SANCI ( 2 )
Tarık çekingen küçük bir çocuk gibi yaklaştı. Bu merakını mutlaka yenecekti. Kimdi bu kız, nerden tanıyordu?
Bayan :
– İbrahim Abi haydi acele et akşama misafirler var.
– Dur be kızım! Zaten merdivenleri zor çıktım, az kaldı. Şu mereti bir düzelteyim. Her yağmurda akıp duruyor. Hemen geliyorum.
– Haydi bekliyorum abi acele et.
Tarık bu konuşmayı sessizce dinledikten sonra “evet evet hatırladım bu lise arkadaşım “Erkek Nazan”nın ta kendisi” dedi. “Acaba o beni tanıyor mu?” diye düşündü. Ya tanımazsa ...tanımazsa tanımaz bir merhaba demek için son kararını verdi.
Tarık:
– Merhaba Nazan!
– Merhaba, aaa Tarık sensin, nerden böyle?
– Evet ta kendisi benim, seni zor tanıdım. Çok değişmişin. Görüşmeyeli yıllar oldu…
– Ne yaparsın hayat insanı değiştiriyor. Sen aynı duruyorsun. Hiç değişmemişsin. Ne iş yapıyorsun? Evlendin mi?
– Hayır evlenmedim. Kısmetse yakında evlenmeyi düşünüyorum. Elektrik Teknisyenliği yapıyordum. Askerlik için ayrıldım. Şimdilik çalışmıyorum. İş arıyorum. Sen neler yapıyorsun?
– Bende Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Antalya’da bir otelde çalışıyorum. Akşama da misafirlerim var, onun için acele ediyorum. Erkek arkadaşımın ailesi, anlarsın ya…
– Haydi hayırlısı, inşallah senin için en iyisi olur. Telefonumu vereyim. Düğün davetiyeni mutlaka bekliyorum. Sen işine bak meşgul etmeyim, görüşürüz. Hoşça kal.
– Tamam Tarık mutlaka gönderirim. İyi akşamlar…
Manavın önünden ayrılırken “hayat ne tuhaf tesadüflerle örülü, kim derdi Nazan’ı göreceksin” diye düşünmeye başladı. Birden lise yıllarında ki günleri gözünün önüne geldi. Nazan ne cesur kızdı. Arkadaşları genelde hep erkekler olmuş, bu yüzden Erkek Nazan ismini takmıştık. Hayatının en güzel günlerini, o yıllarında geçirmişti, O günler, dostluklar menfaatsiz, tebessümlerimiz sahte değildi. Etrafımıza bakarken saf duygularla bakıyorduk. Omuzlarımızda şimdi ki gibi bir sorumlulukta yoktu.
Akşam ezanı okunmak üzereydi. Adımları onu, gideceği yere hedefsizce götürüyordu. Bir den üşüme hissetti. Bir kahvehanenin önünden geçiyordu. İçeri girip bir bardak çay yudumlayıp ısınmayı düşündü. Fakat kahvehane ağzına kadar doluydu. Sigara dumanı dolmuş, zaten içerde de göz gözü görmüyordu. Burada ki herkes işsizdi kendisi gibi… ama kendisinin buralara takılma lüksü yoktu. Hayatını, ailesinin hayatını, mutlaka düzene sokmak zorundaydı. Bir de hasta kız kardeşi, hiç aklından çıkmıyordu. İçini kemiren çaresizlik kurdu, bir türlü doymuyordu. Bir ara babasının ortağının dükkanına gitmeyi, ona hesap sormayı düşündü. “Bizi kandırmak neymiş ona gününü göstermeliyim” dedi. Zaten babasını da onun öldürttüğünden şüpheleniyordu. Şimdi zamanının olmadığını, sonra gitmesinin daha doğru olacağına karar verdi. Ama mutlaka kafasındaki planını uygulayacak. Babasının ortağından, bu yaptıklarının hesabını bir bir sormanın zamanının geldiğini düşündü. Bu düşünceler karmaşasında boğuşurken eczanenin önüne geldiğini fark etti. Cebine elini attı. Yeterince para olmadığını anladı. Şimdi eczacıya ne diyecekti. Daha önceki ilaçların parasını ödememiş. Hep borca yazdırmıştı. Artık borç yapmaya yüzü yoktu. Bir ara gerisin geriye dönmeyi aklından geçirdi. Fakat Ayşe’nin, sabaha kadar kasılma sancısını düşününce içeri girmekten başka çaresini olmadığını anladı. Eczanede ki müşteri çıkınca, çekingen adımlarla içeri girdi.
