- 1846 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
239 - AYSİMA
Onur BİLGE
Aslında çok şey istememiştim hayattan ve senden Aysima. Korkunç yalnızlığımda; yakın arkadaşlık, biraz dostluk, çokça sevgi, o kadar. Şöyle adam gibi yarenlik etmek, bir yerde karşılaşmak belki ayda yılda bir, yol boyu yürümek yan yana, ellerimiz ceplerimizde olsa da. Yorulunca, oturup çay içmek bir kır kahvesinde ve konuşmak, havadan sudan olsa da. Biraz saçma sapan biraz komik, en çok duygusal ve tabi ki romantik. Dama oynamak ya da... Fakat cıvıl cıvıl mutlaka...
Aslında bilgim yoktu hakkında, sana karşı en küçük bir sevgim de ilgim de. Sen, hiç ummadığım bir anda, kendiliğinden geldin, aniden geliverdin! Davetsizce, habersizce, sessizce... Sevdanın ayak seslerini bile duymadım, Aysima. Ansızın içimde bitiverdin inmece iniverdin! Bana yepyeni el değmemiş, mutlu ve huzurlu bir dünya verdin. Hoş geldin!
Aslında, nasıl da ihtiyacım varmış; ilgiye, sevgiye, aşka, kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka bütün bunlarla birlikte. Bu ne kadar güzel bir duygu, Aysima! Yüreğin yürekte vurması, nurun gönle vurması, mekânın yok olması, zamanın durması, tek düşüncenin beyne çakılması, orada öylece durması ve hayal kurması insanın, her fırsatta, gece gündüz; gerçekleşmeyeceğini bile bile, olmayacak şeylere dair. Sevmek başka sevinç, sevildiğini hissetmek bambaşka... Söylenmese de duyulmasa da hiçbir kanununa uyulmasa da... Ukde olarak kalsa da itiraf edilmemiş olması içimde, yine de Allah’ın lütfu, nimeti, ikramı, bir biçimde... Mümkün olmasa da bir araya gelerek iki laf etmek; aşk demek, huzur ve mutluluk demek.
Aslında, başka bir şekli de olabilirdi bu garip ilişkinin, tuhaf aşkın. Üzülmeyebilirdik belki bunca, onca sıkıntı içinde kıvranmayabilirdik, mesela yer açarak hayattan, kendimize iki kişilik iğreti bir dünya kurunca, çok az da olsa bir şeyler paylaşabilirdik, pekâlâ. Biraz beraberlik, konuşma, anlaşma, kaynaşma... En azından, arada sırada telefonlaşma... Bunu bile çok gördün bana! Canın sağ olsun! Bütün kapıları kapattın, sıkıca kilitledin. Sadece tek pencere araladın ve iki hayatı birden paraladın! Her şeyden uzak kaldın, mahrum bıraktın kendini de beni de. Ayıp mıydı, suç muydu, çok muydu? Beni, yalnızlığa zincirledin, sonunda. Yoklukla eşleştirdin, hiçlikle birleştirdin; yerine, evren kadar bir boşluk yerleştirdin. Kahroldun, kahrettin! İkimize de yazık ettin, Aysima! Şimdi ağlama!
Aslında, sevginin sevincinden çılgına döndüğüm zamanlarda, karardıkça kararan gözbebeklerini seyretmek istemiştim, doyasıya; kaşlarınla gizlemeye, kirpiklerinle örtmeye çalışsan da. Hiçbir şey doyumluk değil, yaşamak da, aşk da ve birinden bir şey beklemek doğru değil; o, sen olsan da. Hiçbir şey sorma bana artık, dünyamı öğrenme, bilme! Sakın ha sakın, Sükût Diyarı’nın Suskun Kralı, zahmet edip de ta buralara gelme! Dokunma kendimleliğime, kırgın keyfime taş atma! Uzak yalnızlığıma, tek kişilik dünyama değme! Eğme dalımı, bilme halimi, küskün sessizliğime elleme!
Hiçbir şey tasarlama, bundan böyle bize dair, Aysima! Tasarlasan da uygulamaya kalkma! Sakla vakitlerini, korkularını sakla; ürkek, çekingen, kuşkulu bir mantıkla. Seni bana, beni sana yasakla! Hayatımı kurcalama, konuşma bu saatten sonra, hiçbir şey sorma! Onca zaman sustuğun gibi sus! Sus sonsuza kadar! Sus, Aysima!
Antalya’nın taşlı tozlu sokaklarında dolaştım bir süre. Caddelerini turladım. Her yer bıraktığım gibiydi. Çok geçmemişti ki aradan. Topu topu bir yıl. Mantar gibi bitivermemişti apartmanlar, ağaçlar büyüyüvermemiş, çehresi değişivermemişti, yeşil gözlü, mavi bakışlı, sarı saçlı, al yanaklı güzelimin. Birazcık makyaj yapmıştı, o kadar.
