MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN VASİYETNAMESİ
Sevim ŞEN
1. BÖLÜM:
ANNE--- Oğlum, telefonun çalıyor duymuyor musun?
GENÇ--- Tamam, Anne bakıyorum.
--- Alo, A Erdi sen misin?
ERDİ--- Orhan uğradın mı kitapçıya?
GENÇ--- Hı hı evet, gittim, şimdi geliyorum kitapçıdan. Ama kardeşim ben anlamıyorum ki şu edebiyatçıyı, tutturmaş Oktay SİNANOĞLU’ nun BY BY Türkçe’ sini alın. Ha baktım, 10 TL.
ERDİ--- Yok ama oku bak göreceksin, kitapta görüp de farkına varamadığımız çok ciddi ayrıntılar var. Abi sen de her şeye karşı çıkıyorsun. Ulusların dillerini işgal ederek onları nasıl içten içe oyduklarını çarpıcı belgelerle anlatıyor…
GENÇ--- İyi de abi bunu önüne kim geçer ki, sonuçta küreselleşme denen şeyi görmezden gelemezler ya! Okuyup da ne olacak sanki, gittiğim kitapçının ismi bile Reader’dı.
ERDİ--- Nutuk, o ne kadardı?
GENÇ--- 15 TL ‘ydı galiba…(?!)
ERDİ--- Galiba mı? Oğlum sen fiyat almayacak mıydın bu gün?
GENÇ--- Sorma ya, sonra şu Beşiktaş’taki To Poison’nu biliyorsun değil mi?
ERDİ---Bilmez olur muyum? Geçen gün arkadaşlarla oradaydık. Dayanamayıp sahibine sormuştum, dükkânınızın adı neden İngilizce, diye, adam bir şeyler geveleyip durdu.
GENÇ--- Oğlum dur bir be, yine kafa ütüleyip konuyu dağıtma!
ERDİ--- İyi iyi devam et…
GENÇ---Ha oraya uğradım, Cem YILMAZ’ ın yeni standupı çıkmış piyasaya. Aldım abi ya!! İzle, yok öyle bir şey, dehşet bir zekâ, korkunç performansla birleşince ortaya muhteşem bi şey çıkarmış valla. İzle de gör koparsın be!!
ERDİ--- Öyle mi, iyi getir bakalım.
GENÇ--- İyi de şu hocalardan fırsat kalmıyor ki hayatımız yaşamaya. Şu tarihçi Mehmet Bey, o da ayrı bir dert kardeşim, zorla Nutuk aldırıyor. Sonuçta okuyup atacağız, aklımızda sanki bir şeyler kalacak.
ERDİ--- Yine başladın!! Oğlum sana kalsa hiç çalışmadan, araştırmadan diploma alacağız ha. Hocanın bildiği bi şey vardır, takma bu kadar.
GENÇ---Geç bunları be kanka… Düşünsene şu anda üniversiteyi bitirdiğimizi… İşim de var, oh mis gibi. Ah şu hapis günleri bir bitse!
ANNE--- Oğlum bu telefon biraz uzamadı mı? Yarın sınavın yok mu senin?
GENÇ--- Duyuyor musun annemi, işte bu, herkes bizi yönetmeye çalışıyor.
ERDİ--- Orhan, yarın görüşelim tamam mı?
GENÇ--- Okey, by…
Telefonlar kapatılır. Orhan, kendi kendine sunum yapan televizyondan rahatsız olmuştur ve kapatmak için her zamanki gibi sırra kadem basan kumandayı arar. Bu arda haberler akmaktadır ekranda:
"… Sayın seyirciler; Türkiye´deki işsiz sayısı, Nisan 2009 döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 285 bin kişi artarak, 3 milyon 618 bin kişi oldu....Türk Lirasının dolar karşısındaki düşüşünü ise irili ufaklı işletmeciler kaygıyla izlediklerini bu durumun çözümünü ise ekonomi çevrelerinde beklediklerini belirttiler.…Türkiye, IMF’nin ağır şartlara bağladığı borcu almaya karar verdi. Türkiye’ye verilecek maddi desteğin yönetimini ise yine IMF’nin atadığı temsilci yapacak. Nerelere, hangi bakanlığa ya da kuruma ne para aktarılacağına bu temsilci karar vereceği gelen haberler arasında...Şu anda son dakika haberine geçiyoruz. ABD başkanı, Barak OBAMA Dünya Barış Ödülünü………."
