doğrudan ilgisi olduğu düşüncesini kabûllenmiş olmalıydımki bakışlarınızdaki o mütemadî sertliğin anlamını düşündürücü buldum ilkin…
Bir insanın bir diğer insanı sadece bakışlarıyla ezebileceğinin, bakışların insana hissî ve ruhî bir çöküntü hali aldırabileceğinin canlı bir numunesiydi bakışlarınız nezdimde…
O sert ve öfke yüklü bakışlarda sezdiğim sayısız olumsuzluk ve bu meçhul olumsuzluğu besleyici unsurların neler olduğu da meraka değerdi…
Öğretmeni ve öğrencisiyle lisenin tüm fertleri bu sertliğin müdür yardımcılığı makamının bir gereği olduğu kanaatindeydi…
Lisenin huzur bozma eğilimi ve potansiyeli içindeki öğrenciler üzerinde itici ve baskılayıcı bir yöntemin, otoriter ve dayatmacı olması beklenen bir mesleğin mensubu olmanızın neticesiydi onlarca davranışlarınızın her biri…
Benim kanaatimse bilgisel, yaşamsal, tecrübî, psikolojiksel, diyalogsal ve iletişimsel boşlukların, noksanlıkların ve kusurların örtbas edilmesinin, gündeminden düşürülme çabasının ürünüydü kabaca ve sertçe dayatma, yaptırım ve zorlama…
Çaresizliğin çirkince bir acziyete dönüştüğü anlarda kendisine mecburen bavurulan ve ısrarla yumruklanan, kırılan bir kapıydı sert ve amirane tutumlar…
Sözde öğretmen olma vasfı taşıyan, özde bu vasfı taşıma hakkını haksızca işgâl ve meşgûl eden bir insanın bütün etki ve yetki gücünü itici bir güç olduğunu düşündüğüm kaba bir güce dayandırması içimdeki Asiye’ yi [ Zûlme, haksızlığa ve küfre isyan eden kadın ] şahlandırmıştı adeta…
Sizi doğal gözlemlerimin öznesi kıldığım anlarda hakkınızda içimde buna benzer bir ‘’ önyargıyı ‘’, daha yumuşatıcı ifadeyle buna benzer bir izlenimi beslediğimi ve büyüttüğümü ifadelendirmeliyim dürüstçe…
Bir eğitim ve öğretim kurumunda kendimi dünyanın en tehlikeli suçlularından, günahkârlarından biri gibi hissederdim bakışlarınızın esareti altına girdiğim anlarda…
Bakımlı ve temiz bir hapishane binasının en endişe verici gardiyanlarından biri olduğunuz hayali canlanırdı zihnimde… Gülümserdim zihnimdeki gardiyan kıyafetleriyle zihin ekranımda sizi görüntüledikçe içte içe ve muzipçe…
Lisenin koridor nöbetçiliğini yapmakta olduğum günlerse askerî bir kurumun acemi ve saf neferi gibi hissetmekten alıkoyamazdım kendimi…
Emir kipi modelinde ifadelendirmeyi uygun bulduğunuz sözler ve isteklerdi müsebbibi bu halimin…
Konuşmalarınızdaki bu yaygın emir ve direktifleri sindirmekte zorlandığımı anımsıyorum…
Bir temizlik ürünü olan domestos reklamının mikroskobik ve bakterisel canlılar üzerinden yapıldığı animasyon gösterisinde zararlı bakterilerin önderi konumundaki bakterinin söylediği ;
‘’Kötüyüm ben kötüyüm, kötüyüm, kötüyüm. Herkesi hasta ederim, ederim, ederim. ‘’
şeklindeki çocuk şarkılarını andırıcı sözleri sizin tarafınızdan incindiğimi hissettiğim anlarda size uyarlanmış özel haliyle mırıldanırdım içten içe…
Ayrıca çalışma odanızın dağınıklığı, düzensizliği ve karmaşası odanızda bulunduğum her an bakışlarıma batardı ve ben bu dağınıklığın çalışmalarınızı güçleştiririp güçleştirmediğini sorardım merakla…
