Küçük Kayık Ve Çocuk
Havada yağmur vardı. Şehrin üzerine gri, kederli yağmurlar düşüyordu. Pıt… Pıt… Pıt… Yaşamın bütün kasvetleri ayaklanmış, şehrin ıslak sokaklarında geziniyordu. Tüm hayaletler yağmurun ince, tiz ve yalın dokunuşunda tekrardan canlanıyor, ete, kemiğe ve acıya bürünüyordu.
Sokaklar dardı. Bir insanın hayallerinin sığamayacağı kadar dar ve engebeli… Binalar gökyüzünün enginliğini örtecek yükseklikte, koyu bir yalnızlığı saklamak ister gibi kalabalıkça, yan yana, iç içe dizilmişti. Eğik bir tebessümle açılıyordu caddeye, sokak. Nefessiz kalmış bir çığlıktı, özgürlük. Tanımını tanımsızlığının içinde yitiriyor, anbean kendinden vazgeçiyordu.
Şehrin görüngüleri, birbirine sarmal bir şekilde dolanıyordu. Bakışlarda yansıyan, ışığın diyalektiğiyle hayat bulan şey, bir bilinmezin üstünde sadece örtüydü.
Kaldırımın yanında birikmiş su… Kirli ve koyu bir suskunlukla doluydu. Simsiyahtı… Her şey karaltıya iştirak ediyordu. Bir tek gazete kâğıdından yapılmış küçük bir kayık ışıltıyla parıldıyordu, karanlığın orta yerinde. Salınarak ilerliyor, yağmur damlalarının sökün ettiği küçük gölcüğü, gövdesinin kıvraklığıyla arşınlayarak ışığa yöneliyordu.
Kaldırımı dövüyordu yağmurun sert ve haşin dokunuşları. Gazete kâğıdından yapılmış olan kayık sendeliyor, her an devrilecekmiş gibi deviniyor, savrularak koyu renkli göletten geçip gidiyordu.
Biraz ileride caddeyi bir diğer caddeyle birleştiren köşede, trafik ışıkları vardı. Kayık, trafik ışıklarına giderek daha çok yakınlaşıyor, o sırada oradan geçmekte olan çocuk arabasının tekerlerinin altında ezilmekten kıl payı kurtuluyordu.
Şimdi koşan bir gölge belirdi kaldırımın yamacında. Fosforlu yeşil renginde, kapüşonlu yağmurluk giymiş bir çocuk… Gökyüzünden süzülen yağmur damlalarının hızına uyumlu, ileriye doğru atıyordu adımlarını. Yüzünün çocuksu hatlarında, çocuklukla örtüşmeyen derin bir hüzün gizliydi. Bu daha çok yaşanmışlıkla yıkanmış, zamanın oluşturduğu çizgilerde kendini gösteren türden bir hüzündü. Ancak yaşını başını almış kişilerde görünebilecek cinsten.
Öncesi vardı gazete kâğıdından yapılmış kayığın ve küçük erkek çocuğunun. Bu cadde kenarında biriken, yağmur damlalarının oluşturduğu göletlerde ilerlemeden önce, kayık küçük penceresiz ve boğucu bir odadaydı. Çocuk da öyle…
Bu oda çocuğun odasıydı. Evin en korkunç ve bir köşede bırakılmış, ancak kiler olarak kullanılabilecek bir odacık. Ama yine de çocuk o köhne odada, yatağına yattığında, başını kollarının altına koyar, tavana bakıp düşlere dalardı. Düşlerinde upuzun yüzlü, gözleri ışıl ışıl parıldayan yaratıklar vardı. İnsanı ürkütecek bir güçlülüğe sahip olmalarına karşın, tuhaf yüzlü, ışık gözlü yaratıklardan korkmazdı. Onları bir oyun, farklı bir oyun gibi görüyordu daha çok. Çevresindeki hiçbir şeye benzemeyen şeylerin boşlukta birbirleriyle salınarak dans edişlerini seyreder ve bundan büyük keyif alırdı.
Birkaç defa, ağabeyine anlatmaya yeltenmişti. Böcek yüzlü insanlardan bahsetmişti. Sonra havada uçarak dans eden yaratıklardan. Ağabeyi hiç ilgilenmemişti anlattıklarıyla. Onun ilgisini daha çok bilgisayardaki oyunlar, siteler, ya da filmler çekiyordu. Ne zaman ağabeyiyle yakınlık kurmaya çalışsa, onunla arasında örülü gizil, kalın ve sert duvara çarpıyordu.
