- 603 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖNCE RABBİME SONRA DA ÜÇ KİŞİYE TEŞEKKÜR BORCUM VAR-1-
Evimin terasında tek başınaydım. Bakışlarım yeşil kadife gibi bitki örtüsü zeytin ağacı olan Kaz dağlarına uzandı. Derin bir nefes aldım ve halime şükrettim. Eşimin sıklıkla söylediği sözler aklıma gelmişti.
“Emine, eğer doktora gitmezsen ölümü gör emi…”
Ve o sabah eşim uyurken sağlık karnemi alıp Edremit Devlet Hastanesine gittim. Korkumla yüzleşme zamanı gelmişti. Bir seneyi aşan kanamalı idrarım normal değildi. Bol su içerek “kanaması azaldı bak” sözlerim eşimi ikna etmemişti.
Ürolojiden aldığım sıra no’su ile polikliniğe gittim. Sıram geldiğinde, içeri girdim. 20 metrekarelik odada sekreteri ve 35-40 yaşlarında genç bir doktor beni karşıladı.
Şikâyetlerimi dinleyen doktor benimle pek konuşmadan elime kan, idrar ve sonografi tetkikleri için başından savdığını düşündüm.
Oysaki o çoktan kuşku duymuş ve zamanı kaybetmek istemiyormuş. Ben bunu çok sonra anladım.
Kanlarım alındı, idrar laboratuara verdim, sonografi için, öğleden sonrasına kalmıştım. Kantin yolunu tuttum.
Kendime bir ziyafet çekmek için vitrinde ne var ne yok kolaçan ettiğimde midemin dostu olan “mercimek” çorbasında karar kıldım. Hastane yeniydi. Kaz dağlarının eteklerinde zeytin ağaçlarının içinde çok katlı olmayan ve modern tıp aletlerinin olduğu çağın küçük hastanesiydi.
Şimdi her şey bilgi çağının emrindeydi.
Çorbamı içerken masama bir kadın yaklaştı. Oturmak istediğini söylediğinde başımla “olur “anlamında bir işaret yaptım. Daha sonra bu bayanla dost bile olduk. Aylık rutin tetkiklerini yaptırmak için hastaneye gelmiş, emekli bir öğretmendi. Tahmini yaşı benimle aynı olduğunu düşündüğümde benden “beş altı” yaş büyük olduğunu daha sonra öğrendim.
Altınoluk’ta yazlıkları vardı ve İstanbulluydu. Bu bile benim onunla sohbetimin pembe rengi olmaya yetmişti. Çünkü özlediğim İstanbulum’dan bir hoş sedaydı, bahara düşen cemreler gibi, içime sıcaklık yayılmıştı. Birbirimizi sanat ve kültür ile beslerken, sıramın geldiğini söyleyip kalktım. Benimle gelmek istedi. Amacı bana moral vermekti.
Yeniden hastane içine girdiğimde içerisi çok karanlık gelmişti. Koyu renkli güneş gözlüklerimi çıkartıp, gözlerimin içeriye alışmasını bekledim, kısa bir süre. İşte bu anda yeni tanıştığım bayan bana dönerek yüksek sesle;
“Ay, senin ne güzel gözlerin varmış, ya bu gözler o gözlüklere saklanır mı?” demez mi?
Yüksek sesle söyleyince düşüncesini; doktor kapılarında sırasını beklemekte olan, insanların tüm bakışları bizim üzerimizde olmuştu. Sıkılarak;
“Yapma ya, sen güzel göz görmemişsin demek…” dediğimde kapı açılmış ve doktor sekreteri;
“Ultra sonografi bekleyen varsa, gelsin” demişti.
İçeri girmeden önce o bayan bana;
“Hadi, geçmiş olsun canım, seni bekleyeceğim, gör bak, bir şeyin çıkmayacak, sakın endişe etme…” diye teselli sözcükleri benim içimi kemiren kurtları, atamamıştı.
Karnımı açmamı söyleyen doktor;elindeki metal aletin ucunu alkol ile temizledikten sonra karnıma, jel sürmeye başladı. Önce ürpermiştim. Metal aletin kablolarla bir bilgisayara bağlanmıştı. Doktor yavaşça karnımda aletin ucunu dolaştırıyor ve sekretere not alması için gördüklerini yüksek sesle iletiyordu.
Karnımın bir bölgesine geldiğinde doktor bana dönüp,
“Kanamalı urunuz olduğunu biliyor muydunuz?” dediğinde…
İşte o anda olan oldu. Beynimden aşağı kaynar sular dökülmüştü.
“Hayır, bilmiyordum, ama tahmin ediyordum. “ dedim.
Doktor;
“Üç santimlik kanamalı bir ur görüyorum, hemen aldırmanız gerekiyor, poliklinikte Dr. Süleyman Bey var, şansınıza bu konuda da oldukça deneyimli bir arkadaşımızdır, size raporu verdiğimde hemen ona gidin…”
Sözler mi, havada uçuşuyordu, benim mi başım dönüyordu? Yoksa dünya mı çok hızlı dönüyordu. Az önce dışarıdaki yeni tanıştığım bayan ile dışarıda kahkahalar atıp, neşeli söyleşilerimiz sonrası bu “şok” bilgi bana fazla gelmişti.
Emine Pişiren/Bursa
23.11.2009
-Devam Edecek-