- 1595 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
230 - ÜM İT YAŞAR OĞUZCAN
Onur BİLGE
Dağ evinin küçük kitaplığındaki tozlu raflarında, babama ait dini ve siyasi eserlerin arasında, ilk gençliğimde defalarca okuduğum bir kitap, yıllar öncesine götürüverdi beni. Hayatımın en güzel bölümünü, korumacı zihniyet nedeniyle dört duvar arasında geçirdiğim o en güzel çağıma... O, aşkı şiirlerinden öğrendiğim, adına ve üslubuna hayran olduğum insan, Ümit Yaşar Oğuzcan... Acılar Denizi adlı kitabı... Üzerinde; kalın siyah çerçeveli kocaman gözlüklerinin gölgelediği, kaşlarının gizlemeye çalıştığı, yorgun, derin, zeki bakışları; acı ve zoraki bir tebessümle ruhumun derinlerine bakan bir resmi var. Resmi ve şiirleri var, cismi yok.
Aşkı hissetmeye, hayatı tanımaya, her türlü duyguyu ve duygusuzluğu tanımaya, Türk Edebiyatını öğrenmeye başladığım zamanlarda, her şiirinde yüreğimi kapıveren, kanatlandıran, uçuran, gezdirip gezdirip getiren can yoldaşım, en deneyimli arkadaşım... Ümitten bahseden, umudu öğreten: “Ümit, Yaşar!” derken, içimde umudu yaşatmamı telkin eden, efsanevi aşk kahramanı, yaşamak ve sevmek öğretmenim...
Ümit Yaşar demek; durup dinlenmek bilmeden yazan bir bilek ve sevdiğini, ölümüne seven bir yürek demek. Ben, aşkı ondan öğrendiğim için iflah olmam! Yarım yamalak ilgiler, azıcık ve yalan sevgiler bana göre değil. Öyle temiz hisler, öyle el değmemiş sevgiler, kapağı açılmamış kutsal aşklar var ki at kalbi gibi kuvvetle ve heyecanla atan gencecik yüreğimin içinde, ben de saygıyla eğileyim önünde, ruhumun tüm düğmelerini ilikleyip, sen de eğil!
Sanki ondan başka kimse sevgiyi, aşkı ve tutkuyu bilmiyor. Yeryüzünün tek ihtiraslı âşığı o! Aşkı; yüreğine yatırmış, tomografisini çekiyor ve seri resimler halinde sunuyor. Yüreğini; enine kesiyor, dilim dilim, boyuna diliyor, biteviye; verev kesitler alıyor, simetrik; eviriyor çeviriyor, her görüntüsüne giriyor; aşkı, en iyi o biliyor! Kare kare seyrediyorum, kalbinin girdaplarını. İnci avına iniyorum, Acılar Denizi’nin diplerine. En güzel, en kıvrak balıklar kaçıveriyor avuçlarımın arasından, hüsranı anlıyorum. Hayal kırıklığını tanıyorum; vefasızlığı, acımasızlığı... Yanıyorum! Ben aşkı, sevdayı; kısaca, hayatı onunla tanıyorum.
O, Kaf Dağının ardındaki efsanevi erkek güzeli! Güçlü, sert ve mert tok bir sesle, son derece kendinden emin söylem biçimiyle ulaşılmazlığını haykırıyor, aşkın! Öyle çağıldayarak geliyor ki duyguları, Torosları aşıp, kıvrım kıvrım, öylesine deli çavlan olarak çarpıyor ki çeperlerine; derinden sarsıyor, yerinden oynatıyor, küçücük yüreğimi! O kadar kuvvetli ki o aşk ırmağındaki tarifi imkânsız debi; o zamanlardaki sanımca, ancak bu kadar güzel yazılabilir, şiir ve ancak bu kadar edebi!
