20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1835
Okunma
İstesek de, istemesek de çoğu zaman hepimiz içimizde ki şeytana yenik düşmedik mi? Hayatımız boyunca sonradan aklı bali olarak düşündüğümüzde kendimizi haklı çıkarmak için hep aynı bahaneyi tekrarlar dururuz. “Olacak şey değil ama şeytan dürttü ne yapayım?” diyerek işin içinden kolayca sıyrılıveririz. Şeytanı hep gözümüzde veya filmlerde boynuzlu zaman zamanda tek gözlü olarak canlandırırız. Ama ne hikmetse hiç sevmediğimiz bu yaratığı hep içimizde taşırız. Ha bu arada günahını almayayım, her zaman kötü şeyler için dürtmez şeytan insanı zaman zamanda iyi işler için dürttüğü olur. Mesela bir yazarı dürter ona bir yazı yazdırır. Ya da bir ressamı dürter eline fırçayı aldırır. Ne bileyim bazen hiç yazmayana bir şiir yazdırır. İster anı diye isimlendirin isterse macera içimdeki şeytanı sizlerle paylaşmam için yine içimdeki şeytan dürttü beni.
YEŞİL ERİK
Çok uzun yıllar önceydi “ kendimi ilk bilmeğe başladığım zamanlar.” Baba memleketim olan Şanlı Urfa’nın Akçakale kasabasında yaşıyorduk, memur bir babanın üç çocuğundan( sonradan dört oldu) en küçüğü idim. Sanıyorum 4-5 yaşlarında ancak vardım. Bir gün babam ve iki ablamla birlikte kasabanın tek manavına gittik, memur maaşı ile zar zor ev geçindiren babam, mümkün olduğunca bizleri pek bir şeyden mahrum etmek istemeyen bir yapıya sahipti, dar gelirine rağmen manavdan birkaç çeşit meyve aldı.
O sırada küfenin içinde duran yeşil erikler dikkatimi çekmişti. Babamın alıp almadığını hatırlamıyorum ama şeytan ilk defa o gün dürttü beni ve kimseye göstermeden sepetten bir tanecik erik çalarak avucumda sakladım.
Bir müddet sonra alışverişi bitiren babamın haydi gidiyoruz komutuyla yola koyulduk. İşte ne olduysa o anda oldu babam ısrarla ablamın elini tutmamı istiyordu. Elimi vermemek için uzun süre direndim, yoksa foyam meydana çıkacaktı. Ama onu da şeytan dürtmüş olacak ki beni azarlayarak “tut dedim ablanın elini” diyerek söylendi. Sonunda olan oldu “avucunun içinde ne var senin bir şey mi saklıyorsun? Çocukça bir inatla Hayır dedim ama, küçücük avucum sanki bir mengeneyle açıldı ve erik ortaya çıktı.
Yüz ifadesi daha da sertleşen babam bizi eve bıraktı ve “akşam geldiğimde görüşeceğiz seninle Fikret Efendi” diyerek işine döndü. Hatırladığım kadarıyla bu babamın bana ilk “efendi” diye hitap edişiydi. Daha sonraları her kızdığında bana “efendi” diye hitap etti böylelikle bende bana “efendi” diye hitap ettiğinde bir suç işlediğimi anlıyordum artık.
Akşam babam hiçbir şey söylemedi. Ama benimle de hiç konuşmadı. Ertesi gün giderken hafifçe kulağımı çekti ve “bir daha sakın ha, yaptığın çok ayıptı.” Dedi sadece.
O gün çocuk aklımla bir daha şeytana uymamaya karar vermiştim ama o ara sırada olsa yine beni ziyarete geldi. Başta da söylediğim gibi bazen de iyi şeyler için dürtmeye geldi, ama ben hep iyi şeyler yaptığımda “ tıpkı okulda aldığımız iyi notu kendimizin alıp, kötü notu öğretmenin verdiği gibi.” Kendim yaptım dedim, kötü bir şey yaptığımda ise suçu hep şeytana attım.
Zaten hangimiz böyle yapmıyoruz ki.
Şeytan girdi içime,
Bak şu yeşil biçime.
Meyvelerin hasıydın,
Isırmaya razıydım.
MEHMET FİKRET ÜNALAN