- 1074 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hak ve Özgürlük Mücadelesinde Sınıf Mı, Etnisite Mi?
Fransız İhtilali ve daha sonraki yıllarda Milliyetçilik akımı dünya coğrafyasında yerini aldı ve birçok yeni devletin doğmasına yol açtı. Bu süreç bir süre daha devam edeceğe de benzemektedir. Hemen hemen aynı dönemlerde sınıf temelli uygarlık anlayışının da ilk fikirleri filizlenmeye başlamıştır.
Her siyasi, ekonomik ve sosyal görüşün ana hedefi toplumu ve uygarlığı ileri taşımaktır. Bazı fikirlerin tek öznesi (Belli bir toplum, belli bir devlet vb) tek iken (Nazizim, Siyonizm) bazı fikirler daha kapsayıcı (Kapitalizm, Kominizm) olabilmiştir. Teoriden pratiğe geçişte her doktrinde olduğu gibi günümüzde yaygın olan doktrinler de çıkış dönemlerine nazaran evrimleşmiştir. Uygarlığa ne kazandırdıkları ise hep tartışma konusudur ve olmaya devam edecektir.
Kapitalizm ve türevleri olan doktrinlerin temel dayanağı sermaye-sermaye sınıfı ve onun burjuvazisidir. Sermaye sınıfının kendini koruma geliştirme ve varlığını sürdürme konusunda kullandığı belli başlı enstrümanlar vardır: Kontrol edilebilir bir devlet, kullanılmaya musait uysal bir toplum, gerektiğinde kullanılmaya hazır militer unsurlar, özgürce hareket edebilecekleri ekonomik çıkar sahaları. Denilebilir ki Kominist doktrinde bunlar yok mudur? Bana sorarsanız olduğu için sorun yaşamaktadır.
Bu çerçeve içerisinde baktığımızda dinsel ve ırksal etnisite bir Kapitalizm icadıdır. Yeryüzü coğrafyasının bu temel çerçevede yönetilebilir ve paylaşılabilir kılmak Kapitalizmin çıkarına uygun düşmektedir. Kapitalizmin varlığı, hüküm sürmesine, kontrol yeteneğine ve üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulundurmasına bağlıdır. Bu yöntem günümüze kadar burjuvanın gücü oranında daha da gelişmiş olarak sürmüştür. Bunun en belirgin örnekleri ise Avrupa Birliği, NATO, BM ve daha bir çok birlik ve birleşme) Burjuva güçlendikçe bölgesel ve siyasi birliktelikler kurarak hem özgürlük alanını kontrol edilebilir ölçüde genişletmiş hem de maliyetlerini düşürerek “Kâr”ını yükseltmiştir. Bu yayılmanın (Diğer bir adı da “Küreselleşme”) ilgili toplumlara ne getirdiği ise apaçıktır: Daha çok fakirleşme, daha çok savaş ve daha çok ayrışma. Zaman zaman sağlanan aldatıcı refahın bir gözboyama ve uyutma olduğu, amacının emek sınıfının örgütlülüğünü zayıflatmak olduğunu görmemek safdillik olur sanırım. Bugün gelinen nokta tüm dünyada örgütsüz bir emekçi sınıfı, daha az düşünen ve daha az sorgulayan yeni bir nesil. Kanlı milliyet ve din temelli savaşlar ise hala devam etmektedir. Bu kan gölünün destekleyici silah üreticileri ise demokrasi ve insan haklarını dilinden düşürmeyen Kapitalist devletlerdir. Değil mi yoksa?
Kapitalizm, halklara refah getir mişmidir? Yanıtını siz verin!
Kominizm ve türevi olan doktrinler ise çıkış amacından farklı bir yola düştüler ya da düşmek zorunda kaldılar. Tarih, sınıf temelinde insanların üretici ve barışçıl birlikteliğini savunan bu doktrini savaşların içine çekerek militarist yanını güçlendirdi. Dünyanın bir kısmı bu doktrinle silahların gölgesinde tanıştı. Kimi zaman çağdaş uygulamalar ve çözümler getirdi hayatımıza kimi zaman da acılar ve düşmanlıklar. Bir gerçek var ki bizzat Kominizmin teorisyenleri tarafından sürecin böyle olacağı, Kapitalizm tam güçlenmeden Kominizmin var olmayacağı ironisi dile getirilmiştir.
Kominizm sınıf temelli ve mülkiyetsiz bir yaşam öngörmektedir. Bu anlamda ırkı ve dinsel temelli bir ayrım kabul edilemez. Haklar ve özgürlükler üretim yapanlarındır ve üretim yapanların talepleri doğrultusunda oluşturulur.
Doktrinlerin fikir hayatımıza katkıları doğrultusunda gerçekleri incelemekte yarar vardır.
Yeryüzü kaynaklarını insanlık yararına kullanmak veya tüm insanların bu kaynaklardan yararlanma hakkına sahip olduğunu dile getirmek gerçekdışı bir yaklaşım olabilir mi? Buna evet diyorsak o zaman mülkiyeti kabul edemeyiz; hiçbir etnik temelli ayrışmayı kabul edemeyiz.
Yoksulluğu yenmenin yolu sınırları olan bir coğrafyada eğemenlik kurmak mıdır? Toplumların daha adil, paylaşımcı ve özgürlükçü yaşama kavuşmaları özlemi, acaba sadece o toplumun, ırkın veya dinsel topluluğun sorunu mudur?
Hak ve özgürlük mücadelesinin temeli iyi oluşturulmalıdır. Bir zincirden kurtulmaya çalışırken başka bir zincirle bağlanmanın doğruluğu tartışılmalıdır. Yaratılan refah eşit ve adil dağılmazsa adı ne olursa olsun, kaç bayrak altında birleşilirse birleşilsin sonuç değişmeyecektir.
Özelde Kürt hareketleri genelde dünyadaki tüm etnik hareketler eğer halkların özgürlük mücadelesini veriyorsa ve bunu ırk temeline dayandırıyorsa (Adında ne olduğuna bakmayın çoğu ya ırk ya da din temellidir) uğrunda mücadele edilen halkı aydınlık beklemeyecektir. Kürdistan, bağımsızlığını kazansa da Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesi bu kez de kendi devletine karşı olacaktır.
Hak ve özgürlükler alanındaki eksikler sadece Kürt halkının sorunu değildir; özelde tüm Türkiye’nin genelde de tüm halkların sorunudur. Kavganın zemini Türkiye’yi de kapsayan belirli bir coğrafya değildir. Zemin, fabrikalardır, tarlalardır, bilinçsiz toplumu aydınlatma alanlarıdır.
Kan ve gözyaşı sadece mevcut düzenin sürmesine yarar. Gerçeklerden kopmuş ve zincirlerini kıramamış halkların kendi içinde didişmesi burjuvanın kasalarına Dolar olarak akmaya devam etmektedir.
Alevi’nin Aleviliğini yaşaması, Kürt’ün Kürtlüğünü yaşaması sadece ve sadece emek tabanlı ve sınıfsal mücadelenin başarıya ulaşması ile mümkündür. Sorun herkes için bellidir: Yoksulluktur, adaletsizliktir, burjuva düzenleridir. Bu sorun çözemeyen hiçbir bağımsızlık mücadelesi uygarlık tarihindeki süreçte yerini alamayacaktır. Görüntü bağımsız olsa da bağımlı kalma ve köleleşme devam edecektir.
Dünya ne benim ne de senindir; Dünya hepimizindir!
Ne sadece ben, ne de sadece sen; Hepimiz!
Antalya 22.11.2009
Aşık Kosani
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.