Günümüzün en popüler şairi... Lütfi Bey’le Güzide Hanım’nın oğlu olduğunu, 22 Ağustos 1926 tarihinde, Tarsus’ta doğduğunu, Eskişehir Ticaret Lisesi’nde okuduğunu, Ankara’da, İncesu Lisesi’nden 1946 yılında mezun olduğunu, Osmanlı Bankası’nda ve Türkiye İş Bankası’nın Adana, Ankara ve İstanbul’daki şubelerinde çalıştığını, Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısıyken, otuz yıllık bir memuriyet hayatını, 1977 yılının altıncı ayında emeklilikle nihayetlendirdiğini; İstanbul’da, kendi adını taşıyan bir sanat galerisi kurduğunu, bir süre yayıncılık yaptığını ve Akbank Genel Müdürlüğü Krediler Servisi’nde çalıştığını, Çarşaf adlı mizah dergisinde şiirler yazmakta olduğunu biliyorum ve onu çok seviyorum.
1940’da Yedigün şairleri arasında şiire başlamış, ilk şiiri 1942’de Eskişehir’de çıkan Kocatepe Gazetesi’nde yayınlanmış. Yedigün, Varlık, Büyük Doğu gibi dergilerde yayınlanan şiirleriyle tanınmış. İlk şiir kitabı ‘İnsanoğlu’ 1947 yılında çıkmış. 1975’te otuz üç şiir, dört düzyazı kitabı, on üç antoloji ve biyografik eser olmak üzere tam elli kitap çıkarmış. Bazı şiirleri, çağdaş popüler sanat müziği bestecileri tarafından bestelenmiş. Böylece, şarkı sözleri ile şiirlerinin ulaşmadığı kimse kalmamış. Şiir plaklarıyla ve yergileriyle tanınmış.
Faruk Nafiz Çamlıbel kadar hassas ve duyarlı şiirler yazmış. Aşk, ayrılık, özlem temalarını işlemiş. Şiirleri, zamanla geniş kitlelere ulaşmış. Hayranlık duyulan bir aşk ve ölüm şairi olarak tanınmış.
Ankara’dayken, arkadaşları, komşuları, tanıdıkları evine gelerek, içki şişeleri geririrler, üzerine şiir yazıp imzalamasını rica ederlermiş. Çok kişiye böyle hatıra yazılar bırakmış, el yazısıyla.
İstanbul’da, nihayet istediği gibi bir eve taşınmış. Son zamanlarında, etrafı açıklık bir eve. O evde daha farklı bir huzur içinde olduğu sezilmekte...
Büyük oğlu bunalımdaymış. Zaman zaman kriz geçirmekte ve intihar edeceğinden bahsetmekteymiş. Bir gün, önce birkaç kadeh içki içmiş. Sonra o kulenin bulunduğu yere gitmiş. Orada oturup bir kahve içerek bir süre düşünmüş ve sonra da kalkıp; kendisini, Galata Kulesi’nden aşağıya bırakmış! Vedat’ın, 1973 yılındaki intiharı, şairin ruh dünyasında tamiri mümkün olmayan hasara yol açmış ve o zamandan sonra kendini, ’Acılar Denizi’ olarak tasvir etmiş.
Vedat’ın intiharıyla yıkılmış. Ölümü, daha yakından görmüş ve hayatın boş olduğunun idraki içinde kaleme almış. Yüreğindeki acıların en dayanılmazı olan evlat acısıyla, öz ve biçim yoğunlaştırmalarına yönelerek ruhunun derinliklerinden unutulmaz dizeler getirmiş.
Allah taksiratını affetsin! Kolay değil, evlat acısı! Defalarca intihar teşebbüsünde bulunduktan sonra nihayet, oğlu gibi başarıya ulaşmış.
Ruhuma huzur veren şiirler bıraktığı için sevgiye verdiği değer hürmetine Allah’ım onu affetsin, cennetine kabul etsin, İnşallah!
Şair ve yazarlarda intihar çok görülüyor. Doğru değil. Fakat sebebi; iç dünyalarının derinlerine çok fazla inmeleri... Vurgun yiyorlar! Çıkamıyorlar. Akıl hastalığı diyoruz. Sebebini sormuyoruz.