Siz aslanın aslanlığını yattığı yerin belirleyeceğini söylerdiniz ve söyleyecek söz bırakmazdınız bana bu sözünüzle…
Siz bir öğrencinin yüreği üzerinde varlığınızdan mülhem filizlendirdiği bu önyargı ağacını görmüşçesine malûm rahatsızlığım ardından liseye dönüşümün ilk iki üç ayı ardından lisenin nöbetçi öğrencisi aracılığıyla çağırtmıştınız beni ve ben müdür yardımcısı tarafından çağırıldığımı duyduğumda her öğrencinin duyduğu o büyük endişe heyecanına dönüşen bir kaygıyla çıkmıştım sınıfımdan ve tıklatmıştım odanızın kapısını. Siz simanızda görmeye alışkın olmadığım bir yumuşaklıkla ve anlayış yüklü bakışlarla durumumun nasıl olduğunu, kendimi nasıl hissettiğimi sormuştunuz, kendimi rahat ve huzurlu hissetmem hususunda geniş bir hoşgörüyle karşılanabileceğimi ve dilediğim her an okuldan eve gitme iznimin bulunduğunu söylemiştiniz…
Gariplikle ve mahcubiyetle ve en önemlisi memnuniyetle odanızdan ayrıldığım o an, hakkınızdaki katı his ve düşüncelerimi gözden geçirme gereği duymuştum…
İnsanların davranışları ardındaki gizin önyargıyla, peşin ve mahkûm edici hükümlerle çözümlenemeyeceğine duyduğum inancın güçlendiği anlardı his ve düşüncelerimi gözden geçirme eylemi içimde bulunduğum anlar…
Gözden geçirme eylemimi nihayete erdirdiğim anın sonrasında davranışlarınızın bir sorun, bir tartışma halini aldığı anlarda bazı insanların kendine has husisi özelliklerinin ve farklılıklarının olabileceği, yaşadığımız hayatı sade bir yaşamdan farklı kılan farkın insanî çeşitliliğe bağlı bu zenginliğe bağlı olduğu ve her insanı taşıdığı farklı özelliklerle kabûllenmenin erdemin ve birlik halinde yaşamanın bir gereği olduğu şeklindeki gayet insanî ve iyimser düşünceleri ifadelendirmeye ayarlıydı sözlerim…
Hassas ve etkiye açık sıra arkadaşım omzumda sert ve kırıcı tavırlarınızdan dolayı ağladığı ve üzüntüsünü bana iletme nezaketinde bulunduğu anlarda bu düşünceleri ifadelendirirdim en fazla…
Neredeyse her gün ayrı bir nedeni olurdu muameleniz üzüntüsünün ve çocukça akıttığı gözyaşlarının…
Aslında kişisel, ruhsal ve ailesel sorunları yoğun ve sık yaşayan sıra arkadaşımın ruhen boşalmasına, rahatlamasına, içindeki huzursuzluğu, sıkıntıyı, kaosu gözyaşlarıyla içinden çıkarmasına yardımcı olurdunuz siz…
Sıra arkadaşım omzundaki sorunların ışığını söndürdüğü gergin bakışlı gözlerle ve gözlerinden süzülen yaşlarla adeta yüzünü yıkadığı gözyaşlarıyla sınıfın kapısından adım adım yanıma yaklaşır ve aramızda şuna benzer bir konuşma geçerdi :
Yine bağırdı bana… Herkese yük gibiyim ben, ALLAH alsın canımı da kurtulayım hepsinin meymenetsiz yüzünden…
Sana bağırmış olamaz. Koridordaki öğrencilerin sınıflarına girmelerini sağlamak için sesini yükseltmiştir tatlım…
Kantinin önündeydim, bana bakarak bağırdı… Ne istiyor benden, ne zoru var benimle…
Hassas bir gün senin için bugün… Yıpratma kendini…
sözleriyle karşılandığı her an yarım saat kadar sessizce ağlar ve kendine gelirdi ardından… Yanaklarından süzülen her gözyaşı damlası belini iki büklüm eden bir yükü indirirdi sanki sırtından.
