- 649 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DÖRT TEMEL MAKSAT. (Makasıd-ı Erbaa.)
Nur forum org sitesinde yazıştığım bir dostuma yazdığım yazıdır.
Bence çok önemli gördüğümden dolayı burada siz sevgili dostlarımlada paylaşmayı uygun gördüm.
Makasıd-ı erbaa adına; Kur-anda ve kur-anın asrımıza bakan tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatında baştan sona kadar,
Tevhid ve tevhidin delilleri nazara verilmektedir.
En çarpıcı ve veciz ifade ise ’ bir iğne ustasız olmaz, bir köy muhtarsız kalmaz, bir harf kâtipsiz yazılamaz,’
Bir iğne ustasız olmaz sözünde Allah (cc) hazretlerinin San-i,
Sıfatını nazara vererek, yaratılmış olan her şeyin mükemmel bir sanat eseri olması hasebiyle “Yaratılan her şeyin, yaratıcısını anlatan bir dil ve gösteren bir delil” olduğunu aklın nazarına vererek, aklı iman etmeye ikna amacını hedeflemektedir.
Bir köy muhtarsız olmaz ve kalamaz, sözünden!
İdare ve otoriteyi nazara verip, Kâinatın sahibi ve sani-inin var olup, mülkünde malik olmanın yanı sıra irade ve iktidar sahibi bir meliktir, her şeyden haberdar olmakla her şeyi emir ve iradesine boyun eğdirmiştir.
Ve “Levkane fihima alihetun illellahu le fesedeta” sırrınca Allahtan başka ilahlar olsaydı kâinat fesada uğrardı.
Ayeti kerimesini dikkatimize sunarken, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında mekândan münezzeh acizden müberra bir hâkimi mutlak olduğunun altı çizilmekte.
Bir harfin kâtipsiz yazılamayacağı ve olamayacağı iddiası ise Hâkimiyet ve irade ile beraber ilim ve marifet sıfatları da dikkate sunulmaktadır.
Yani özet olarak:
İğne, sanata.
Muhtar, idare ve otoriteye,
Harf ise ilim ve marifete,
Dikkatlerimizi çekmekte olup.
Kör tabiatın, sağır tesadüfün,
Zerresinden küresine varıncaya kadar, sonsuz bir ilim, kudret ve sanat eseri olan mahlûkatın icadında hiç bir tesirinin olmadığını ve olamayacağını gündüzün güneşi gösterdiği gibi kör gözlere dahi göstermektedir.
Bundan hareketle!
Başta Allah (cc) hazretlerinin kelam sıfatının tecellisi olan Kur-anı muciz-ul beyanımız ve kudret sıfatından tezahür etmiş olan kainat kitabının her zerresi üzerinde akıl gözü ile Lailaheillallah kelime-i tevhidiyesinin görülmesi gerektiğidir.
Çünkü Allah aklı; “Kunutu kenzen mahfiyyen fe helektul helke liye-rifun” gizili bir hazine idim istedim ki bilineyim sırrı üzerine yarattığına göre!
Her akıl sahibinin, Allah’ı tanıma mecburiyeti vardır.
Büyük Üstadlarımız;
“ hilkatin gayesi imanı billahtır ” derken Makasıdı erbaanın birinci esası olan Tevhidin altını çizmiştir.
Demek ki;
Tevhidin idrak ve ilanı, akıl sahipleri için insaniyetin olmazsa olamazıdır.
Risalet ise!
İnsanın fıtri iman ihtiyacının Allah’ın istediği istikamette ıslah ve terbiye edilmesi anlamını taşır.
Akıl her ne kadar Allah’ı bilmeye müsait yaratılmış ise de,
Allah’ı zati ve subuti sıfatları ile bilmek şirkten kurtulmak ancak ve ancak risalet rahle-i tedrisinde ders almakla mümkündür.
Nitekim peygamberden ders almadan inanma ihtiyacını gidermek üzere yapılmış bulunan tapınmalar totemizm ve sair batıl dinlerin ortaya çıkmasından başka bir şeye yaramamıştır.
Yani yabani bir meyve ağacının meyvelerinin yenilebilir bir vasıf kazanması, ona mahir bir ziraatçının yapacağı aşıyı mecbur kıldığı gibi, inanan kişinin inancının cennet ve rıza-i ilahi meyvesini verebilmesi için risalet rahle-i tedrisinden ubudiyet dersini almış olması lazım gelir.
İşte Lailaheillallah demenin iman Muhemmedenresuallah demenin de din ve dini mesuliyetlerin kabulü anlamına gelmesi.
Ubudiyet ise,
İnsanın Allah (cc) ile olan münasebetleri, nimetlerine karşı külli bir şükür, nefsin hayvani arzularından ıslah ve terbiyesi, sağlığın ve ahlakın koruma altına alınması, Allaha inandığının göstergesi ve vadi ilahiye itimadını ortaya koyması gibi birçok maksat ve maslahatları içine alır ki İman ibadetsiz düşünülemez.
Ve maalesef vesile-i necatta olamaz.
İşte yaratılmış olan her şeyin bir vazife ve yaratılma amacı olduğu gibi, İnsanın rabbine karşı vazife-i asliyesi iman ve ubudiyettir.
KURALI BULUNMAYAN KURUM OLMADIĞI VE OLAMAYACAĞI GİBİ MESULİYETİ VE YAPTIRIMI OLMAYAN DİN DE YOKTUR VE OLAMAZ.
Haşir ve adalet ise!
Tüm bu sayılanlara anlam kazandıran, yaptıklarının iyi veya kötü, hayır veya şer, faydalı veya zararlı her şeyin karşılığının görüleceğine inanmak ve inandığı doğrultuda yaşamasını sağlayan en önemli bir iman esasıdır.
Ahiret inancı olmadıktan sonra diğer tüm esaslar lüks ve fanteziden başka bir anlam ifade etmez.
Yani zalim izzetinde mazlum zilletinde buradan göçüp gidecekse.
Zalimler cehennemde, dünyada yaptıkları zulümlerin hesabını vermeyecekse,
Mazlumlar mağduriyetlerinin karşılığını almayacaksa,
İnanmanın zarardan başka ne faydası var.
İşte Maksıd-ı Erbaa’dan anlamamız gereken özet.
Allah akıl verdiğinden imanı,
İman edenden,
Risalete itiba ve vazife-i risaleti icra ve ifayı,
Allaha karşı muhabbet ve mehafet içinde vazife-i ubudiyeti edayı,
Ve hayata anlam kazandıran zalimin zulmüne dur deyip mazlumu da mağduriyetinden dolayı mükâfat göreceğinin inancı ile sabırlı kılan ahiret inancı, istisnasız her insanını veya insan sıfatlarını haiz her canlının vazgeçilemez, terk edilemez en önemli vazifesidir.
Onun için bence dini telkin ve tavsiyelerde üzerinde durulması ve sadece isimleri ile geçiştirilmemesi gereken çok önemli esaslardır.
Okuma zahmetine katlanan tüm kardeşlerime saygılarımı sunarım.
Allaha emanet olunuz.