T
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
TOPRAK KOKAR DÜŞLERİNİZ
Bu toprakları seviyorum...
Yeşilini mesela...”Ne kadar da geliştik” diye işaret eden parmakların, devasa duvarlar arasına sıkıştırdıkları yeşili...”Çarpık kentleşme” diye bağıranların, bir yenisi eklensin diye imza verdikleri bir ülkede, ben bağırmayanların sessiz çığlığıyla bakıyorum o yeşile.
Neden bağırmadıklarını sormak geçiyor aklımdan. Sonra, anlıyorum, susma eylemi yapıyorlar. Sustukça, olan yine yeşile oluyor.
“Sinek yapıyor” diye kesilen kavak ağaçlarımızı hatırladım bir an. Çok geçmeden şeftali ve ayvada aynı kadere boyun eğdi. Çocukluk anılarımda onların büyüttüğü meyveleri toplama savaşı var. Ne kadar heves ederdik bir tane şeftali koparıp yiyebilmeye... Akşam
Sefaları olurdu bahçenin en güzel yerinde. Pembe, sarı... Balkonda asmamız vardı, ara öğün; hep kara üzümdü.
Baktıkça bakacağım gelirdi aşağıya, çocukluk işte, bir bahçede oynamanın tadını vardık, şimdikiler gibi bilgisayar başında tüketmedik hayatı. Yaşadık yani... Elini vicdanına koyup yalnızca birer çocuk olduğumuzu unutanların hesapları, gereksiz hezeyanlar ve kıskançlıklar el verdiğince yaşadık... Hoş, düşünüyorum da, bu kadar insansızlık diye bağıran bir nesile bu kadar insanla yaşayan bizler ne derece hasetlenmeliyiz onu bilemiyorum.
Oysa, yeşile özlem değilmiş bir tek aklımdaki, şimdi, başka şeyleri de özlediğimi anlıyorum. İnsana hasretim sanırım, en az yeşil kadar!
Sanki her beton yığını bir yeşil ve bir duyguyu da söküp atmıştı kökünden.
Yerine, “sözüm ona”, diktikleri büyümüyordu. Büyütmüyordu hayat...
Anılarımda kalan çığlıklar yok şimdi. Yağmur yağsında çamurla oynayalım düşüncesi çoktan yerini başka hesaplara bıraktı. Kirlendik, temiz kalmak için ne kadar çabalasak ta, kirlendik...
Az bulunur her şey, ardında inceden biz sızı bırakıyor... Aslında daha çok sızlamasın diye örtüveriyorsunuz içinizde birikenlerin üzerini.
Bu toprakları seviyorum...
Mavisi içinde en çok gökyüzüne aşığım. Bulutlardan şekiller çıkarırdık eskiden, hepte üzerinde olmayı düşlerdik, “acaba düşer miyiz? “diye de düşünmeden edemezdik hani... Çocukken beyaz bulutları şekerleme sanırdık, yedikçe yiyeceğimiz gelirdi.
Şimdi ekrandan topluyoruz buluttan şekerlemeleri, gökyüzüne bakmayı unuttuk bile.
Sanki hiç yokmuş gibi geliyor koca bir gün. “Aaa akşam olmuş” diyoruz, yıldızlarda olmasa anlamayacağız, işte, bir ara başımızı kaldırıp, kocaman bir leke görüveriyoruz hepsi bu.
Düşüp duruyor dileklerimiz bir çırpıda, daha dilemediklerimiz için hayıflanırken hem de.
Karadeniz de büyüdüm ben, hırçın bir çocuk gibi, coşkularını dizginleyemedi kimi vakit. O zaman yenildik hayata, boyun eğmişlik okundu yüzümüzden.
Hep mavi, hep maviydi bu topraklar... Tıpkı düşlerimiz gibi!
Salıncaklara koşuşum geliyor gözlerimin önüne, yaşım ne olursa olsun hep aynı heyecanla...
“12 yaşından büyükler binemez” levhalarına inat, yirmileri devirmişken, yasakları çiğnemeye duyulan özlemle, atıveriyordum kendimi üzerlerine.
Bu toprakları hep sevdim!
Üşüyorsunuz yaban ellerde... Gurbette yaşamak nedir bilirim. Toprak kokar düşleriniz... Uzaklaştıkça içine çeker sizi. Çaresiz boyun eğersiniz genlerinize. Atalarınızın sesi gelir kulaklarınıza, çağırırlar, direnemezsiniz...
TALAN AYŞE KANCA
YORUMLAR
TÜRKİYE DIŞINDA YAŞAYAN BİRİ OLARAK DERİM Kİ...ANNEMİN BENİ HER GELDİĞİMDE BAYILACAK KADAR BÜYÜK BİR HEYECANLA, KOLLARINA SARIŞI GİBİ GÜZEL OLMUŞ, YAZINIZ...
İÇİMDEN GELDİĞİ GİBİ DİĞECEĞİM...HE VALLA BU KURBAN OLDUĞUM TOPRAKLARI HEP SEVECEĞİM.
musa-sol tarafından 8/4/2007 3:43:46 AM zamanında düzenlenmiştir.