- 3278 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ENVER GÖKÇE
Enver Gökçe 1920 yılında Erzincan, Kemaliye’nin Çit Köyünde dünyaya gelir. 9 yıl yaşadığı köyünden, kışın yeni başladığı günlerde ayrılır, hayvan sırtında, hanlarda konaklayarak zor koşullarda 11 gün sonra Ankara’ya ulaşır.
Ankara’da Hüseyin Avni adlı şahsın özel ve paralı ilkokulunu bitiren Gökçe, ortaokulu Cebeci Ortaokulu’nda, liseyi ise Gazi Lisesi’nde okur. Gazi Lisesi edebiyat öğretmenlerinden Fevziye Abdullah onu edebiyata yönlendirir. O da bu ilgiyi olabildiğince değerlendirir, yararlanır. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolur. İlk ve orta öğrenim sürecince tanıştığı ve sevdiği, başta şiir olmak üzere yazının her alanına duyduğu ilgiyi sınıf bilinciyle buluşturur.
Enver Gökçe, fakültenin ilk yıllarından başlayarak kendisini sosyalist ve devrimci çevrelere yakın duyumsar. Halk evlerinin ülkü dergisinde düzeltmenlik yapar, teknik konularda çalışır.
Ülkü dergisinde çalışırken Ankara’da yaşayan Arif Damar, aynı mahallede oturduğu Mehmet Kemal, ilkokulu birlikte okuduğu Ceyhun Atıf Kansu ve Niyazi Akıncıoğlu ile arkadaşlık eder. Okulda ise devrimci hocalardan Pertev Naili Boratav, Mediha Berkes ve Behice Boran’la öğretmen-öğrenci ilişkisinin dışında iyi ilişkileri vardır. Gökçe, çalıştığı dergi ve gazetelerden tanıdığı işçilerle de dostluk kurar. Bunlardan; 1951 büyük tevkifatında da karşılaştığı, ceza evinde veremden ölen mürettip Hasan’ı unutamaz; bu güzel insana bir de şiir yazar.
Enver Gökçe, halk ozanları; Aşık Veysel, Aşık İzzet, Habip Karaaslan ve benzeri sanatçılarla tanışır, halk edebiyatının kaynaklarından beslenir.
1948 yılına gelindiğinde Enver Gökçe’ninde aralarında bulunduğu bir grup genç Türkiye Gençler Derneği’ni kurarlar, derneğe 150 kadar anti-faşist ve demokrat genç üye olur, derneğin merkezi, Ankara Denizciler Caddesi’nde ahşap bir evdedir. Çalışmaları sırasında halka her türlü yardım vardır. Derneğin çok yapılı işlere yönelmesi, ırkçıları rahatsız eder. Turancılar derneğe saldırmakta gecikmezler. Enver Gökçe turancıların saldırısını şöyle anlatacaktır: “Biz o zaman safça, yirmi otuz genç, bir odacık yerde toplandık ve elimizde sopalarla gelenleri bekledik. Turancıların etkinliği çoktu o zamanlar. Turancılar saldırdı. Dernek yıkıldı birkaç saat içinde. Kitaplar yırtıldı. Sokaklara atıldı. Dernek üyelerinden yakaladıkları birkaç kişiyi dövdüler.”
Sonraki günlerde etrafında provakosyonlar artarak devam eder. Sonuçta dernek üyelerinden Enver Gökçe, Mehmet Kemal ve Şevki Akşit tevkif edilir. Polisin tutuklama gerekçesi, dernek üyelerinin yaptığı komünizm propagandasıdır. Enver Gökçe ve arkadaşları Ankara Ceza evine götürülüp hapsedilir. Sorgulamalar sonunda hiç kimse mahkum olmaz ve dava beraatlı sonuçlanır. “Fakültenin Önü” adlı şiir, o günlerin ürünüdür:
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
Tanrı dağı kadar Türktü bunlar
Hıra dağı kadar müslüman
Ve de kanlı bıçaklı düşman
Gökler ışıyordu yer yer
Ve ortalık ala şafaktı.
