- 653 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HARAÇ MI İSTİYOR?
PEYGAMBER EFENDİMİZ BUYURUYOR:
• Allah’ın en ziyade sevdiği şey, farzlardan sonra bir Müslüman’ın kalbine sevinç koyabilmektir.
• Allah indinde cihadın en sevimlisi, zalim devlet reisine karşı hakkı söylemektir.
• Dininde halis ve samimi ol, Amalin az da olsa sana yeter.
• Mescitlerinizi sade yapınız. Lakin şehirleriniz şerefli ve muntazam olsun.
HZ ALİ (RA)’ DEN
“ Dört şey devam ettiği müddetçe din ve dünya dim dik ayakta duracaktır:
Zenginler, kendilerine verilen mal ile cimrilik etmedikçe; Âlimler öğrendikleri ve bildikleri şeyle amel ettikçe; cahiller bilmedikleri şeyle kibirlenmedikçe; fakirler de ahretlerini dünyalarına saymadıkları müddetçe…”
HARAÇ MI İSTİYOR?
Temel ve Dursun kahvenin önünde oturuyorlarmış. Bir turist gelmiş ve Temel’e İngilizce yolu sormuş… Temel de ses yok. Turist bu defa Almanca sormuş. Temelde yine ses yok. BU defa Fransızca sormuş. Yine ses yok Temelde. Turist İspanyolcayı denemiş. Yine cevap yok.
Turist kızmış, bağırıp çağırdıktan sonra çekip gitmiş. Bunun üzerine Dursun Temel’e; “ Bir lisan öğrenmenin zamanı geldi galiba” demiş.
Temel ise Dursun’a dönerek; “ Boş ver ne gerek var? Adam dünya kadar lisan biliyor ama bi derdini anlatabildi mi?” demiş.
Aynen fıkradaki gibi, Şerafettin de derdini anlatamıyor ve git gide asabileşiyordu. On beş katlı dört bloğu boyamış, elemanları ile bir yıl emek vermiş ama zarar etmişti. Yılların kurt mütahaid’i Kürşad Bey kalfası ile konuşuyordu;
- Kalfa, nedir bu boyacı meselesi?
- “Zarar gördüm, iki bin liram araya kaynadı, Kürşad bey ödesin” diyor.
- Yüz bin lirasını almadı mı?
- Aldı efendim.
- Haraç mı istiyor?
- Paranın yarısını üç ay geç verdik. O arada boyayı zamlı almış ve güya zarar görmüş.
- Öyle her ağlayana para mı dağıtacağım?
- Sizinle görüşmek için defalarca geldi.
- Hiç takanak kaldı mı?
- Hayır efendim.
- Şantiyeye bile almayın. Defedin gitsin.
- Diretirse?
- Dövün atın iti.
- Bela birine benziyor. Sonra başımız ağrımasın.
- Bana Kürşad derler. Bu imparatorluğun başına itler sofrasında leş kavgaları yaparak ulaştım. Onun gibi ne itleri harcattım.
- Kardeşi kapıda onunla görüşmek istermisiniz?
- Borcum yok ki! Defedin gitsin.
- Emredersiniz Kürşad Bey.
Kürşad Kurt, Ankara’nın en güçlü işadamlarındandır. Zamanı çok değerli olduğu için pek çok işini alt birimlerdeki çalışanlarına havale etmiştir.
Bir ay içinde defalarca görüşme talebi geri çevrilen Şerafettin son defasında iyice tartaklanmıştı da.
Kürşad Bey Osmanlı Padişahı gibi zannediyordu kendini. Padişahlardan daha lüks içinde yaşıyor, nefsini ilahlaştırıyordu günden güne. Günlük fuzuli harcaması iki bin lira’nın üstündeydi. Bir dinleyebilse, anlamaya çalışsa beklide hemen verecekti parasını gariban boyacının.
Artık çaresiz kalan Şerafettin; Şantiye çıkışında Kürşat Beyin arabasının önünü kesti.
- Kürşad Bey, Lütfen, beni dinlemeniz gerek.
- Ne hadle beni durduruyorsun?
- Boyacınızdım Kürşad Bey. Alacağımı alamadım. Sizinle konuşturmadan kovuyorlar. Evime icra geldi. Çaresizim.
