- 903 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR İDEALİN PEŞİNDE KIRK YIL
Zilin çalması ile kendime geldim. Elimdeki bastona kolumu yaslayıp, kırık ayağımı sürüterek acılar içinde ağır ağır geldiğim kapıyı açtım. Ne zamandan beri tamir edilmesi gereken kapı gıcırdayarak açıldı. Günlerdir güneş yüzü görmediğimden içeriye sızan ışıktan gözlerim kamaştı. Kısa boylu, pos bıyıklı, gözleri yorgunluktan ve sıcaktan kızarmış posta memuru; “Nerde kaldın hanım teyze, zaten sıcaktan canım burnumda az daha gelmeseydin gidecektim. Bir daha geç kalırsan mektuplarını getirmem haa…” diyerek beni azarladı, sonra elindeki mendille şakaklarından ve boynundan sızan teri sildi. Posta çantasının içinden çıkardığı sarı bir zarfı uzattı. “Haydi, eyvallah“ deyip aynı hızla kapıdan ayrıldı. Elimde mektupla kalakaldım. Birkaç dakika içinde olanlar ruhumu yormuştu.
Evin içinde canım acıyarak yürüdüğüm mesafeyi yine canım acıyarak yürümek zor geldi. Olduğum yere yığıldım. Titreyen elimle zarfın üzerinde gönderenin adını okumadan açtığım mektup, beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Kaliteli bir kâğıt olduğu her halinden belli olan mektubun sağ köşesindeki amblem dikkatimi çekti. Mektup Çevre Bakanlığından geliyordu.
Benim Çevre Bakanlığı ile ne işim olur ki diye düşündüm. Eyvah! Kapıda ne zamandır biriken çöpler başıma sorun olacak herhalde dedim. Korkuyla okumaya başladım mektubu.
****
Bizlere eğitim alanında yaptığınız önemli katkılarınızla hatırladığımız hiç ama hiç unutmadığımız abartısız, nefes nefese geçen okul hayatımızı kıymetli kılan saygıdeğer öğretmenim sizleri saygı ve minnetle anıyoruz. Aynaya her baktığımızda öğrendiklerimizin bizleri hangi noktaya getirdiğini görüyor, hayatımızın en önemli karelerini sizin oluşturduğunuzu biliyoruz. Sayenizde sevgiyle okuduğumuz “keşke hiç bitmeseydi” dediğimiz okul yıllarımızı arıyoruz. O yılları bu kadar özlemle anmamızın sebebi içinizdeki sıcaklığı bize çok iyi yansıtmanızdandı. Kendimizi güvenli ellerde hissedip kalbimizle dinledik sözlerinizi. İçimizdeki duygular “bir yerlerde başka dünyalar var oralara git” diye iteklemiş olsa da, biz yine de geçmişe dönüp tahta sıralarda, sobası ve çatısı olmayan okullarda eğitim vermeye çalışan hayatları öğrencilerinden ibaret olan öğretmenlerimizle olmak isterdik.
İçinde yaşadığımız toplumu gün güneşi ile aydınlatırken bizi kendi ışığınızla aydınlattınız. Bu güzel günde öğretmenler gününüzü kutluyor, hayatınızın kalanını içinde geçirebileceğiniz güzellikte bir dünya ve sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.
Öğrencileriniz Duran Ali Özdecan ve Leman Kaygısız ellerinizden hürmetle öper.
***
Mektubu birkaç kez daha okudum, ağladım. Tekrar okudum ağladım. Gözyaşlarım dizlerime inmişti. Katlayıp koynuma koydum mektubu. Karşı duvarda asılı duran takvim 24 Kasım 1999 tarihini gösteriyordu. İçimde karşı koyamadığım bir sevinçle karışık hüzün vardı. Yüzüme yerleşen sevinçle öğretmenliğimin ilk yıllarına Leman’ı ve Duran Ali’yi tanıdığım güne gittim.
***
Derin, çok derin bir sessizlik hâkimdi sınıfa. Kafamı kitaptan kaldırıp öğretmenlik hayatımdaki ilk öğrencilerime sevgiyle baktım. Leman’ın durumu dikkatimi çekmişti. İki elinin arasına aldığı başını ovuyor, kafasını bir o yana bir bu yana sallıyordu. Bir ara başını kaldırınca göz göze geldik. Ağlıyordu, usulca başını önüne eğdi. Utanmıştı.
İstanbul‘da yaşayan varlıklı bir ailenin tek çocuğuyum. Yoksulluğun ne olduğunu bilmeden yaşadım. İlk görev yerim doğunun bir köyündeydi. Yoksulluğun tam içine düşmüştüm. Anne ve babamın tüm ısrarlarına rağmen çok sevdiğim mesleğimden ve öğrencilerimden ayrılamadım. Yoksul bir köyde, yoksullarla birlikte yokluğu bizzat yaşayarak öğrendim. Hiçbir şey beni ideallerimden ve mesleğimden koparamadı.