Evet, kumanda bulunur ve ekran kararır, Orhan, her zaman kaybolarak kendisini kızdıran kumandadan hıncını alırcasına onu koltuğa fırlatıp odasına doğru yönelirken:
BABA — Oğlum neden kapattın, bir bakalım memlekette neler oluyor.
GENÇ --- Of baba, her zamanki şeyler..
BABA— Bana şu her zamanki şeyin ne olduğunu söyler misin?
GENÇ--- Okulda hocalar, evde siz! Gerçekten baydınız ben gittim.
BABA--- Nereye?!
GENÇ--- Evin içinde kaybolmam baba merak etme, beni ararsan odamın dolaylarında bir yerlerdeyim.
BABA--- Kendi çapında espriler yapıyorsun iyi ama biraz da kitap karıştırsan. Uyuyacaksın biliyorum ama kitapların her gün senden önce uykuya dalıyor. Yazık evladım, gençliğine yazık.
GENÇ--- İşte oldu baba, ilk kez aynı düşüncedeyiz, cidden ya benim gençliğime yazık.
BABA--- İyi, laf yetiştirmeye gelince bülbül kesilirsin. Aynı zekâ kırıntılarını derslerindeki notlarda görmek isterim.
GENÇ--- Kalıp senin hayat üniversitesi deneyimlerinden faydalanmak isterdim ama dün biliyorsun geç uyudum, şimdi hiç halim yok, göz kapaklarıma hakim olamıyorum. Ben gittim by... Ha annme söyle yarın sınavım yok, ikide bir komut vermesin.
Orhan, yatağına uzanıp ve on yıl sonraki halini düşünmeye başladı:” Ne güzel; ders yok, okul zili yok, öğretmenler yok, ödev yok…”
Kahramanımız, emir yağdırıp ne yapması gerektiği konusunda, kendisine sürekli konferans veren anne babadan da ayrılıp özgürce takıldığını hayalledi.
…………………………….
On yıl dediğin nedir ki, yıllar farkına varmadan zaman sinsi sinsi hayatların üzerinde geçer. Bu doğa kuralı Orhan’ın hayatı için de geçerlidir tabii. Büyük heveslerle beklenen on yıl gelmiş de geçmek üzeredir. Lise bitmiş, o çok istenen bölüm okunmuş; askerlik, evlilik, doktora, yabancı dil, çeşitli kurslar ve onlardan aldığı başarı belgeleri her şey tastamamdır. Ama gel gör ki Orhan mutlu değildir. Tüm uğraşılarına rağmen kendine göre bir iş bulamamış, ülkesindeki torpil çarkının dişleri arasında can çekişmektedir. ”Onca oku, çalış, didin yok, iş yok! Tüm eğitimime rağmen dil istediler, İngilizce yetmez dediler, Almanca, üstüne bir de Çince öğrendim ne yapayım yok, yok, yok! İş yok; bunu hanıma anlatamıyorum ki. Bu memlekette garsonlar kadar değerimiz yok.” gibi monologlara Orhan uyuşuk uyuşuk gezinirken, on yıl önceki halini düşündü; bir şeyler hatırlamış olmalı ki buruk bir tebessüm gönderdi anılarına. Sonrasında genzini inceden inceye, sızım sızım acıtan garip bir hüzün çöreklendi yüreğine. Sadece "KEŞKE" dedi.
İşte gençliğinde zorunlu olarak uğradığı kitapçı, aynı yerde duruyor… Gözüne hemen vitrinde fazla kalmaktan kapağı solmuş NUTUK ilişti. İçeri mahcup, ezik, suçlu girdi; sessizce Nutuk’u aldı ve yine aynı sessizlikle çıktı dükkândan. Elinde yıllar öncesinde bulunması gereken kitabı karıştırırken, sarışın, orta yaşın biraz üzerinde bir adamla çarpıştı. Adamda ilginç bir hava vardı.. Sıradan bir duruş ve bakış yoktu onda. Orhan bu farklılığa kayıtsız kalamadı, bir süre adamı süzdü…
ADAM--- Çocuk, dikkatli yürüsene…
GENÇ--- Tamam abi kusura bakma, excuse me!
ADAM --- Dur bakalım, neden amaçsız yürüyorsun böyle?
GENÇ --- İyi de sen kimsin ki hesap soruyorsun?. Allah Allah, çattık ya!
