- 1026 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜZ ÇİÇEKLERİNDEN ÇELENK
Ricardo Neftali Reyes 1904 yılında, Şili’nin Parral kentinde açar gözlerini dünyaya. Daha birkaç aylıkken, anne ve babası onu ülkenin ta güney ucuna, Temuca’ya götürürler. O zamanlar küçücük bir köydür Temuca. Köy çepeçevre yerli halk olan Mapuçheler’in yaşadığı ormanla ve kırlarla çevrilidir. İşte bu Temuca köyü onun tabiata açılan penceresi,şiirinin özü olacaktır.
Tabiata, kuşlara ve böceklere meraklı bir çocuktur o. En çok sevdiği şey keklik yuvalarından yumurta toplamak, birde zehirsiz karayılanları yakalamaktır. Şili’deki sürüngenlerin en irisi, siyah, kaygan ve güçlü bir hayvandır bu. Makilerin ve yabani elma ağaçlarının gövdelerinde beklenmedik bir anda gördüğünde biraz ürkse de, yine de vazgeçmez onları yakalamaktan.
Babası tren yollarına çakıl taşıyan bir yük treninde şeflik yapmaktadır. Bunlar tahta traversler arasına yerleştirilen balastları taşıyan marşandiz katarlarıdır. Bu trenler onun evi gibidir. Uykusunu uyuduğu bir vagonu bile vardır. Ve Ricardo ara sıra , onun yanında bir kaç gün geçirmeye gider. Demiryolu işçileriyle birlikte, birkaç günlüğüne yola çıktıklarında dünyalar onun olur. Dereleri, dağları, çiçekleri, böcekleri inceler. Bu yolculuğun çekiciliğine diyecek yoktur.
Annesi Temuco garına giren ya da çıkan tüm trenler arasından kocasınınkini kolayca ayırt edebilen zeki ama hastalıklı bir kadındır. Ricardo daha iki aylıkken annesi ölür. Ondan geriye yalnızca siyah bir elbise giymiş bir kadın resmi kalır; bir de annesinin anlatmasını istediği yakınlarından duymaya alıştığı şu söz: “Annen şiiri çok severdi.”
Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra babası ikinci evliliğini yapar Dona Candia adlı kadınla. Uysal, sevecen ve güler yüzlü bir kadındır Dona. Üvey annesini çok sever küçük Ricardo, ondan hiç ayrılmak istemez. Annesinin ve babasının çok meşgul olduğu bir gün, onlara yazdığı şiiri gösterir. Daha sekiz yaşındadır ve şiir çok sevdiği üvey annesi Dona’ya ithaf edilmiştir.
On dört yaşına geldiğinde, edebiyatla ilgilenmesini istemeyen babasından dergilerde yayımlanan ilk şiirlerini gizlemek için kendine takma bir ad aramaya koyulur. Okuduğu bir dergide Çek edebiyatının ünlü ismi Neruda’nın adını görür. Bundan böyle Adı: “Pablo Neruda”dır.
Yaz tatili günleridir. O günlerin birinde Neruda, Budi Gölü üzerinde kuğu avlayan avcılara rastlar. Avcıların kayıklara sessizce yaklaşıp sonra da kalın sopalarla kuğuların işlerini hemen oracıkta bitirdikleri çok vahşice bir avdır bu. Canlıdan çok ölüye benzeyen bir kuğuyu az bir para karşılığında satın alan Neruda, bundan sonrasını şöyle anlatır:
’Onu satın aldığımda, canlıdan çok ölüye benziyordu. Dünyada eşi bulunmayan bu kuş türünün en güzellerinden, siyah boyunlu kuğulardandı: Kar beyazı bir kalın ve siyah ipekliye bürünmüş bir boyun, turuncu bir gaga, kırmızı gözler.
Onu aldığımda yarı ölü durumdaydı gerçekten. Yaralarını temizledim ve boğazına küçücük ekmek ve balık kırıntıları tıkıştırdım. Yediği her şeyi çıkarıyordu: Bununla birlikte yavaş yavaş berelerinden kurtulmaya, benim kendisinin dostu olduğumu anlamaya başladı. Ve bende onun sıla özleminden kıvrandığını görüyordum giderek. Bunun üzerine, bir gün koca kuşu kollarımın arasına alıp caddelerden geçerek ırmağa götürdüm: benim biraz uzağımda yüzüyordu. Avlanmasını çok istiyor, ona dipteki çakıl taşı, üstünde güneyin gümüş renkli balıklarının kayarcasına ilerlediği kumu işaret ediyordum. Onun bakışlarıysa ta uzaklardaydı. Böylece her gün, yaklaşık yirmi gün boyunca, onu ırmağa götürüp getirdim. Kuğu neredeyse benim boyumdaydı. Bir öğle sonrası, yine oldukça dalgındı, yanımda yüzmeyi sürdürüyor, yeniden avlanmayı öğretmek istediğim sivri sıçanlarla ilgilenmiyordu bile. Çok sakindi o gün; eve götürmek için yeniden kollarımın arasına aldım. Onu göğsümün hizasına getirerek tuttuğumda bir şeridin, kol genişliğinde siyah bir hortumun, yüzümü hafifçe yalayarak yuvarlandığını hissettim. Bu onun yılan gibi kıvrılarak düşen uzun boynuydu.