Enver Gökçe, bu hapishane devresinde birkaç tane şiir yazar. “Görüşmeci” adlı şiir bunlardan biridir. Ankara Ceza evi’nde yatarken Enver Gökçe’nin ailesinden birkaç kişiyle beraber kız kardeşi de ziyarete gelir. Görüşme sonrası çok duygulanan şair, daha sonra “Görüş Günü” adıyla yayınlanacak olan şiiri yazar:
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele mendil salla el salla
Merhaba
İzin olsun hapishane içinde
Seni senden sormalara doyamam
Yarım döner sigaramın ateşi
Gitme dayanamam.
Demokrat Parti “umut balonu”nun şişirildiği günlerdir. Enver Gökçe üniversiteyi bitirmiştir. Bu arada fişlenerek devletin sakıncalılar listesine alınacak, yaşadığı sürece izlenecek, dolayısıyla işsiz ve aç kalacaktır.
İşsiz geçen yıllardan sonra 1950’nin Eylül’ünde İstanbul’da Yurtlar Müdürlüğünde bir iş bulur. Burada özveriyle çalışır. Daha sonra o dönemi yaşamının çok önemli bir devresi olarak anacaktır.
İşe başladıktan bir yıl sonra, 1951 yılında ünlü TKP tevkifatı başlar. Enver Gökçe tutuklanır.
1951 TKP Tevkifatında, 168 güzel insan tutuklanır, hepsi askeri mahkemede yargılanır, daha önceden kararlaştırılmış olan cezaların dağıtılacağı bilindiğinden bir çoğu avukat bile tutmayarak savunmalarını kendileri yaparlar. 168 insanın hepsine ceza verilir. Enver Gökçe, 7 yıl hapis ve hapis cezasının üçte biri kadar sürgün cezasıyla cezalandırılır... 168 yurtsever insan ceza evlerine dağıtılır. 2 yıl kadar İstanbul 1. Şubede tutulurlar. Burada ekmek, su verilmediği havasız bırakıldıkları günler olur, bir çok arkadaşları, depresyon geçirir, intihar etmeye kalkanların sayısı artar. Burada kaldıkları sürece kedilerine işkence yapılır. Adana’ya kadar parmaklarından ve ellerinden kelepçeli olarak getirilip, siyasi koğuşa yerleştirilirler, Adana Ceza evinde Zeki Baştımar, Mihri Belli ve Şevki Akşit’le buluşurlar. 7 yıllık hapis cezası Adana’da tamamlanır.
Sürgün cezasını çekeceği Çorum’un Sungurlu ilçesine gider. Burada belirlenmiş olan karakola her gün giderek imza atacaktır. Yine kalacak yer sorunu, iş yani ekmek sorunu ile karşı karşıyadır. İş bulup çalışabileceği bir yere “sürgün naklini” yaptırabilmek için, Sungurlu mahkemesine başvurur, Ankara’yı ister. İsteği kabul edilir ve Enver Gökçe sürgün cezasını Ankara’da tamamlar.
Enver Gökçe, hapislik yıllarında şiirle uğraşmayı sürdürür, “zaman akar, zaman geçer, zaman zindan içinde” dizleriyle başlayan otuz şiirlik bir destan yazar, bunu ceza evinden çıkarmayı da başarır. Kendisine bir kopya almayı ihmal eder, dışarda destan elden ele dolaşacak bir çok arkadaşı tarafından okunur, ancak gerekli özen gösterilemez, yitip gider! Destandan geriye Birkaç şiir kalır. Enver Gökçe’nin anılarında özellikle belirtildiğine göre Destanı Ahmed Arif’de okumuştur.
