EKSİK MANZARA / öykü
Kadir,Tarih öğretmenliği yaptığı lisenin bahçesinde, elinde telefon bir aşağı bir yukarı gidip geliyor. Yüzü endişeli. Gece uyumamış belli. Gözlerinin altı mosmor.
Teneffüs zili çaldı. Bomboş bahçe, şimdi gençlerle dolacak. Bir dersi daha var, ama hiç hali yok. İzin alıp eve gitmek istiyor.
Geceden beri, Sema’ya ulaşamıyor. Sema, sevgilisi. İki gün önce, Manisa’ya gitti. Bir dergide fotoğrafçı. Gittiği gün konuştular. O kadar… Sonra ne zaman arasa telefonu kapalı. Sema, sık sık iş gezisine çıkıyor. Kadir, bu gezilerden hiç memnun değil.
İzin alıp evin yolunu tuttu. Midesinde kocaman bir taş var sanki. Telefona bir kere daha bastı...yok, kapalı. Hızlandırdı adımlarını. Bir an önce eve varmak istiyordu.
Kafam kazan gibi, diye düşündü. Sema işini çok seviyor . Eh, iyi de para kazanıyor. Ama bir kadına göre değil bu iş. Üstelik, ekipte şimdi, o, küpeli züppe var. Adı neydi? Havalı biri, ha, Erman… İki de bir Sema’yı arayıp sorular sormuyor mu, deli oluyorum! İş için bile olsa, böyle sık aranmaz ki bir bayan. Niye telefonu kapalı? Son zamanlarda, benden uzaklaşmış gibiydi. Yok canım, olur mu, daha yeni, evlilikten konuştuk. Ailesiyle tanışacağım yakında. Şu Erman, yakışıklı hergele. Bizimkinin gönlünü çelmiş olmasın. Açlıktan ölüyorum. Avni, evdedir bu saatte. Bir şeyler hazırlıyordur. Midem berbat. Akşam biraz fazla kaçırdım.
Sersem sepet, açtı kapıyı Kadir. Ev arkadaşı Felsefeci Avni, yemek hazırlıyor. Aslında her şey Avni’in. Kadir emanet burada. Evlenip gidecek.
Mutfaktan gelen güzel kokulara aldırmadan , koltuğa attı kendini. Telefonu çıkardı. Yine aynı kadının buz sesi; aradığınız numaraya ulaşılmıyor…
Avni, mutfaktan çıktı:
-Hayırdır, erkencisin. Hasta mısın yoksa ?
-Ya, sorma, izin aldım. Hiç halim yok.
-Senin moralin bozuk, gözler çukurda, akşam ne oldu, Sema’ ya ulaşabildin mi?
Kadir, iyice bezgin;
-Yok , telefon hala kapalı. Aklıma kötü şeyler geliyor.
-Nasıl yani, başına ne gelebilir ki? dedi Avni, merakla.
Kadir öfkeden kıpkırmızı;
-Aslında, şu züppe Erman’a takıldım. Hani sana söz etmiştim. Bizim kızın aklını çelmiş midir sence? Ne bileyim, kızlar, böyle havalı tipleri beğenir, küpeli filan…
Avni, her zamanki kalender bakışıyla gülümsüyor:
-Sen delisin. Ben olsam, endişem sadece, hastalık konusunda olurdu. Sema, gördüğüm kadarıyla, duygularına sahip çıkan, aklı başında biri. Sevgi bu kadar kolay mı yer değiştirir? Gereksiz kaygılanıyorsun. Hayatı kaygılarla yaşarsan, manzaran eksik olur dostum.
Kadir alaylı güldü:
-Manzara mı? Ne manzarası? Bunu hangi çatlak yumurtlamış?
- Karşınızda duran çatlak, sayın bayım. Yani ben . İsterseniz açıklayayım. Vaktiniz var mı?
Kadir, konferansa hazırım, dercesine eliyle onayladı. Avni, itinalı adımlarla, yürüyüp arkadaşının karşısındaki koltuğa oturdu:
- An’ı yaşamalısın. Şöyle düşün, yaşamın bir manzara resmi. An’lar da bu resmi oluşturan parçalar. Aynı bir puzzle gibi. Yaşadığın her an, o resimde yerini alıyor. Fakat önce, an’ı yaşamayı bileceksin.
-İlginç bu puzzle, fena değil gibi. E, söyle bakalım, çatlak filozof, an nasıl yaşanırmış? diye sordu Kadir, neşesi biraz yerine gelmişti..