Tarafınızdan ağlatılmadığı anlarsa çekilmez ve geçimsiz gerginliğini çevresine transfer eden bir insana dönüşür biz sınıf arkadaşlarını ve bilhassa sıra arkadaşı olarak beni gergin bir insan haline getirirdi.
Kız arkadaşımın davranışlarınızla ilgili takıntılı ve saplantılı durumunun anormalliğine vurguda bulunurdum sürekli…
Beraberinizde geçirdiğim lise günleri içinde yaşadıklarımın tamamı bu kadar siyahî ve olumsuz değildi elbette…
Sizi müdür yardımcısı olarak tanıdığım yıllarda mizahî bulduğum yönlerinizden biri kız ve erkek öğrenci ayrımı yapmaksızın bütün öğrencilere ‘’ oğlum ‘’ şeklindeki hitabınızdı. Bazı anlar kız öğrencilerin bulunduğu yöne yöneltirdiniz bakışlarınızı ve ‘’ oğlum sırana geç ‘’ derdiniz sert bakışlarla ve biz kızlar gülüşürdük tatlılıkla…
Lise tahsil hayatım süresince tek bir kız öğrenciyi ‘’ kızım ‘’ hitabının muhatabı kıldığınız vaki olmadı…
Ayrıca Pazartesi - Cuma günkü mutad istiklal marşı töreni öncesi, Kemâl Fil’in törene katılamadığı günlerde dudaklarınızın arasından güçlükle ve sıkıntıyla sarf edilen iki üç cümlelik konuşmanızı ilgiyle ve merakla dinler ve her defasında konuşma konusunda yaşadığınız bu sıkıntıyı kendi ruhumda hissederdim adeta…
İki yüz kişilik lise öğrencileri karşısında zaman zaman ve her zaman şu sözleri dillendirir vaziyette bulurdum sizi :
‘’ Oğlum bu okulun kurallarına uyacaksın ! Ha, diyorsan ki, ben bu okulun kurallarına uymak istemiyorum. İki seçeneğin var oğlum ; düz lise, metem. Oraya gidersin ! Bir insanı kandırabilirsiniz, birkaç insanı kandırabilirsiniz ama herkesi kandıramazsınız oğlum. Kimse de vazgeçilmez sanmasın kendini. ‘’
Öğrencilerin doğrudan tek tek ve ayrı ayrı muhatabı olduğu ya da olabildiği bu bitirimâne sözlerin yalınlığı, kesinliği ve keskinliği tuhaf bir etki bırakırdı yüreğimde…
Cümlelerinizin kısa ve sığ olduğu kanaati oluştuğu halde zihnimde bu cümlelerin kelimeleri arasına sığdırılan mesajın ağırlığını ve izini atamazdım içimden…
İmam Hatip Liseleri, vatandaşı olduğumuz ülke yöneticilerinin irticayla mücadele kapsamında ötekileştirdiği ve kat sayı adaletsizliğiyle cazibesini tüketmeye çalıştığı liselerden biriydi Ceylanpınar’da…
İlköğretim yıllarında çevresinden edindiği olumsuz ve yetersiz bilgilendirme etkisiyle ve nedeniyle öğrencilerin tercih etmekten kaçındığı, istikbalini gölgelememe adına yakınında bulunmaktan dahi endişe duyduğu, öğrenci sayısının yetersizliği nedeniyle kapanma ve kapanmama çizgisi arasında gel gitlerin yaşandığı bir liseydi ayrıca…
Kemâl Fil’in bütün İslâmi ve insanî gayretinin Ceylanpınar’ da İmam Hatip Lisesinin kapanmaması yönünde sarf edildiği yıllarda sayısı fazlasıyla sınırlı öğrencilerin özel bir ilgiyle karşılanması bazılarının sağlıksız kişiliğinde ve ruhunda yersiz ve çirkin bir şımarıklık ve vazgeçilmezlik duygusu doğurmuştu ve büyütmüştü…
Siz çarpıcı farklılığınızı bir kez daha bulunduğunuz ortamda ki insanlara hissettirir , içindeki yanlış ve yanıltıcı duygularla yanlışında ısrarcı öğrencileri sözlerinizle tehdit ederdiniz adeta…