ADAM --- Tanımadın mı? Öyleyse iyice bak bakalım.
Genç şaşkın, bunu olması mümkün değildi. Donakaldı… Bir süre sessizce bakıştılar…
ADAM --- Evet, ben Mustafa Kemal Atatürk…
2.BÖLÜM
ATATÜRK--- Neden görevinin başında değilsin?
GENÇ --- Görev mi, ne görevi?!!
ATATÜRK--- Çocuk sana okulda vasiyetnamemi okutmadılar mı? Orada neler yapman gerektiğini bir bir belirttim.
GENÇ ---Bir şeyler anlattılar ATAM, ilk, ortaokul, lise hatta üniversite yıllarında hep aynı şekilde anlattılar sizi. Hepsi kalıplaşmış ve tekrardan ibaret sözlerdi. Aslına bakarsanız onları size şikâyet etmek istiyorum. Yıllardır aynı ezberi sunarak sizi sıradanlaştırmak istediler. Hatta onlar bilmem ne hoca efendi oldu, size sadece Mustafa diyecek kadar da ileri gittiler. Sizin adınızı taşıyan üniversitede okudum, Atatürk Üniversitesi’nde; hiç unutmam bir yıl boyunca Devrim Tarihi’ne gelen Muammer DEMİREL isimli zat-ı muhterem, sizin adınızı anmadan devrimlerinizi anlatmayı nasıl olduysa başardı..
ATAKÜRK--- Siz bu durumda ne yaptınız?
GENÇ --- Ben susmadım tabii ki ona: “Atamın adını neden hiç anmadınız, bu devrimlerin mimarı Mustafa Kemal ATATÜRK değil mi?” diye sorduğumda, o da: “ Siz, ortaokul ve lisede onun adını yeterince duydunuz.” diye cevap verdi.
ATATÜRK---Sonra?
GENÇ--- Sonrası yok Paşam, yok, sadece derin bir suskunluk… sessizlik ve gizli bir korku, nedenini bilmediğimiz bir korku…
ATATÜRK --- Öyle mi? O halde senden yani, yeni nesilden vasiyetnamemi bir şekilde sakladılar ve sen de görevini tam manasıyla kavrayıp içselleştiremedin. Yegâne görevini bilmeden sana Avrupa ve ABD yolunu gösterdiler…
Genç mahcup, ezik ve korkarak Atasına tarihi sorusunu yöneltti.
GENÇ--- Peki, görevim nedir?
ATATÜRK--- GÖREVİN: Türk Cumhuriyeti´ni ilelebet korumak ve kollamaktır.
Orhan yine aynı haletiruhiyeyle ikinci soruyu sordu.
GENÇ ---Neden?
ATATÜRK ---Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Gelecekte bu topraklar üzerinde varlığını devam ettirmek istiyorsan, sana yakışan bu rejimi yani "cumhuriyeti" korumalı ve gerektiğinde savunmalısın. Eğer sahip çıkmaz, onu kaybedersen yok olursun evlat!
GENÇ---Cumhuriyet rejimi olmadan var olamam mı? Cumhuriyet dışında yönetim şekillerinin de olduğunu biliyoruz.
ATATÜRK--- Olamazsın, ancak bu re jim diktatörleri senden uzak tutar ki bu da sömürgeci zihniyetlerin hoşuna gitmeyen bir durumdur.
GENÇ---Neden çoğulcu demokrasiden rahatsız olurlar peki?
ATATÜRK--- Soruna soruyla cevap vereyim: Diyelim ki sen bir arsa satın alacaksın. Birden fazla sahibi olan arsayı mı tercih edersin, tek sahibi olanı mı?
GENÇ---Alacağım mülkün tabi ki tek sahibinin olmasını tercih ederim.
ATATÜRK--- Neden?
GENÇ--- Ortak olan mülkte herkesin söz hakkı vardır, herkes farklı isteklerde bulunur, farklı fiyatlar verir; sorun çıkar yani.
ATATÜRK--- İşte, cumhuriyet ise demokrasinin beslendiği yegâne topraktır. Bu toprağın nasıl bakılacağı konusunda her bir vatandaşın söz hakkı vardır. Sömürgeci güçler çoğunluk yerine tek bir kişiyle uğraşmayı tercih ederler. Bu da senin kolayca satılacağın anlamına gelmektedir. Bak Arabistan’a. Dinimizin doğduğu topraklarda, ilk halifeler seçimle yönetime geçerken şimdilerde başlarında kral var. Neden? Çünkü bu topraklarda petrol var. Anladın mı çocuk?