Avni, güzel bir sohbete girmenin memnuyetiyle:
-Şöyle, resmin tamamını merak etmeyeceksin. Sadece o parçada olacaksın. Mesela, bir dere akıyor şırıl şırıl. Onun keyfini çıkar. Az ilerde koyunlar otluyor mu, diye düşünme. Nasılsa, diğer parçada, koyunları da göreceksin. Ormandaki kulübeyi, bahçesindeki prensesi de merak etme. Manzara senin nasılsa…Her parçayı doya doya yaşa. Eğer, koyunlar için endişelenirsen, şırıl şırıl akan dereli parça yaşanmamış olacak ve manzarada bir parça eksik kalacak. Tabii ki onu daha sonra tamamlayabilirsin. Fakat her şey zamanında güzel…
Kadir, hiç sesini çıkarmadı. Dalmıştı yine. Avni, arkadaşını düşünceleriyle baş başa bırakıp mutfağa gitti. Sofrayı hazırlamaya koyuldu.
An’ı adam gibi yaşamak, diye düşündü Kadir. Resmin tamamını merak etmeden. Nasılsa resim benim. Peki, bu resimde, Sema’nın beni terk etmesi de var mı? Avni ne dedi? Sürekli bunu düşünürsem, manzaram eksik olurmuş.
O sırada, Avni, mutfaktan sesleniyor. Yemek hazır. Kadir, memnun oturdu sandalyesine:
-Harikasın ya, nefis görünüyor. Sen evlenirsen, ki ufukta böyle bir şey görünmüyor, ama karın acayip mutlu olurdu. Oğlum, ne zaman aşık olacaksın? Merakla bekliyorum.
-Belki de ben aşık olmayacağım. Boş ver ya, benim için üzülme. Dert etmiyorum ki. Düşünmeyi seviyorum ben. Bir şeyler yazmayı bir de.
-Sen an’larını yaşamayı becerebiliyorsun. Kalender adamsın vesselam. İyi de dostum bu resimde, kötü şeyler de var değil mi? Uçurumlar, taşlı yollar, yılanlar, akrepler…
Avni, bir alim edasıyla.
-Sema seni terk edebilir, dedi pat diye. Resminde böyle bir parça olabilir. Eğer varsa, buna o zaman üzülürsün. Niye şimdiden harap ediyorsun kendini? Zira şu anki gerçek üzüntü değil, yapay. Haydi gül! Ve Sema’nın seni aramasını dile.
Tartışma ve yemek ikisini de canlandırmıştı:
-Şu ‘an’ konusunda benim de bir iki fikrim var, sayın filozof.
-O zaman dinleyelim, dedi Avni sevinerek. Arkadaşı nihayet biraz kendine gelmişti.
-Bir kere ben Tarihçiyim. Geçmişle beslenirim. Anılar birikmeli sandıklarda. Mesela, taçlar, tahtlar, muzaffer kumandanlar… Yıl dönümleri, yaldızlı törenler en çok sevdiğim şeylerdir. Uygar insan, an’ı çoktan terk etti. Şimdi, gerçek anlamda, an’ı sadece hayvanlar yaşıyor. Bak, bir yerde okumuştum. Avustralya’da bir grup kabile insanını yakalayıp hapse atmışlar. Ne olmuş bil? Zavallıların hepsi o gece ölmüş. Mevta…Neden mi? Resmin diğer parçalarını asla tahmin edemedikleri için. Gelecek kavramı yok. Kurtulabilecekleri ümidi de…
Avni, hayran bakıyor Kadir’ e, duru, aydınlık, sakin yüzü neşeleniyor iyice:
-Evet, bu mümkün. Görsene, an, ne kadar güçlü. Bu benim görüşümü kanıtlıyor. Senin geçmişin de, geleceğin de an’da yeşerip tomurcuklanıyor. Tohumu an’da ekiyorsun. Uygar insan, bunu bilinçle yaptı mı, bir tarihçi de, bir bilim adamı da, sevgilisini merak eden bir adam da yapay üzüntülerle vakit harcamaz.
Zil sesi… Kadir’in telefonu…Sema arıyor.
Kadir, heyecanla açtı, Sema’nın o, bildik, boğuk sesi:
- Kadir, canım, seni ancak arayabildim.
Avni, arkadaşının sevinç içinde, telefonla odasına gidişini izledi. Haklı çıkmanın rahatlığıyla masayı toplamaya başladı.
Yarım saat sonra Kadir, yüzünde güller açmış bir şekilde geldi:
-Sen haklıydın. Kaza geçirmişler. yok, Sema iyi, yaralananlar olmuş, ancak tehlikeli bir durumda olan yokmuş. Köy yolunda olmuş kaza. Köydeki sağlık ocağına tedavi görmüşler.