Öğrencilerin bildiği ve anladığı dili mahirce kullanır ve elzem uyarıyı yaptığınıza inanırdınız…
Sizi müdür yardımcısı olarak tanıdığım dönemler büyük bir hevesle ve gayretle yazdığım özgün yazıları size okutma isteği duyduğum günleri anımsamaktayım ve yazımı okuduktan sonra derin imâlı bakışlarla söylediğiniz şu sözleri ;
‘’ Sana duymak istediğin sözleri mi, duymayı istemeyeceğin sözleri mi söyleme mi istersin ? ‘’
Bu sözlerde yüreğimden silinmeyen sözlerinizden biri…
Yazılarımı okutma isteğimin ardına gizlediğim gerçeğin onaylanma, taktir edilme ve birilerini kendime hayran bırakma olduğunu anlamamı sağlamıştı sarsıcı etkisiyle bu sözler çünkü…
Yazılarımı okutma isteğimin dayandığı dayanakların tamamı bunlar olamazdı yine de…
Yazılarımı özellikle size okutmamın bir diğer nedeni konuşturmaktı sizi, kapalılıklarınızın bir kısmını açmaya çalışmaktı belkide…
Bir şekilde konuşmanızı sağlamaktı…
Lisede birikiminden ve bilgilerinden istifade niyetiyle kendisine yaklaştığım hiç bir insan uzun süre kapalı kalamamıştı bana…
Sağlıklı ve sürekli bir konuşma biçimi gelişmişti sosyâl hayatımda…
İnsan, yüreğinin kapalı kapılarını elinde tuttuğu iletişim ve diyalog anahtarıyla açma istidadına sahipti…
Bu değerli anahtarı bir siz uzatmadınız elime !
Konuşma konusunda yaşadığınız bu derin isteksizliğin nasıl bir nedeni ve nasılı olduğu yine de öğrenilmeye değerdi benim için…
Israrlı ve devamlı konuşturma çalışmalarım ardından en azından benimle konuşmanızı sağlayamamış olmam morâl bozucuydu…
İnadî tutumumu değişime uğratacak seviyede olamadı bu moralsizlik yine de…
Bir insanın ruhsal ve davranışsal özelliklerinin bir diğer insanca tanınması uzun süre ve sabır gerektiren zahmetli bir ilgi isterdi nitekim…
Acûlâne davranılmamalıydı…
Ve acûlâne davranmadım…
Ayrıca insanı tanıma ve anlama sınırı ve sonu olmayan bir süreçti…
İnsan doğasının sınırsızlığı ve sonsuzluğu neden buna belkide…
İnsan olarak birbirimizle tanışmamızı engelleyen bir engel karşısında mıydı ruhlarımız ?
İnsanın kendisi hakkında konuşmamasını bir alçakgönüllülük olarak algılayan bir kültürün yitik evlatları mıyız yoksa ?
Belkide gerçekte durum, insanın kendisini iyi tanımamasından ve doğru tanıtacak ifade yeteneğine sahip olmamasından kaynaklanıyordur…
Mümkün mü sizce de ?
Bizleri suskunluğa gömen toprağın mahiyeti üzerindeki ihtimâller artırılabilir, azaltılabilir, özümsenebilir ve reddedilebilir…
Bütün ihtimâl dahilindeki tespitlerin değiştirmeyeceği gerçekse insanın üstün ve zayıf yönlerini, genel eğilimlerini ve temel tercihlerini bilmeden yaşadığı hayatın ‘’ hayat ‘’ sıfatını hak etmeyen bir ‘’ yaşama ‘’ dönüşeceği aslında…
Dolayısıyla insanın sağlıklı ve sürekli bir konuşma alışkanlığı ve becerisi kazanmış olmasının huzurlu, doyumlu ve mutlu bir hayat yaşaması açısından son derece önemli olduğunu düşünüyordum…
İnsanı tanımanın en yüzeysel biçimi söz konusu insanın hangi durumlarda nasıl davrandığını ve ne tür duygular yaşadığını doğal bir zamanda ve zeminde gözlemlemek…
Kendinizden bahseder misiniz ?