GENÇ ----Peki, tehlikede olduğumu nasıl anlarım, beni bekleyin tehlikeler nelerdir?
ATATÜRK ---Seni, varlığını tehdit edecek ihtimalleri sıralayayım:
1-Cumhuriyeti ve seni yok etmek isteyin iç ve dış düşmanların olacak.
GENÇ--- Bu tehlike tüm dünya milletleri için geçerli, yani herkesin iç ve dış düşmanı olur. Normal bir durum yani.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ ÜN ses sertleşmiş, kaşları çatılmıştı. Genç, o saniye haddini aştığını ve yanlış, yersiz bir çıkış yaptığını anlamıştı.
ATATÜRK--- Normal bir durum diye seni uyarmamalı mıydım?
GENÇ--- Özür dilerim. Bu durumda ne yapacağız Atam?
ATATÜRK --- Her ne halde olursan ol, ister mesleğinin veya hayatının zirvesinde ol, ister kötürüm ol - ne olursa olsun- hiç tereddüt etmeden görevinin başında olmalısın.
GENÇ--- Evet, zor bir durum.
ATATÜRK---Dur ama daha zoru ise;
2- Sana kastedecek düşman dünyanın süper gücü olabilir. Hatta daha kötüsü:
3-Cebren ve hile ile seni işgal edebilir…
GENÇ--- O vakit bittik demektir Atam. Yani sıcak savaştan bahsediyorsunuz, süper güçlerden bahsediyorsunuz. Savaşlar eskisi gibi topla tüfekle de yapılmıyor ki!
ATATÜRK— Dur çocuk sözümü kesme. Cebren ve hile ile kalelerini, tersanelerini ellerine geçirip arkasından da çeşitli hilelerle ordunu dağıtırlar evlat, ordunu. O vakit de kaçınılmaz sonla karşılaşırsın: Vatanın her köşesi bilfiil işgal altında olur.
GENÇ--- …
ATATÜRK--- Kalelerini, yani seni ayakta tutan maddi kaynaklarını – fabrikalarını, bankalarını, ulaşım ve iletişim ağını, ilaç sektörünü, hastanelerini, okullarını- gelişmiş silahlarıyla ele geçirebilecekleri gibi hileyle de işgal edebililer. Bu işin hilesi ise sinisi sinsi ilerler farkına bile varmazsın. Her daim uyanık olmalısın. Sana seçme hakkı vermem oy kullanmanla sınırlı değil, aynı zamanda evlat; denetleyecek gerektiğinde sesini gür şekilde çıkaracaksın. Bu vatan kimsenin şahsi mülkü değil. Kafan alıyor mu dediklerimi?
O dakikalarda Orhan, yerin yedi kat dibine geçmeyi herşeyden çok istiyordu.Ama tarih bu, herkes gibi o da yaptıklarının hesabını verecekti "zira kaçış yolu yoktu". Kendi kendine:" Tarih hangi nankörü affeti ki beni de affetisin?"dedi ve Büyük Önder’in sorduğu soruya, sadece başını onaylar şekilde sallayarak cevap vermekle yetindi.
ATARÜK--- Gelelim tersanelerine. Tersaneyi sadece gemi yapılan yer olarak algılama. Bir yarım ada olduğumuzu da unutmuş gibisiniz. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, Avrupa ve Amerika’nın petrolle bağlantısın sağlayan geçiş noktası Anadolu topraklarıdır. Rusya ise sıcak denizlere inme rüyasından hiç bir zaman vazgeçmeyecektir. Bu stratejik konumundan dolayı her zaman göz önünde olacaksın. Zorla ya da hile ile sana yaklaşmanın yollarını bulacaklardır bunlar. Hatta Çin bile rahat durmayacak. O ırka karşı da Bilge Kağan seni yüzyıllar öncesinde zaten uyarmıştı.
GENÇ--- Orhun Abideleri, hatırladım…
ATATÜRK--- Hileli yolların farkında mısınız diye soracağım senin nezdinde "Türk Gençliğine" ama gerek bile duymuyorum artık! Ben Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu birilerine iş imkânı yaratmak için kurmadım evlat. Şu dükkânların isimlerine bak, neredeyse hapsi İngilizce. Sohbetlerinizde bile - hiç utanmadan - bu dillerden alıntılar yapmaktan en ufak bir endişe duymuyorsunuz. Sen kültür işgalindesin çocuk ve en açı tarafı FARKINDA DEĞİLSİN. Yabancı sermayeyi en kilit noktalara oturtmuş sadece izlemektesin. Tarımının yok oluşuna bile seyircisin.