Bursa’ya göre kasaba sayılır. Üç beş ana caddesi, iki üç parkı... Bahçeli’deki büyük çay bahçesinde dinlendim ve denizi seyrettim, bir süre. Oynayan çocukları, yoldan gelip geçenleri... Sonra Tophane’de, falezlerdeki bir banka oturup, Yat Limanı’nı seyrettim, yarım saat kadar. Cumhuriyet Meydanı, eski müze, Saat Kulesi, Antalya’nın çalışkan gelini... Atatürk Caddesi, sağda Üçkapılar, solda Antalya Lisesi ve nihayet Karaalioğlu Parkı...
Kentin en geniş ve en eski parkı... Büyükşehir Belediye Binası’nın önünden itibaren, yaklaşık yedi bin metrekarelik alana yayılan parkın üç girişi var. 1940’lı yıllarda, Haşim İşcan’ın belediye reisliği yapmakta olduğu sırada; ana planı, Perge Antik Kenti’nden alınarak düzenlenmiş. Özellikle sıcak iklimde yetişen yaklaşık yüz yirmi çeşit nadide ağaç ve çiçekleri, gazinoları, beton yol ve miradorlarıyla, Antalya halkının gözbebeği. Parktan, Antalya körfezi ve başı dumanlı, karlı Beydağları seyredilmekte; görünüm, gün ışığına göre değişen renklerde izlenmekte.
Çocuk bahçesine bıraktığım çocukluğumu yokladım. Birkaç kızak ve salıncak daha ilave edilmiş. Şöyle bir etrafı seyrettikten, eski Öğretmenler Lokali’nde hatıralarımı tazeledikten sonra üç kordondan da denizi izleyerek, Hıdırlık Kulesi’nin yanından geçip, Antalya’nın en güzel yerlerinden biri olan Mermerli Plajı’nın üstündeki çay bahçesinde, en uçtaki, İslele’ye nazır masaya oturdum. Yat Limanı’nı ve kıyı boyunca uzaman efsanevi güzeli seyretmeye koyuldum. Bu şairane manzarada, bloknotuma ‘Aysima’ isimli bir şiir yazdım.
Bu çay bahçesine kimlerle gelmiştim, neler konuşmuştuk, kabaca anımsadım, ister istemez. Hele bir defasında Halide’yle gelmiştik. Transistörlü radyom elimdeydi, kulaklığından dinlemekteydim ama kendimi hiç de Almancılar gibi hissetmemekteydim. O, küçücüktü ve çantamdaydı; kimse görmüyordu. Sazlarıyla Hacca giden ozanlara benziyordum. Biz arkadaştık, ona ihanet eder miydim? Onsuz bir yere gider miydim? En yakın dostumdu. Yalnızlığımın ilacı, derdimin devası, arkadaşların hası...
Her yerde, demli bir çaydı, muhabbetin ortası. Çayın padişahı da buradaydı. Etrafa mis gibi bir koku yaydı. Tavşankanıydı.
Sanki sadece burası Antalya’ydı. Yerli yabancı turistler, seyyar satıcılar, balıkçılar, balıkçı tekneleri, sandallar, yatlar... Deniz kokusu almadan yaşayamam ben. Nasıl kokarsa koksun, kıyıda ağlar, onlardan uzak kalınca içim ağlar.
Karşıda Gümrük Binası... Gümrük Müdürü... Ablamın kaynatası... Dolmakalem, Cenaze Marşı, boğarcasına gözyaşı, hıçkırıklarım... Acı tatlı anılarım...
Korsanların mutlaka uğradıkları, dünyanın en ünlü kişilerinin yemek yedikleri lokanta... Hâlâ dimdik ayakta! Karşıdaki gazinodan ‘Amor’ diyor buğulu sesiyle bir Fransız şarkıcı. Harika bir aşk şarkısı... “Aysima!” diyor, kulağıma. Aysima...
Sadece kızlar ay simalı olmaz ki erkekler de olabilir. Aysima olsun onun bir adı da. Geceleri nazlı nazlı doğmuyor mu pencerenin kenarından? Ay gibi parlak ve dupduru, su gibi berrak. Sessizce bakmıyor mu gecede aydınlanmıyor mu yüzü, sokak lambasının sarı ışığı vurdukça? Hele secde yeri, geniş alnı; pırıl pırıl, apak!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 239
YORUMLAR
Aslında, nasıl da ihtiyacım varmış; ilgiye, sevgiye, aşka, kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka bütün bunlarla birlikte. Bu ne kadar güzel bir duygu.....
evet bu duygu yüregimizde ise neredeyse bütün hayata olan bakisimiz pozitif olarak sürüyor.
ve sunu söylemek isterim ustaya ustalik yapmamali.
gerci okumadim tam olarak ama benimde görüsüm bu yönde elestiri cokcada uzatilmamali..
insanlar ne merakli üstünlük taslamaya.
anlayamiyorum.
yüregine saglik yine en güzel yazilardan biriydi.
sevgim sonsuz
Ben eleştirimi yapar, sayfadan çıkarım. Israrcı olmam. Eleştiri, rahatsız edici boyuta vardırılmamalıdır.