Nasıl bir insan olduğunuzu düşünüyorsunuz ?
Sorularını size doğrudan sorma fırsatı tanımış olmasanız da bana, sizi tanıma fırsatı bulabildiğim anlarda yakalayabildim yaşamınızda ALLAH’ın izniyle…
Bir insanı tanımanın en iyi ve en etkili yönteminin söz konusu insanla insanın kötü ve güç bir dönemde ve yolculukta bir beraberlik ilişkisi içinde bulunmuş olması olduğu ifadelendirilir büyüklerimizce…
Türk Dili ve Edebiyatı derslerini eşliğinizde öğrenmeye çalıştığım ve lise son sınıf öğrencisi olduğum zor ve güç dönemde yüreğime ve yüreğimden gözlerime yansıttığım o mahzun ifadeyi bir sizin gördüğünüzü ve kaale aldığınızı hissederdim…
Modern eğitim ve öğretim sisteminin yanlışlarını, bilgi ahlakından yoksun yönlerini ve insanı sindiren, yeteneklerini törpüleyen zalimâne cephesini görmeye ve anlamaya başladığım aylardı lisede geçirdiğim son aylar...
Bilginin ve irfanın edinilme gerekçesinin Öğrenci Seçme Sınavına dayandırılması ve indirgenmesi üniversite ütopistlerine karşı öfke hisleri içinde bırakıyordu beni…
İlgi ve beceri alanlarım dışında kalan tüm derslere büyük ve derin bir ilgisizlik duyuyordum bu nedenle…
Derslerimde gösterdiğim o üstün başarı büyük ve hızlı bir düşüşe bırakmıştı kendini haklı bulduğum yüce nedenlerden dolayı…
Son sınıf öğrencisi olarak sınıf tekrarı yapma riskini göze alarak çizdiğim yolda, ilerlemeyi düşündüğüm hedefe emin adımlarla ilerleme kararı almıştım…
Yarıyıl dönem karneme yansıyan matematik ders puanım [ 1 ] kararıma gösterdiğim sadakatin delilidir hâlâ…
İlk defa ebeveynimin karşısına karnemde zayıf bir ders notu ile çıkmış olmanın ezikliğini ve ıstırabını duydum üstelik…
Ebeveynimin derin üzüntüsü üzmüştü beni yalnızca, kendi adıma üzüldüğümü hatırlamıyorum o an…
Bu sıkıcı ve bunaltıcı duyguların esareti altında dahi bulunduğum ortamın aykırı insanı olmaya devam ediyordum son sürat…
Öğrenilmeye değer bulmadığım derslerin sınavlarına girmeyi de reddediyor, sınavlarda bulunmayarak tepkimi yöneltiyordum ‘’ sözde hocalarıma ‘’…
İçimde biriken o acı öfkeyi içimde bu kadar uzun süre taşımış olmam dahi bu tepkiyi elzem kılmaktaydı nezdimde…
Siz bazı derslerin sınavlarına girmediğimi anladığınız anda çağırtmıştınız beni yanınıza…
Sınavlara girmiyormuşsun…
demiştiniz azarlarcasına saf bir endişeyle…
Evet, girmiyorum ve girmem gerektiğini de düşünmüyorum…
Ne demek yavrum girmiyorum, girmen lazım. Son sene yapılacak şey mi seninkisi…
Ezber usûlu eğitime ve öğretime karşıyım, sınavlara girmek istemediğimden de eminim hocam…
Hocanla konuştum, git sınavına gir hemen, bir daha da böyle davranma.