27 Mayıs Öncesi daha rahat iş bulabileceği düşüncesiyle İstanbul’a gider. Her gün devam eden işçi, öğrenci ve halkın katıldığı gösterileri izler. 27 Mayıstan kısa bir süre önce evinden alınır. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı ve eski yöneticiler, ellerindeki listelerde adları olan sosyalistleri, Ankara, İstanbul, İzmir sıkıyönetim bölgesi dışında zorunlu ikamete yani sürgüne tabi tutarlar. Enver Gökçe 27 Mayıs’ı doğduğu köyde karşılar, 27 Mayıs’tan onun nasibine doğum yerinde sürgünlük düşmüştür.
Enver Gökçe yaşadıkça ekmek parasının ardından koşar, sanatından ve dünya görüşünden hiç ödün vermez!... Ceza evlerinde ve sürgünlerde bozulan sağlığı nedeniyle yaşamak her gün daha zor olur.
O, Paplo Neruda’yı şair olarak beğenir, önemser ayrıca yaşam benzerlikleri nedeniyle de kendisine yakın bulur, kitabını çevirir.
Gökçe, İstanbul’a yerleşir, ev tutar. Çok çalışır. Terslikler bir türlü peşini bırakmaz. Bu halk çocuğu hep çok çalışır, ürettiği çalışmalardan başkaları para kazanır, bir türlü geçimini sağlayamaz. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle yeniden köyüne döner, ancak yazılarını Ankara, İstanbul gibi büyük kentlere gönderir.
Enver Gökçe, sanat anlayışını da şöyle ifade eder:
“Ben sınıf edebiyatı yapıyorum...
Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.
Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasıdır.
Sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olup Ben büyük sanatçılarda bu içeriği ve estetik yanın kuvvetli olduğunu görmüşümdür. Örneğin, Nazım’da ve Neruda’da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan gelmektedir.
Bir sanatçının doğru, devrimci bir yönde bir şeyler verebilmesi için, pratik ve teori arasındaki işbirliği daima göz önünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabiliriz.”
O, genç sanatçılara ve sanatçı olmak isteyen gençlere de şöyle der:
“İyi bir sanatçı olmak için kendini, halkını sevmesi daha doğrusu, bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi içtenlikle bunu yapmak şarttır.
Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz. Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız.
Ben, Türk halkının içinden çıkmış, halkımızın özelliklerini yapıtlarında yansıtmaya çalışan genç sanatçı arkadaşlarımı şimdiden kutlarım.”
19 Kasım 1979’da Seyranbağları Yaşlılar Huzur evine girer. Burada acı günler geçirir. Bu arada yüzünü güldüren birkaç güzel olay yaşar; bunlardan biri değerli şairimiz Metin Demirtaş’ın Antalya’da O’nun adına düzenlediği gecenin morali, diğeri çok saydığı hocası Pertev Naili Boratav’ın kendisini huzur evinde ziyaretidir.
Enver Gökçe, inandığı gibi ödünsüz yaşamış, yaşam kavgasında hep yenik düşmüş, halkın sanatçısı olarak, aydın olarak, yurtsever bir düşünür olarak, sosyalist olarak düşündüklerini gerçekleştirememiş, yalnız kalmış, yalnız bırakılmıştır.
19 Kasım 1981’de, acılarla dolu yaşamında ürettiği güzellikleri halkına ve insanlığa bırakarak aramızdan ayrıldı...
O’na ve onun gibi yiğit, adam gibi adamlara karşı, görevlerimizi yapıp yapmadığımız konusunda kendimizi sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. 79 yılında, Seyranbağları’nda kaldığı huzur evinde onu ziyaret edip elini öpmek şerefine eriştiğim için gururluyum. Fakat bu güzel insanı genç nesillere yeterince anlatamamış olmayı da eksikliğim ve kusurum olarak görüyorum. Bu yazıyı kaleme almakla eğer bu bağışlanmaz suçum bir nebze azalacaksa ne mutlu bana.
Ölümünün 28. yılında bu ölümsüz ozanı “TÜRKİYEM” adlı şiiriyle bir kez daha selamlıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum:
Senin emekçin olaydım
Şen olası türküsü
Dost kokusu, dost selamı Türkiye.