GENÇ--- …
ATATÜRK--- Susarsın tabii. Sana: "Sen üretme biz sana daha ucuzunu veririz." dediler değil mi? Zihinlerinizin bu denli bulanmasına anlam veremiyorum. En kötü halleri düşünmeden nasıl olurda ambarlarınızı boşaltırsınız. Elinde bir suyun kalmış. Ha madenlerin durumumun da farkındayım. Evlat, sana Çanakkale’den, Dumlupınar’dan, İnönü’nden, Sakarya’dan, Doğu Cephesi’nden, Güney Cephesi’nden sesleniyorum. UYAN!
Orhan duydukları karşısında şaşkındır, başı önünde dinlemeye devam eder.
GENÇ---…
ATATÜRK--- Manen de işgalin yine aynı şekilde gerçekleşir. Kalelerinin, yani seni sen yapan kimliğinin içini oyarlar. Milletlerin kişiliklerini oluşturan unsurlardan biri de tarihidir. Öyle oyunlarla karşına çıkarlar ki seni tarihinden utanır hale geliştirirler. Belli bir süre sonra da seni, Türküm demekten utanacak duruma düşürürler. Dilini küçümser, kullanmaktan sakınırsın. Bu durumda sanatını, geleneklerini yok sayman bile içten değildir. İnanca gelince, işte en tehlikeli oyunlar onun üzerinde oynandı tarih boyuca, sen sen ol dinini siyasetin bir parçası haline getirme.
GENÇ--- Atam bu söyledikleriniz korkunç şeyler. Dikkatime çekti de, olabilecekleri sıralarken bizi bekleyen bir tehlike, arkasında daha zor bir durumu beraberinde getiriyor, doğru mu? Yani biz yerimizde oturdukça, olaylara müdahale etmedikçe işimiz daha da zorlaşıyor.
ATATÜRK--- Aferin bak, metindeki şifreyi çözmüşsün, ihtimalleri basitten zora doğru yani elimden vahime doğru sıraladım!
GENÇ---- Ordunun dağıtılması zaten bizin sonumuz olmaz mı? Ondan daha büyük bir felaket düşünemiyorum. Ordunun işlemez hale getirilmesinden daha fena ne olabilir ki?
ATATÜRK--- Vatan toprağı çocuk, vatan toprağını kaybetmediysen daha şansın var demektir. Ama onu da kaybedebilirsin. Yani vatanın her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
GENÇ----Söylemeye utanıyorum ama yapacak bir şey yok o zaman.
ATATÜRK---- Evet, utanmalısın! Yapılabilecek şeyler bitmemelidir; umudunu kaybetmemelisin! YİNELİYORUM: Ben, sana seni yönetenleri seçme hakkını verdim. Ulusunun kaderini değiştirecek ve seni her ortamda temsil edecek kişileri büyük bir titizlikle seçmelisin. Meclise gönderdiğin kişi hakkımızı her durumda savunmalı, dış ve iç ilişkileri sağlam tutabilmeli. ”Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” diyebilecek karakterde ve görgüde olmalı. Bu, senin asli görevlerinin arasında, UNUTMA!
GENÇ--- Evet, sonuçta siyasette ne olacağı belli olmaz. Sizin de tüm başarılarınız cepheyle sınırlı değil, bunu biliyorum. Mesela; Hatay´ı masa başında kazandınız, hatta izlediğiniz politikada kazandıklarınız neredeyse cephedeki kahramanlıklarınıza denk.
ATATÜRK--- İyi, aferin benden çok da bihaber değilmişsin, söylediklerini kısaca tekrarlarsam: Kalelerine sahip çıkarsan kendini koruyabilirsin. Devlete ait maddi ve manevi güç yoksa, bireysel zenginlik her durumda ve şartta bir şey ifade etmez.? Diyelim ki onu kaybettin; deniz gücünü elinde tutmalısın, hadi diyelim onu da kaybettin! O zaman ordun sağlam olmalı evlat, ordun; ama onu da kaybetme ihtimalinin olduğunu sakın ola unutma! Ordu görevinin başında olmazsa o zaman kaçınılamaz sonla yani vatanın işgaliyle karşı karşıya gelirsin.