Sessizliğime elleme doğrudur. Siz, 'sessizliğimi elleme' yazın, yazılarınızda.
On kere özel mesajlaştık, BİN BİR konusunda. Kastım, BİNBİR GECE değil dedim. BİN BİR ÖYKÜ yazmaya çalıştığımı söyledim.
Bana ne Arabın Şam'ından, Şam'ın şekerinden, BİNBİR GECE sinden?
Rakamla mı yazayım? 1001 ÖYKÜ... BİN BİR...
Farkındaysanız, özel yazışmamızda konuyu kapatmıştık.Hatta gönlünüzü almak için ortada kesişme yolunu denemiştim. Olmadı.
Ne olabilir? ÖYKÜLERİ olmaz da ÖYKÜSÜ olur. Yine ayrı yazılaması gerekir.
Allah sizinle olsun.
*Sessizliğime elleme doğrudur. Ellemek, dokunmak demektir. Sessizliğimi dokunma olur mu? Benim yazdığım doğru
demişsiniz..eş anlamlı kelimelerin gelecekleri ek ve kullanım aynı olacak diye bir kural yok..iki kelime aynı anlam ifade etse de farkı seste olduklarından kullanımınız yanlıştır ve de anlatım bozukluğuna neden olmaktadır..
*binbir gece masalları ifadesinde bin bir tane öyküden bahsedilmez..binbir geceye aitlik sözkonusudur orada..bir sıfattan söz ediyoruz..ve hatta orada kullanılan binbir kelşmesi sayı ifade etmez..sonsuzlaştırmadan söz edilmektedir..bir kalıptır..bu kalıbın kökeni arapçadır..normal şartlarda "bin bir" ayrı yazılır ama "binbir gece" ifadesi masalın ya da öykünün sayısını değil gecenin sayısızlığını ifade ettiğinden -ki kalıbın tarihsel süreci bu yöndedir- bitişik yazılmaktadır..
ve siz bir yanlışı doğruyMUŞ gibi göstermekle doğru yapamazsınız sevgili Onur Bilge..yaptığınız şey sadece yanlışınızda ısrar olur..benim yapabileceğim ise size kolaylık dilemek..
ayrıca eleştiri kimseyi yıkmak adına yapılmaz..yapıcılık yatıyorsa altında biraz düşünmelidir..yazınıza soyut eleştiriler getirmedim..somut ve gerçekliği olan şeylerdi..
körü körüne hata yok orda demek anlatım bozukluklarını görmezden gelmek virgül sarfiyatında bulunmak elbetteki sizin tercihinizdir..
ve bu tutumunuz "ben hata kabul etmem" mantığıdır ki "pekala"..bundan sonra size eleştirim olmayacak elbetteki..
aslında dediğim gibi eleştirdiklerim benim nazarımda yazının kalitesini düşürmez ve de artırmaz..önemli olan bir yazının içeriğindeki doluluktur..sözkonusu şiirse etki gücüdür..vs.vs.vs.
sonuç olarak size edebi hayatınızda kolaylıklar dilerim sevgili Onur Bilge..
selamlarımla..
Klavye hatasını düzeltiyorum. Virgülün kullanımı, üslubumla alakalı... BİN BİR olarak kalması lazım. Bin bir adet öykü yazmak için yola çıktım. Hatırınız için o seçeneği denemiştim. Vazgeçtim. Çünkü kastettiğim, bahsettiğiniz değil.
Sessizliğime elleme doğrudur. Ellemek, dokunmak demektir. Sessizliğimi dokunma olur mu? Benim yazdığım doğru.
Cümlenin ilk bölümlü olumlu, ikinci bölümü olumsuzdur. Doğrudur. Arzu edilen, zıtlığı belirtmektir. Şiir dizesi zaten... Hata yok orada.
Bir yıl, nokta ile biter. Arzu eden üç nokta koyar. Keyfidir. Soru işaretinden sonra nokta koymam da koyulmasını önermem de...
Cümle içindeki yüklemlerden ve bazı fiillerden sonra virgül kullanmaktan vazgeçmem konusunda uyarmayın, bir daha. Üslubuma uyan noktalama şekli o. Değiştirmem mümkün değil. Öyle cümleler oluyor ki orada o virgüller olmasa, anlam ters yüz oluyor! Çok fazla duraklamadığınızda okumayı aksatmaz, aksine vurgulamada kolaylık sağlar.