– İyi akşamlar Sinan Abi. Nasılsınız? İşleriniz nasıl?
– İyi akşamlar Tarık iyiyim . İşlerde fena sayılmaz. Sen nasılsın?
– Nasıl olsun be abi iş yok güç yok, sıkıntılar bitmiyor.
– Buyur bir isteğin mi var?
– Evet evet, Kardeşim Ayşe’nin ilaçları bittide onu alacaktım Abi, sana da yüzümüz kalmadı biliyorum. Daha önceki ilaçların parasını ödeyemedim. Ama en kısa zamanda ödeyeceğim emin olun.
– Anlıyorum seni Tarık fakat biliyorsun bizimde ödemelerimiz var. Zaten işlerde iyi gitmiyor. En kısa zamanda hesabı kapatırsan sevinirim.
– Bilmezmiyim, elbette ödemeleriniz vardır. Ama dedim ya en kısa zamanda hesabı kapatacağım söz.
Tarık’ın başından kaynar sular dökülmüş gibiydi. Akşamın ayazı ona, terleten bir şekilde çarpmıştı. Sinan Abisinin karşısında çok küçüldüğünü, ezildiğini hissetti. Bu olanları hazmedemiyordu. Ama Ayşe için her türlü ezilmeyi, aşağılanmayı göze alıyordu. Bu düşünceler içindeyken vaktin geç olduğunu eve dönmesinin daha iyi olacağını karar verdi. Yağmur da hafiflemişti. Hızlı adımlarla eve doğru yürürken, caddenin ucunda bir kalabalık gördü. Merakla yaklaştı. Bir adam ve bayan tartışıyordu. Adam, kadına yalvaran bir dille, bir şeyler anlatmaya çalışıyor, fakat kadın hiç bir şey duymadan bağırıyor, ağza alınmayacak küfürler savuruyordu, “ sen beni nasıl aldatırsın , utanmıyor musun! namuzsuz adam!” diye ağlayarak, hesap soruyordu. Etraftaki kalabalık iyice artmış, bazıları “ayıp kardeşim, sokak ortasında yapmayın ayıp” diyorlardı. Bazıları da “yazık adama bu küfürleri iyi kaldırıyor, ben olsam dayanamazdım” diyordu. Adam bu sözleri duymuşçasına birden, ani bir hareketle kadının saçlarını kavradı ve haydi gidiyoruz diye sürüklemeye başladı. Kadının bağırması, hakaretleri daha da şiddetlenmişti. Bu olayı gören bir trafik polisi gelip bu kavgalı çifti götürdü. İnsanlar dağılmış, Tarık orada bir put gibi kala kalmıştı. Hala olanlara anlam vermeye çalışıyor. “İnsanlarımız ne tuhaf seyredecek olay arıyorlar” diye düşündü. Biraz durduktan sonra, oradan kaçarcasına yürümeye başladı.
Koca Dünya, hızla dönüyor, bu dönüşünde nice hayatları sağa sola savuruyordu. Bu mahallede böyle olaylar eksik olmazdı. İnsanlar niçin kavga ediyorlardı. Neden mutlu olamıyorlar, sevgiyi yudumlamasını beceremiyorlardı. Bu düşüncelerde gezinirken, birden aklına Selma’sı geldi. “Biz onunla hiç kavga etmeyiz, evlenince de etmeyeceğiz, gül gibi geçinip gideceğiz, keşke şimdi yanımda olsaydı da onun sıcaklığını yüreğimde hissetseydim.” diye mırıldandı.
Apartmanlarının önüne geldiğini fark etti. Kapılarının önünde fazla ayakkabılar olduğunu fark etti. Kimdi bu vakitte bu gelenler. Ayakkabıları da tanımıyordu. İçerdekilere rahatsızlık vermemek için anahtarıyla kapıyı açmaya karar verdi. Çok merak etmişti kimdi bunlar? İçeri girdi. Salonda oturuyorlardı. Selam verdi. Karşısında, saçları ağarmış, sakallı, biraz kilolu tombulca, nurani yüzlü yaşlı bir adam,onun yanında da adama göre biraz daha genç, soluk benizli, gözlüklü bir bayan, diğer tafta: ela gözlü, zayıfça, yüzü bir ay parçası gibi, biraz mahzun bakışlı, uzun boylu bir genç bir kız oturuyordu. İlk dikkatini çeken kızda ki tuhaf bakışlar oldu. Bakışlarında çok mana gizli gibiydi sanki. Selam verdi. Herkese hoş geldiniz dedikten sonra, kendisi de oturdu.
Devamı var...