GENÇ---……………..
Vatan toprağının işgalinden, ordunun dağıtılmasından daha fena bir durum göremiyorum; ama siz iktidardakilerin yapabileceklerini daha elim ve vahim olarak değerlendiriyorsunuz.
ATATÜRK --- İllaki. Türkiye Cumhuriyeti’ni bekleyen 4. tehlike için daha elim ve vahim ifadesini kullandım. İktidara sahip olanlar en basit meselede ve stratejik öneme haiz durumlarda gaflete düşebilirler.
GENÇ--- Devleti yönetmek basit bir sorumluluk mu ki gaflete düşsünler, olur mu öyle şey?
ATATÜRK--- Ama daha kötüsü dalalete de düşebilir yani seçtiğin kişi, cahil olabilir. Adap erkân bilmez, bulunduğu yerin anlamı ve önemini çözemez ve yahut da çözüp şımarabilir ve bu da onu hataya sürükler.
GENÇ---Bu bir felakettir Atam! Böyle bir ihtimali dahi düşünemiyorum.
ATATÜRK---Ama daha üzücü olanı ise seni yöneten düşmanla işbirliğine girebilir.
GENÇ--- Nasıl yani, düşmanla bir olup mesela; bir bankamızı soyup kaçabilirler mi?
ATATÜRK--- Olabilir, bu ikisinin de şahsi çıkarları için çalıştığını gösterir ama daha acı tarafı düşman siyasi çıkarını kollarken, iktidarda olanlar, yani ülkenin kilit notlarına getirdiğin kişiler, sadece kendini kurtarmak adına, düşmanın siyasi çıkarları için çalışabilir. Buna tüm dünya literatüründe İHANET denir evlat, İHANET!!!
GENÇ --- Atam, yani düşmanın siyasi çıkarıyla benim temsilcimin kişisel çıkarı birleşebilir mi? Meclise gönderdiğim; temsil ettiği ulusun tarihini, dilini, yani maddi ve manevi değerlerini hiçe sayıp sadece kendini ve ailesini kurtarmanın peşine mi düşecek? Hem de düşman siyasi çıkar peşindeyken. Bu kadarı da olmaz artık!..
ATATÜRK--- Olabilir, bak ne demişim: Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlililerin siyasi çıkarıyla tevhit edebilirler.
GENÇ--- Aslına bakarsanız Paşam, suç biraz da bizde. Sizin vasiyetnameniz açıklanırken biz bunu sadece sıradan ders konusu olarak algıladık. Neyi anlatmaya çalıştığınızı çözemedik. Utanarak soruyorum tekrar; Atam bu duruma düştüğümüzde bizlere neyi tavsiye edersiniz.
ATATÜRK--- Milletimden güç almanı çocuk; unutma ben bu toprakları milletimin vatanına, bayrağına, geleneklerine, inançlarına olan bağlılıklarının sayesinde geri kazandım…
GENÇ--- İşimiz çok zor. Bu söylediklerinizin gerçekleşme ihtimali var mı?
ATATÜRK--- Bilmiyorum, bunu cevabını sen ver. İlk ihtimal arkasından ikincisini, ikincisi de üçüncüsünü beraberinde getirebilir. Ya da sıraladığım her bir olasılık başlı başına sorun olarak kapına dayanabilir.
GENÇ--- Uyarılarınız tekrarlayacak olursam, tehlikeler zincirleme gerçekleşebileceği gibi her biri başlı başına da hiç umulmadık anda bizi tehdit edebilir. Doğru anlamış mıyım?
ATATÜRK--- Evet anlamışsın.
GENÇ--- Ama kaleleri, tersaneleri, orduyu kaybettiğimiz yetmezmiş gibi iktidardakiler de bizi sırtımızdan vurduktan sonra ne yapılabilir ki? Çözümsüz kaldım! Atam affınıza sığınarak bir eleştiri getirmek istiyorum.
ATATÜRK---- Söyle bakalım.
GENÇ--- Tüm bu sıraladıklarınız birer felaket teorisi gibi geldi bana. Hepsinin olma olasılığını açıkçası zayıf buluyorum.