- Her zarar ettim diyene haraç mı vereceğim?
- Geç ödemeden dolayı zamlı boya aldım. Faturalarımı inceleyin. Ben sadece o farkı istiyorum ki, icrayı durdurayım.
- Birkaç bin liralık işlerde iki üç ay gecikmenin lafı mı olur? İstediğin yerden istediğin miktar fatura alayım mı sana?
- Aman beyim, etim ne budum ne benim?
- Dileniyor musun? Boya ucuzlasa iade mi edecektin? Çekil yolumdan içerde çürütürüm seni.
- Beyim, o parayı sizden mutlaka almam lazım. Yoksa ben ölürüm.
- Al da görelim.
- Bak beyim, azdan az, çoktan çok gider.
- Oooo. Tabanca da varmış çulsuzda.
- Takıntını hemen veriyor musun, vermiyor musun?
- Aç köpek . Öldürsen eline ne geçecek? Zınnık alamazsın bu yolla.
- Hangi yolla alabilirim.
- Şu kaldırıma oturursun, bir de mendil açarsın. Ben sana sabah akşam dolgun bir sadaka veririm. Ömür boyu geçinir gidersin.
- Ölmeni tercih ederim.
- Ne duruyorsun?
- Öl o zaman.
Konuşma bir el silah sesi ile sonlanmıştı. Kürşad Bey silahına davransa da kafadan yediği tek kurşunla mermi atamadan can vermişti.
Şerafettin tutuklanmıştı. Kürşad’ın genç karısına kalmıştı tüm serveti.
Şerafettin’in kardeşi Talip de “yaşım küçüktü, Kürşad’ı ben öldürsem abiyimin yediği cezanın dörtte birini yerdim” diye düşünüp üzülüyordu ama İslam dini cinayeti affedilmez suç sayıyordu. O adam öldüremezdi. Talip, Hacıbayram Camiinin musalla taşındaki Kürşad Beyin cenazesine bakıp:
“ Mal sahibi nice gördün halini
Felek pençesine düşmüş gidersin.
Beğenmezdin türlü libas giymeyi
Şimdi çıplak ceset olmuş gidersin
Tutmaz idin bir fakirin elini
Sormaz idin yoksulların halini
Haram helal kazandığın malını
Şu fani dünyada dökmüş gidersin
Malın vardı yükseklerde uçardın
Meclisler kurup da bade içerdin
Arabana binip sağa sola koşardın
Şimdi kara yere koşmuş gidersin
Dertli Kerem der nic’olur halim
Bana senden oldu ey kanlı zalim
Hiç vadeye bakmaz erişir ölüm
Ecel şerbetini içmiş gidersin.” Şiirini okuyordu ufak sesle.
Ağaçlar ayakta ölürdü. Öldüğü de hemen anlaşılmazdı. Canlı gibi bir süre daha görkemle ayakta kalırdılar. Bazı kurum ve kuruluşlar, devletler hatta insanlar da öldüğü halde; Ayakta oldukları için sağ zannedilirdiler.
İşin kaymağını da genelde kadınlar yerdi zahmetsizce. İnsanlar genelde en göze çarpanı göremez.
Trabzon ile Rize arasında bir zamanlar gümrük varmış. Temel her gün bisiklet ve önünde küçük bir kum torbası ile gümrükten geçermiş. Bir gün gümrük memuru bu durumdan kuşkulanmış. Temel’e:
- Dur. Ne geçiriyorsun gümrükten? Demiş.
- “Kum” demiş Temel.
Memur kum torbasına elini sokmuş karıştırmış ve gerçekten sadece kum varmış torbada. Bu olaydan sonra Temel yıllarca gümrükten bisikletle önünde kum torbası olduğu halde geçmiş. Yıllar sonra Trabzon’da Bir kahvede Temelle gümrük memuru karşılaşmış. Gümrük memuru:
- Ula Temel, artık emekli oldum sana bir şey yapamam. Gerçekten ne geçiriyordun gümrükten? Demiş.
- Temel: “ Bisiklet” demiş.
Neden, doğru sandıklarımızın yanlış, yanlış sandıklarımızın da doğru olabileceğini hiç düşünmeyiz? Hep nefis çıkar karşımıza çünkü.