Annesi ve babası da kendi hallerindeydi. Günlük yaşamın yarattığı güncel sıkıntılarla meşgullerdi ya da kanepeye uzanıp dinlenmekle. İçine doğduğu dünyanın umursamazlığı ona çok doğal gelebilirdi. Normal de bütün çocukların çocukluklarını bu şekilde yaşadıklarını düşünebilirdi. Anne ve babaların tutumlarının daha farklı olabileceği aklına bile gelmemişti. Ta ki, yan daireye taşınan aileye kadar. Tek çocukları vardı. Beş yaşlarında bir kız çocuğuydu. Teni ay gibi parlak, gözleri güneşin pırıltısı gibi apaydınlıktı. Böylesi bir güzelliği düşlerinde bile gördüğünü hatırlamıyordu. Olağanüstüydü… Kız çocuğunun mutlulukla gülümseyişleri her defasında onu içindeki büyük boşlukla dövüyordu.
Yalnızlığı, yeni taşınan komşuların küçük kızıyla birlikte bambaşka bir anlama dönüşmüştü. Onun çepeçevresinde dönüyordu dünya. Ne istese, nereye gitse, neyi düşlese… Oradaydı. Fırfırlı eteklerinin etrafında salınıyordu yaşam. Her şey ona hizmet etmek için sabırsızlanıyor, birbiriyle yarışıyordu. Belli ki anne ve babası arasında bile bir sorundu bu. İkisi, birbirleriyle bile paylaşamıyorlardı bu küçük kız çocuğunu.
Diğer tarafta kendi yalnızlığı… Tek başınalığı vardı. Penceresiz bir odada, korkunç kâbuslarla, bitimsiz gecelerde altını ıslatmanın yarattığı o büyük suçluluk duygusuyla uyanıyordu hayata.
Çocuk evin açılan tüm kapılarından nefret ediyordu. Hiçbiri düşlere açılmıyordu çünkü. Gerçeklik denilen şey, bugün ne yenileceği, nereye gidileceği, zamanın doldurulacağı herhangi bir meşguliyete sahip olmakla ilintiliydi. Gerisi ise büyük bir boşluktu. O boşlukta, can sıkıntısıyla beraber ilişmişti gözüne yere atılmış gazete kâğıdı. Herkes evdeydi. Aynı zamanda kimse yoktu evde. Çocuk, elindeki gazete kâğıdını alıp ağabeyine gitti. “Kayık yapalım mı?” diye sordu.
Yanıt çok netti: “Defol başımdan. Görmüyor musun film seyrediyorum.”
Koltukta oturan babasına koştu. “Baba… Kayık yapmak istiyorum. Bana yardım eder misin?”
Babası, yüzüne bile bakmadı: “Haberleri izliyorum. Şimdi olmaz.”
Koridorda yürürken, mutfağın önünden geçti. Annesi her zamanki gibi mutfaktaydı. Sırtını kapıya dönmüştü. Sanki kapının diğer tarafında olabilecek her şeyden uzak kalmak istermiş gibi… Tezgâha yaklaşmış, bulaşıkları makineye koyuyordu. Çocuk, onunla konuşmaya yeltenmedi bile. Elindeki gazete kâğıdına baktı. Ve odasına koştu.
Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu. Kayık, su birikintilerinin üzerinde, yolun diğer tarafına doğru salınarak ilerliyordu. Çocuk da onun peşinden koşuyordu. Hüzünlü, üzgün bakışlarına yağmurun şeffaf dokunuşları değiyordu.
Küçük bir çocuk için yeterince korkutucuydu imgelerle örülmüş bir dünya. Onun hayal ve gerçeklik arasında yaşadığı çatışkı, uykudaki derin ve sessiz karanlığı uyandırıyordu. Belki de bu yüzden gülümsemiyordu çocuğun çehresi. Çehresinde sevgisizliğin, itilmişliğin, atılmışlığın keskin çizgileri kol geziyordu. Üzerindeki yağmurluk, onu yağmurdan korumak için tasarlanmıştı. Ayağındaki botlar su geçirmiyordu. Bir tek küçük, narin elleri dışarıdaydı, soğuğu yalnızca dünyayı dokunarak algıladığı parmaklarında hissediyordu. Parmaklarındaki soğuk, usulca ilerliyor, ta yukarılara, yüreğine kadar değiyordu.
Kayık da üşüyordu, bulanık, karaltılı su birikintisinin içinde.
Bir kadın ve bir adam, o sırada karşıdan karşıya geçiyordu. Belli ki gergindi ikisi de. Adam kadının kolundan çekiştirdi. Kadın, ona aldırış etmeden yüksek topuklu ayakkabılarıyla yerdeki su birikintisini ezerek ilerledi. Orada, kayık da aynı su birikintisinden geçiyordu. Az kalsın kızgın ve sert adımlar altında ezilecekti. Son anda kadının bacaklarının arasından geçip gitti. Kadın fark etmedi bile su birikintisinin içinde yüzen kayığı… O daha çok kendi kızgınlığının içindeydi. Köşedeki apartmana koştu kadın. Sırılsıklam ıslanmış bakışlarını adamdan kaçırarak sarı boyalı, sevimsiz, cansız ve kıpırtısız apartmana girdi. Demir kapı adamın yüzüne kapandı.