ATATÜRK---- Anlaşıldı durum sandığımdan daha vahim…(!!) Çocuk, sen Tarih dersi almadın mı hiç? Ulusların yok oluşlarının evrelerini bilmez misin? Evet, döneminiz farklı, ben sizin çağınızı görmedim, ama UNUTMA: Yıllar boyunca bir ulus değerini hep aynı taktikle yok etti. Sadece değişen şey silahların cinsidir. Senaryolar hep aynı kaldı.
GENÇ---- Siz Kurtuluş Savaşı boyunca ve hatta sonrasında Türk ulusuna moral verdiniz, onarların onurlarını okşayan sözler söylediniz. Ama bu vasiyetnamede moralleri bozacak ihtimalleler sıralamışsınız. Açıkçası geleceğimden endişe eder oldum.
ATATÜRK--- Lider olmanın vasıflarından biri de ileriyi görebilmektir. Geleceğini garanti altına almak adına olabilecekler üzerinde kafa yormalısın. Kaldı ki bu topraklar bize altın tepside sunulmadı. Tedbir politikasını şekillendiren güç endişedir. Biraz önce Orhun Yazıtları´ndan haberdar olduğunu söyledin. Bilge Kağan, Türk ulusuna seslenirken o da olabilecekleri ve alınması gereken tedbirleri sıralamıştı.O uyarılara dikket edilseydi ben bunları tekrarlamak zorunda kalmazdım, öyle değil mi? Ayrıca karşılaşabileceğin tehlikeler daha bitmedi.
GENÇ---Bitmedim mi?
ATATÜRK---En zor olan duruma geliyorum ki bu seni bekleyin 5. tehlikedir: Millet, fakirlik ve yokluk içinde - ki bu fakirlik maddi de olabilir manevi de veya her ikisi de- harap ve bitap yani yıkık ve bitik düşmüş olabilir.
GENÇ--- Atam, sizin aldığınız güçten de mahrum olabiliriz anlamını mı çıkarmalıyız bundan?
ATATÜRK--- Evet, maalesef çocuk maalesef!
GENÇ--- Millet de yoksa ne yapabilirim ki?
ATATÜRK--- İşte tüm bu durunda ve şartlarda senin görevin: Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.
GENÇ--- Nasıl peki? Bizlere lütfen yol gösterir misiniz?
ATATÜRK---O vakit damarlarında dolaşan asil kan, sana ne yapman gerektiğini söyleyecektir.
3. BÖLÜM
Orhan o sabah erken uyandı, çantasını hazırladı, düşünceli bir halde anne ve babasının uyanmasını bekledi. Halen gördüğü rüyanın etkisindedir. Annesi onu salonda hazır vaziyette bulunca şaşkınlıktan panikledi ve oğlunun hemen yanına ilişti ve elini tuttu. Çünkü oğlu lise hayatı boyunca hiç onlardan erken uyanmamıştı.
GENÇ--- Anne bana bir miktar para verir misin?
ANNE--- Tabi evladım veririm de bu nereden çıktı sabah sabah.
GENÇ--- Yok bir şey anne, sadece “UYANDIM” desem.
ANNE--- Kinayeli konuştun, anlamadım yavrucuğum, sen iyi misin?
GENÇ--- Hiç olmadığım kadar anacağım, hiç olmadığım kadar iyiyim. Bu gün okul çıkışı kitapçıya uğrayacağım gecikirsem merak etme.
ANNE--- Kitapçı?
GENÇ--- “Nutuk anne, Nutuk! Bana bir vasiyet bırakıldı onu alacağım, noktasına virgülüne kadar okuyacağım." dedi ve annesinin şaşkın bakışları eşliğinden evden çıktı.
NOT: Yukarıdaki metinin;
TÜRÜ: Radyo Tiyatrosu.
SEVİYESİ: İlköğretim ikinci kademsi ve lise.
Yazının oluşum aşamasında gerekli yardımlarini esirgemeyen çok değerli Hocam Mehmet YILMAZ’a teşekkür ederim.
YORUMLAR
GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN YAPAY GÜNDEMLERLE GERÇEKLERDEN UZAKLAŞTIRILIP, TARİKAT YOLLARIYLA DA BEYİNLERİ SULANDIRILMASINA ENGEL OLMAK ADINA BU ÇALIŞMAMI SUNMAK İSTEDİM.YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM. AMA BU YAZIYA SİTENİN KAYATSIZ KALIŞINA DA ÜZÜLDÜM DOĞRUSU.
Sevim ŞEN tarafından 2/3/2010 12:07:58 AM zamanında düzenlenmiştir.
Oya gedik
Sevgimle...