Hayatı boyunca, bazı kaynaklara göre yirmi, bazılarına göre yirmi dört, bazısına göre de sadece üç kez intihara kalkışmış. 4 Kasım 1984’te İstanbul’da yaşamını yitirmiş.
Ankaralı şairler, kendilerini elit bir zümreye mensup görür, onu dışlarlarmış. Yazdıklarına burun kıvırırlar, yanlarına geldiği zaman rahatları kaçmış gibi bir tavır takınırlar, aralarına almak istemezler, büyüklük taslarlarmış. Şiirlerinde kusur ararlar, öyle yazmamasını, yazdıklarının iyi ve kalıcı şiir olmadığını söylerlermiş. O, bildiğini yapmaya, en duyarlı ve yoğun aşk şiirleri yazmaya devam eder:
"Beğenmezlerse beğenmesinler! Ben halk şairiyim. Beni halk seviyor. Halk beğeniyor. O bana yeter!" dermiş.
Aruzla yazdığı rubailerinde gösterdiği şairlik başarısına, onların arasında kaç kişi ulaşabilmiş? Kaç kişi onun gibi rubai yazabilmiş? İmalesiz zihafsız. Türkçe üstelik. Geçim derdine düşmüş, halkın beğenisine göre şiirler yazmış. Sanat yapmayı değil, popüler olmayı tercih etmiş. Belki de sanatı sonraya saklamış. Çoğu yetenek gibi öyle bir yetenek de körelmiş gitmiş ya da o zaman gelmemiş, gelememiş. Aksi halde şimdi:
“Ömer Hayyam da kim? Ümit Yaşar, kıyamete kadar yaşar!” diyebilecektik.
Mimar Sinan, Selimiye Camisi’ni yaptığı zaman, halkı toplayıp:
"Bakın bakalım, neresinde bir hatası var? " diye herkesin fikrini sormuş. Bir çocuk çıkmış:
"Amca, şu minare eğri!" demiş.
"Hangi tarafa doğru eğri?" diye sormuş, Koca Mimar. Çocuk, ne tarafa doğru eğri olduğunu söyleyince, o minareye adam çıkarttırmış, ucuna ip bağlatmış, çocuk:
"Tamam, düzeldi!" diyinceye kadar çektirtmiş.
Minare düzeleceğinden değil tabi... Bir çocuğun görüşüne dahi değer vermiş olduğunu göstermek, hataymış gibi kabul etmek, mimarlığıyla öğünerek kibir gibi, iyi amel ve ibadetleri yok eden canavardan kurtulmak, büyüklenme ağına düşmemek için...
Ümit Yaşar Oğuzcan da şiirlerine birer ip bağlamalı, onu şairden saymayan ve aralarına almak istemeyen şairler:
“Tamam, düzeldi!” diyinceye kadar, tarif ettikleri tarafa doğru çekmeliymiş.
Kekeme olduğu halde, şiir okurken asla kekelemezmiş. Onlara, yazdıkları şiirleri okuduğunda hep eleştiri alır, sanırım yine kekeleyerek:
"Önemli değil, arkadaşlar. Sizin beğenmeniz gerekmiyor. Ben halk şiiri yazıyorum. Halk şairiyim. Halk için yazıyorum. Beni halk beğeniyor. Çok da seviyor." der, geçermiş.
Zamanın şuara tabakası Ümit Yaşar’ı beğenmiyordu diye kitapları mı satılmadı? Hayranları mı azaldı? Ne eksildi?
Bir de işin ideolojik boyutu var. Zamanın en iyisi olarak adlandırılan Necip Fazıl Kısakürek, tasavvufi şiirler yazmaya başlayınca ona da arkadaşları:
"Sabık şair!" demeye başlamışlar.
Kendi taraftarları tarafından göklere çıkarılırken, eski arkadaşları tarafından şiddetle kınanmış:
"Ne çabuk unuttu, kadınlar için yazmış olduğu o açık saçık şiirleri? Sorun bakalım!" diye haber yollamışlar. O da hazırcevaptır. Şöyle demiş:
"Ben mazimi ve o şiirleri, çöpe attım. Çöplüğü, köpekler karıştırır!.."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ -230
YORUMLAR
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karsısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...