‘Tak’ etti, gözlerinde kapanan kapı. Bir şeyin daha kendisinden uzaklaştığını duyumsadı. Aynı boşluğa salındı.
Çocuk da oradan geçiyordu. Adamın yüzüne baktı. Aynı yalnızlıkta buluşmuş gibi birbirlerinden gözlerini alamadılar. Çocuk çocukluğuydu adamın, adam çocuğun büyümüş haliydi. Derin bir üşümeyle ikisinin de elleri titriyordu. Çocuk arkasını dönmüş giderken, köşeden bir kez daha baktı uzak bir zamanda yaşanılacak olan o an’a. Sonra yağmur damlalarının izinde ilerledi. Kayık gözden kaybolmuştu. Çocuk, kayığın peşine gitti.
Penceresiz odada, yere uzanmıştı çocuk. Kayık henüz yoktu ortalıkta. Bir gazete kâğıdıydı. Çocuk gazete kâğıdından bir kayık yaptı. Tüm düşleri, hayalleri ayağa kalkmış, hareketlenmiş, kayığın kıvrımlarına nüfuz etmişti. Bu da yetmemişti çocuğu güldürmeye. Sanki kapalı kapılar ardında, yalnızlıkla örülmüş bir hücredeydi.
Ne zamanki yağmur yağmaya başladı, çocuk kayığı, yüzdürmek için büyük bir heyecan duyumsadı. Kayığı böylece bıraktı su birikintilerinin üstüne. Sonra takibe başladı yüzen kayığı…
Kayık, dar sokaklarda ilerledi. Trafik lambasının kırmızı ışığına aldırış etmeden geçip gitti. Çocuk da hep peşindeydi kayığın. Onu takip ediyordu. Ama şimdi kaybolmuştu kayık. Göremiyordu çocuk kayığı… Su birikintilerine bakıyordu. İçinde kayık yoktu.
Bir telaş sardı yüreğini. Bir ateş düştü sanki göğüskafesine. Nerede arayacağını hiç bilemeden, aşağılara doğru yürüdü. Şehrin dışına kadar gitti. Tepeye çıktı. Yokuşun dikliği nefesini ortadan ikiye böldü. Yine de pes etmedi. Telaşı giderek büyüyordu. Tepenin en ucunda durdu. Aşağıda denizin engin mavisi vardı. Her yeri görüyordu tepe, dört bir yanı açıklıktı. Elini dürbün gibi yapıp uzaklara baktı.
İşte orada… Bir kıpırtı gördü… Nehrin denize açıldığı kıvrımda, küçücük bir noktacık gibi ilerliyordu kayık. Hemen tanıdı. Bu çocuğun yaptığı oyuncak kayıktı. Ta oraya kadar nasıl gitmişti? Bilemedi çocuk. Onu bulmuştu. Aynı anda yitirmişti. Kayık denize doğru salınıyordu. Şimdi koca ve sahici bir kayık gibi… İlerliyordu. Çocuk, denizin engin ve sonsuz uzantısına baktı. Havayı soludu ciğerlerine. Oyuncak kayığı gitmişti. Bir daha onu ancak düşlerinde görebilecek, düşlerinde yaşatacaktı. Ama zaten düş değil miydi oyuncak kayık. Düş’ün yansıması değil miydi, engin denize açılan.
Sevindi çocuk. Artık özgürdü oyuncak kayık. Özgürdü çocuk!.. Bir düş’ün sonsuzluğa nasıl dokunabileceğini görüyor, önündeki kapalı kapıların anahtarının varlığının derinliğinde olduğunu hissediyordu. Her şeyi içinde duyumsadı. Rüzgâr içinde esiyordu. Coşku içinde hareketleniyordu. Baharların taze kokusunu duydu içinde. Ve ilk kez gülümsedi. Öyle içten, samimi… Ellerini iki yana açtı. Olduğu yerde coşkuyla zıplayarak bağırdı: “Güle güle… Sevgili kayık, güle güle…”
Ve gözden kaybolana kadar izledi oyuncak kayığı.
Yağmur dinmişti. Artık yağmıyordu.
YORUMLAR
Bazıları için çok önemsiz sayılanlar bazıları için erişilmezlerdir.Ve o erişilmezlere erdiğinizde dünyalar sizin olur.Yağmurlar... neleri getirmiyor ve neleri götürmüyorlar ki...Tüm insanlarımızdaki gülümsemelerin yerini gülmelere bırakmasını diliyorum.Yazan yürek ve ellerinize sağlık diyor,saygılarımı sunuyorum.