Böylece öğrendim ki, kuğular üzüntüden öldüklerinde, öldüklerini hiç belli etmiyorlardı...
Böylesine yalnızlıkların şiddetin ve acı dolu yaşamın içinden gizli, derin gerçek şiirler çıkacaktı elbette. Ve ilk kitabını on dokuz yaşında babasının doğum gününde armağan ettiği saati satarak bastıracaktır Paplo Neruda. İşte Neruda’nın “Espana en el Corazon” adılı kitabından “Almeria” adlı şiirin zehir zıkkım dizeleri:
“Bir tabak baş papaza, zehir zıkkım bir tabak
Bir tabak: kül, demir ve gözyaşlarından
Yıkık duvarlarla acı yakınmalarla dolu ağzına kadar
Bir tabak baş papaza, bir tabak kan
Almeria’dan
Bir tabak bankere, güneyli çocukların al yanakları
Ve barut dolu bir tabak
Azgın sular, yıkıntılar ve korkuyla birlikte
Kırık dingiller, kesik başlarla dolu
Kara bir tabak, kara kanlı bir tabak Almeria’dan
Her sabah şu sizin baş belası yaşamınızda
Dumanı üstünde konur masanıza sıcak sıcak
İtersiniz de bir kenara çıtkırıldım ellerinizle
Görmemek için onu, midenize oturmasın diye bir daha
İstersiniz de tabağı üzümle ekmeğin yanı başına
Suskun kanla dolu bir tabak
Ne yapsanız boşuna, her sabah orda olacak
Her sabah
Bir tabak hepinize, zengin baylara bir tabak
Elçilere, bakanlara, zorbalara bir tabak
Akşam çaylarında kibar bayanlara
Rahatça yerleşmişler koltuğa
Bir tabak, kirli kanlı bir tabak
Her sabah, her hafta, her zaman
Önünüzde duracak
Bir tabak kan
Almeria’dan.”
Artık tüm dünyaca tanınan bir ozandır Neruda. “Yirmi aşk şiiri ve umutsuz türkü” adlı kitabı yalnız İspanya’da 1 milyon 250 bin satmıştır. Fakat Neruda bir başka büyük ozana hayrandır. Bu ozan, daha sonra en iyi dostu ve arkadaşı olacak olan Nazım Hikmet’tir...
Dünya barış kongresi’nin 1950 yılında Varsova’da yapılan ikinci toplantısına Nazım Hikmet’de davet edilir. Şaire, Paplo Neruda, Paplo Picasso, Paul Robeson, Langston, Hughes ve Wanda Jekuboswka ile birlikte Barış Ödülü verilecektir. Nazım, cezaevinde olduğu için törene katılamaz ve ödülü ona iletmek üzere Neruda alır.
İki şair bir yıl sonra, 1951’de Moskova’da bir araya gelirler ve Neruda bir yıl sakladığı ödülü Nazım Hikmet’e verir.
On iki yıl sonra, takvimler 1963 yılını gösterdiğinde Nazım Hikmet’in göğüs kafesinde barış ve kardeşlik ezgileri şakıyan kuş, bir daha ötmemek üzere susar.
Nazım Hikmet’in ölüm haberini alan Neruda çok üzülür, kadim dostu ve yoldaşı için “GÜZ ÇİÇEKLERİNDEN ÇELENK” adlı şiiri yazar:
Niçin öldün Nazım?
Ne yaparız şimdi biz
Şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
Onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Senin gibi ateşle su karışık
Acıyla sevinç dolu,
Gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?
Kardeşim,
Öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende,
Denizden esecek acı rüzgâr
Kopacak olsa bunları
Bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir,
Yaşarken seçtiğin
Ve ölümden sonra sana barınak olan
Oraya, uzak toprağa düşerler.
Al sana bir demet Şili kasımpatılarından,
Al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,
Halkların savaşını, kendi dövüşünü
Ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü
Kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz
Çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret,
Benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren kanıma güç
Veren dostluğundan yoksun.
Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,
Zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,
Zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,
Kinin oklarını aramıştım gözlerinde,
Ama parlak bir yüreğin vardı,
Yara ve ışık dolu bir yürek.
Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
Her yana ektiğin çiçekler olmadan?
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan
Senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
Teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.