Eleştiri, saygısızlık değil, önem vermektir. Her şeyden önce emek dökmektir.
Bu kadar uzun bir yazıda tek sözcükte klavye hatası çıkmış. Bakın, okuruma ne kadar saygılıyım! O kadar itina ediyorum. Herkesten aynı özeni bekliyorum.
Hemen düzelttim. Tekrar teşekkürler...
Mutluluklar...
Onur BİLGE
Onur BİLGE tarafından 12/4/2009 12:07:55 AM zamanında düzenlenmiştir.
sevgili Onur Bilge..öncelikle akıcı ve rahat üslubunuzdan dolayı sizi kutluyorum..yazılarınız için genel bir beğeni bu sözlerim..
fakat sizin gibi imlaya dikkat eden birinin bu konuda biraz daha dikkatli ve de yapılan eleştirileri göz önünde bulundurması gerektiğine inanıyorum..tabi buna ben inanıyorum.önemli olan sizin de inanmanız..
mesela sizi "binbir gece..."nin yazılımıyla ilgili uyarmış olmama rağmen hala aynı hatalı yazıma devam ettiğinizi görmek beni şaşırtmıştır..uyarımdan bir süre sonra "bin/bir gece..." olarak denediğiniz bu yazım yine hatalı olduğundan tekrar uyarmak zorunda kalmıştım sizi.fakat siz düzeltmek yerine eski hatalı yazımınıza tekrar döndünüz..sevgili Onur Bilge, doğru yazılım "binbir gece..." olduğu halde bu hatalı yazımdaki ısrarınız neden?
ayrıca bildiğim ve de gördüğüm kadarıyla, bu yazınızda da yine bir takım ufak tefek hatalar gözüme çarptı..umarım bunları belirtmem sizi rahatsız etmez..
*Aslında, nasıl da ihtiyacım varmış; ilgiye, sevgiye, aşka, kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka bütün bunlarla birlikte. (ve bağlacından sonraki hiçbir şey kelimesi fiile olumsuzluk anlamı kattığından ortak kullanılan olumlu yüklem bu duruma uygun olmamıştır)
*Mümkün olmasa da bir araya gelerek iki laf etmek; aşk demek, huzur ve mutluluk demek. (anlatım bozukluğu)
*Ayıp mıydı, suç muydu, çok muydu? (sonu üç noktayla bitmeliydi çok muydu ifadesindeki belirsizlik yüzünden.
" Ayıp mıydı, suç muydu, çok muydu?..")
*Beni, yalnızlığa zincirledin, sonunda. (buradaki virgüller gereksiz..yazının akışını yavaşlatıp bozuyor)
*Eğme dalımı, bilme halimi, küskün sessizliğime elleme!(“sessizliğimi” elleme! olmalıydı.-e eki hatalı.klavye hatası olduğunu düşündüm.)
*Hiçbir şey tasarlama, bundan böyle bize dair, Aysima!(gereksiz kullanılan virgül anlam kopmasına neden olmakta.”tasarlama” kelimesinden sonra kullanılan virgül gibi.)
*Sus, Aysima!(yine hatalı bir virgül)
*Çok geçmemişti ki aradan. Topu topu bir yıl.( Çok geçmemişti ki aradan. Topu topu bir yıl…)
*Bahçeli’deki büyük çay bahçesinde dinlendim ve denizi seyrettim, bir süre.(hatalı virgül kullanımı)
*”düzenlenenmiş.” (yine klavye hatası olmalı, doğrusu "düzenlenmiş" olacaktı)
*”uzaman”(klavye hatası olmalı “uzanan” olacaktı)
*“Aysima!” diyor, kulağıma.(yine gereksiz bir virgül)
evet sevgili Onur Bilge..aslında bu tarz hatalara fazla önem vermiyorum ben..çünkü yazının bütündeki ve de içerikteki kalitesini fazlaca etkilediğini düşünmüyorum..fakat değer ve önem verdiğiniz kriterlere biraz daha dikkat etmeniz konusunda dilimin döndüğünce bilgimin yettiğince saygısızlık etmeden yaklaşmaya çalıştım..hoşgörünüz..
selamlarımla..
Nasil siir gibi öykü yazilabileceginin ispati bu öykü de!
Zaten ilk paragrafi okur okumaz, öykünün ne kadar siirimsi basladigi gecti aklimdan.
COK GÜZELDI! Aci bir hüzün var üzerimde. Simdi öykünün tesirinde, rüyalarimin baskisi altinda rahatca
. . . . . a g l a y a b i l i r i m! . . . . . .. .