Sonra kederli bir sesle devam etti:
-Ben de onun için neler düşündüm. Şüphe ettim. Ya başına kötü bir şey gelseydi! Kendimi asla affetmezdim.
Tekrar telefon çalıyor, Sema’nın neşeli sesi:
- A, unuttum, bugün öğretmenler günü, ikinizi de kuluyorum, yanaklarınızdan öpüyorum!
........
Önemli not: TÜM ÖĞRETMENLERİ KUTLARIM. (Her ne kadar bugüne atfedilen değerlerin içleri boşaltılmış olsa da...) Öğretmenler insanca bir yaşamı hak ediyorlar.
YORUMLAR
Avni, güzel bir sohbete girmenin memnuyetiyle:
-Şöyle, resmin tamamını merak etmeyeceksin. Sadece o parçada olacaksın. Mesela, bir dere akıyor şırıl şırıl. Onun keyfini çıkar. Az ilerde koyunlar otluyor mu, diye düşünme. Nasılsa, diğer parçada, koyunları da göreceksin. Ormandaki kulübeyi, bahçesindeki prensesi de merak etme. Manzara senin nasılsa…Her parçayı doya doya yaşa. Eğer, koyunlar için endişelenirsen, şırıl şırıl akan dereli parça yaşanmamış olacak ve manzarada bir parça eksik kalacak. Tabii ki onu daha sonra tamamlayabilirsin. Fakat her şey zamanında güzel…
........................................................
ya muhteşemsin sevgili filiz ablam...
seni okudukça
öykü yazmak istiyor kalemim...
ve bir gün öykü yazmaya çalışırsam bil ki, ilhamı
sebebi sensin...
eyvaALLAH diyorum kocaman kocaman
bu güzellikleri bizimle paylaştığın için.
SAYGIM SONSUZ.
Gecen yaz hasta annemin yanina gitmistim moral vermek ve kisa sure de olsa ona bakmak icin... Özellikle yaslilarimiz nedense ölumden cok korkar ve ben dedim ki anneme " bak anacigim su an yasiyorsan demek ki ölu degilsin, öldugunde de dusunemiyecegine göre canli olmanin tadini cikar hasta bile olsan... Bir sey olmadan dusunmesini sevenlerden oldugumuz icin normal senin hikayendeki Kadir"in endiseleri... Halbuki sonun olumsuzlugunu dusunseler o an"larin kiymetini cok daha iyi anlayacaklar...
Guzel ve anlam dolu bir yaziydi sevili muget, sevgilerimi sunuyorum ve ögretmenler gununu kutluyor sevgili ögretmenim:)))
Saint-Exupéry’in hayali bir kahramanı “Küçük Prens”
Koyunu ile çiçeğini minik yıldızında yalnız bırakıp keşfe çıkan küçük prensin aklına neler gelir?
“Çiçeğim orada bir yerde, Ama eğer koyun çiçeği yerse!”
Çiçeğine cam fanus da geçirmişti ama…
Yazarımız ona der .
-Koyun için bir tasma çizeceğim.
-----
Altı yıl sonra yazarımız şöyle düşünüyor.
-Küçük prens için çizdiğim o tasmaya kayış eklemeyi unutmamış mıyım! Koyununa bağlıyamayacak asla. Kendi kendime diyorum ki “acaba neler oldu gezegeninde? Koyun pek ala çiçeği yemiştir belki de…”
Kimi zaman da şöyle diyor;
-Hayır, kesinlikle olamaz!Küçük prens her gece çiçeğini cam fanusuna kapatır ve koyununu gözetim altında tutar…” Böyle düşündüğünde mutlu olur.
Bir de şu vardır;
-Bir yada iki kez dalgınlık ettiyse tamam! Bir akşam cam fanusu unutmuştur, yada koyun geceleyin sessiz sedasız kaçıvermiştir…
O zaman çıngırak sesleri göz yaşlarına dönüşüyor!
--
Gökyüzüne bakın ve sorun kendi kendinize:
Koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi, ete mi, hayır mı? Göreceksiniz ki bakış açınızla,tercihinizle her şey değişecek. Yani “an” bakışınızla şekillenecek. İyi veya kötü netice verecek.
Peki siz bu üç durumdan hangisini düşünmeyi seçerdiniz.
-Hayır, kesinlikle olamaz!Küçük prens her gece çiçeğini cam fanusuna kapatır ve koyununu gözetim altında tutar…” Böyle düşündüğünde mutlu olur.
Ben bu düşünceyi seçerdim.
Teşekkür ederim.
Harika bir öykü yazmışsınız.
Mana dolu, ders dolu.