Ümit Yaşar Oğuzcan............duamla.............
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 11/24/2009 10:11:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
BEN BİR EYLÜL SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki dizboyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilkyaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, off başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım onüçüncü aylara
Ben bir eylül, sen haziran.
.....................................
o muhteşem şiirleriyle anmak ne güzel büyük ustayı,
lise1 de bu şiirini arkadaşımla düet şeklinde okumuştuk,
bu şiirle başladı şiir ve edebitayat aşkım.
çok güzeldi yazınız onur hanım,
ustanın bilmediğim yönlerini de öğrendim.
tebrik ederim...
ancan merak ettim neden isminin arasına nokta koyma gereği duydunuz? (ÜMİT.YAŞAR.OĞUZCAN şeklinde...)
bezm-i cihan tarafından 11/24/2009 9:07:11 PM zamanında düzenlenmiştir.
Zamanın en iyisi olarak adlandırılan Necip Fazıl Kısakürek, tasavvufi şiirler yazmaya başlayınca ona da arkadaşları:
_ "Sabık şair!" denmeye başlamışlar.
Kendi taraftarları tarafından göklere çıkarılırken, eski arkadaşları tarafından şiddetle kınanmış:
_ "Ne çabuk unuttu, kadınlar için yazmış olduğu o açık saçık şiirleri? Sorun bakalım!" diye haber yollamışlar. O da hazırcevaptır. Şöyle demiş:
_ "Ben mazimi ve o şiirleri, çöpe attım. Çöplüğü, köpekler karıştırır!.."
MÜKEMMELDİ! RUHU ŞAD OLSUN. ALLAH RAZI OLSUN.
Ü.Yaşar Oğuzcan'ın, acı dolu, hayat hikayesini ayrıntılı olarak ilk defa okudum. Mağfiret sahibi Rabbim gani gani rahmet eylesin. Kibir ve hasedlik dolu insanların, Şair'in sıkıntılarına sıkıntılar katması çok üzücüydü.
Yorumlara göz atarken, M.Ceylan gülümsetti. Yazıyı acele atlayarak okumuş; Bu niye yok diye sitem ediyor:))
Sevgili Onur Bilge, yüreğiniz, kaleminiz var olsun.
Saygılar
Okumaya başladığım ilk anda yüzüm gülüyordu.Ama şimdi yanağımdan süzülen göz yaşını durduramıyorum.Bu yazıyıda hıçkırarak yazıyorum.Ümit Yaşar Oğuzcan .Bana şiiri sevdiren ilk şair.Fakat beni üzen onu hiç tanımamış olmam.Sadece çocukluğumda ,tarlanın ortasında gazeteyi açıp ,onun şiirlerini okuduğumu hatırlıyorum aynı senin gibi gizlice.Aşk şiirlerinden etkilenip yazmaya başladığım dönemler o günlere rastlar
Ama bu gün onu bana sen tanıttın aynı çok şey öğrettiğin gibi..bu ğ ler gibi
Can arkadaşım Onur
Çok etkilendim ruhu şad olsun .Her mısrası canımı çok acıttı,çok fazla
Yaşadıkları isyan ettirecek kadar kanıma dokundu
Sen varol...Ben en çok Özdemir Asaf ı seviyorum...Ve inan onuda sadece şiir lerinden tanıyorum
Hayatını şimdi çok merak ettim
çok sagol var ol çok yaşa ...Allah seni korusun,bütün kötülüklerden birtanesin sen Onur Bilge
Kutlarım canı gönülden
Yazdım ya... A!? Nasıl okuyorsun? Hayret!..
Kekeme olduğunu ve şiir söylerken kekelemediğini yazdım ya... Diğer taraflarını bilmem. Bilmediğimi de yazmam. Etraflıca bilgi edinmem lazım o son iki konuda. O zaman ilave ederim.
Teşekkürler...
Onur BİLGE tarafından 11/24/2009 3:34:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
Onur BİLGE tarafından 11/24/2009 3:36:34 AM zamanında düzenlenmiştir.