Ama…
Başarılı bir öğrencisin sen, seni örnek gösteriyoruz herkese, yakışmıyor sana…
Peki, teşekkür ederim…
Siz bazı yanlışların bu şekilde düzeltilemeyeceğini imâ etmiştiniz bana jest ve mimiklerinizle…
Hatalı ve zarar verici davranışlarımın bana zarar vermeye başladığı anlarda müdahale etme sorumluluğu duymuştunuz davranışlarıma…
Çalışmalarımı, gayretimi ciddiye almayan insanları ciddiye almam mümkün görünmüyordu…
Gerçi ciddiyetsiz, idealsiz ve gayesiz insanların karşımda yitirdikleri saygınlığı kazanamayacak olmaları ciddi bir kayıp olmayacaktı onlarca…
Lisede kişisel çalışmalarımın genellikle ilgisizlikle karşılanması böyle bir tepki doğurmuştu yine de içimde…
Fazla hissî davranmaktaydım bir bayan duygusallığı içinde…
Duygu evrenime hapsolmuş aklımı ve tavrımı gerçeğe ve gerçekçiliğe davet etmekteydiniz siz…
Bir etki ve tepki meselesini eğitim ve öğretim hayatıma bu şekilde yansıtmamın yanlışlığını göstermeye çalışmıştınız bana samimice…
Sınıf içi konuşma faaliyetlerimi ciddiye almanız, hazırladığım sunumları dinlemeniz ve dinletmeniz beni cesaretlendiren ve yüreklendiren yönlerinizden biriydi…
Türk Dili ve Edebiyatı sınavlarındaki puan durumum bir öğrencinin kişisel çalışmalarını ders içi başarı durumundan daha önemli bulduğunuzun güzel bir misaliydi…
Türk Dili ve Edebiyatı sınavlarından aldığım puanın yetersizliği karnemdeki puan çizelgesine tam puan kaydını almanıza mani olmamıştı…
Bir lise öğrencisi olarak lise tahsil hayatımın en kritik sürecinde açık yürekli, sağduyulu ve duyarlı bir insanın desteğini yakınımda hissetmiş olmamın gelişme aşamasındaki kişiliğime ve kimliğime kazandırdığı değeri unutmam mümkün değil…
Lise ortamında oluşturduğum kişisel ve sosyâl çalışma alanlarımın eziyet verici havası genzimi ve yüreğimi yaktığı ve varlığımı tükettiği anlarda duyarlı duruşunuzdu karşımda ve yanımda gördüğüm…
Hocalarımın çalışmalarım karşısındaki derin ilgisizliğinin mahkûmu ve mağduru olduğum anlarda bakışlarımdaki o mahzun ifadeyi azaltma adına bana farklı çalışma alanları açtığınız zamanların safiyetine hayranım hâlâ…
Şiir yarışması ve Onikinci Felsefe Olimpiyatları gibi…
Bir insanın ulaşabileceği en yüksek ve en sahici düzey insana yatırım yapabildiği düzeydir…
Mustafa Kemâl’in ifadesiyle dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır…
Muzip öğrencinizin bakışlarından süzülen ve yazısıyla hayatı adımlayan fikir ve eleştirilerinin size tutulmuş bir ayna kadar net ve reel görüntüler taşımasını dilerim size…
Özünüz, yüreğiniz, sözünüz, fedakârlığınız ve gönlünüz kadar aydınlık ve güleç olsun yüzünüz…
HALİME ALTUĞ
BİR MİLLETİ HÜR, BAĞIMSIZ, ŞANLI, YÜKSEK BİR TOPLUM OLRAK YAŞATAN DA, KÖLELİĞE, YOKSULLUĞA DÜŞÜREN DE EĞİTİMDİR…
ÖĞRETMENLİK PEYGAMBERÎ VE İLAHÎ BİR SANATTIR…
MUALLİMLER !
İNSANLIĞIN FEDAKÂR MUALLİM VE MÜREBBİLERİNİ SİZLER YETİŞTİRECEKSİNİZ.
VE YENİ NESİL SİZİN ESERİNİZ OLACAKTIR…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.