Okula gidip de hayatının herhangi bir döneminde öğretmen olmayı düşlememiş kimse var mıdır? Hemen hemen hepimiz öğretmen olmak istemişizdir. Geri dönüşü olmayan bir zamanın kenarında durmuş, geleceğimize bakarken elimizden tutan öğretmenlerimizin verdiği eğitimle geldik buralara. Şimdi ben de elimden tutan Muazzez öğretmenim gibi öğrencilerimin elinden tutmaya söz verdim. Artık dönemem. Bu yolun sonu beni nereye götürürse götürsün çıktığım yolda, öğrencilerim eğitim hayatlarına hızlı adımlarla yürürken yanlarında olup dünyaya bakışlarını görmeliyim.
İlk görev yerimde öğrencilerim ile buluşacağım okulu görmeye geldiğimde, kapıdan girer girmez çatının kısmen yıkılmış olduğunu ve öğrencilerin soğuktan donabilecekleri gerçeğiyle yüzleşmiştim. Parmaklarım soğuktan morarmış, yüreğim ayaz yemiş gibi titremişti. Kanımı donduran soğuk iliklerime kadar işlemişti. Böylesine soğuğu hiç yaşamamıştım. Mantomun düğmelerini sıkıca ilikledim, boynumdaki atkıyı bir kez daha sardım yakama. Kısa, sık adımlarla oradan bir an önce uzaklaşmak istedim. İki sevimli yüz beni yolumdan alıkoymuştu.
Kız olanı sordu.
—Senin adın ne?
—Serpil
—Neden geldin buraya?
—Ben öğretmenim burada öğrencilerime bir şeyler öğretmek için geldim,
Kız sustu. Bu kez ben, kızın soğuktan pembeleşmiş yanaklarını okşayarak sordum;
—Senin adın ne?
—Leman,
—Sen okula gidiyor musun?
Kenarda sessizce duran, pantolonun paçası yırtık, ayaklarında lastik çizme ve bir parmağı ağzında korku dolu gözlerle bana bakan erkek çocuk, sevecen hallerimden olsa gerek korkuyu bir kenara bırakıp söze karıştı.
—O okula getmir, hem ben de getmirim. Biz nasıl gedek ki, paramız yohh.
Bu cümle görev yaptığım sürece beynimde hep yankılanmıştı.
Burada soğukla baş edebilirdim, yaşayacağım yer de önemli değildi. Okulu da yavaş yavaş tamir ettirebilirdim. Peki ya yoksulluk. Bu çocukların okula gelebilmesi için yoksullukla nasıl baş edecektim. İşte bunu bilmiyordum.
Leman ve kardeşi Duran Ali ile tanışmam kısaca böyle olmuştu. Birkaç gün sonra okul açılmış, öğrencilerim birer birer sınıfa gelmeye başlamıştı. Gelen her öğrenciye tek tek baktım, ancak Leman ve Duran Ali yoktu. Oysa onların da yaşı okuma yaşıydı. Önce endişelendim. Çocuklara sordum evlerini bilen çıkmadı. Çevreden oturdukları evi öğrendim. Ailesi ile görüştüm. Aile çocuklarının okumasını istiyordu, ancak yoksulluktan çocukların okul ihtiyaçlarını göremedikleri için okutamıyorlardı.
Bunları öğrenince uykusuz gecelerimde kafamda dolaşan düşüncelerime biri daha eklenmişti. Babama durumu anlatıp yardım talebinde bulundum. Kırmadı beni. Kendisi de parasızlıktan okuyamadığından Leman ve Duran Ali’yi okutmayı seve seve kabul etti. Köydeki yoksul çocuklara yardım gönderdi, okulun çatısını onardı, sobasını değiştirdi, odun, kömürünü aldı. Artık çocuklarım sıcak bir ortamdaydı. Benim de gönlüm ısınmıştı. Ilık gecelere açılan kapı gibiydi yüreğim.
Hem köydeki aileler, hem de öğrencilerim tarafından sevildiğimi hissediyordum. Onlara gösterdiğim şefkatli yaklaşımımın karşılığı bana sevgi olarak geri dönüyordu.
Bu köyde 3 yıl yaşadım. Kendimi hiç yabancı hissetmedim.
Öğrencilerime 3 yıl boyunca iyi şeyler vermek için çabaladım. Başarılı da oldum. Artık çocuklar okula gelmek için birbirleri ile yarışıyorlardı. Okulu ihmal etmiyorlar, her dediğimi can kulağı ile dinliyorlardı.
O gün Leman okula geç kalmıştı. Koşturarak okulun kapısından içeri girmiş müdür beyin odasının olduğu koridordan geçerken müdür beyle sınıf öğretmeninin konuşmalarından, tayinimin bir başka yere çıktığını öğrenmişti. Minik elleri ile başını ovması bu sebeptendi.
Leman’ın yanına geldim, saçlarını okşadım, sessizce kulağına eğilerek sordum;
—söyle bakalım küçük hanım seni kim ağlattı?
—Hiç kimse dedi içini çekerek.
—Peki, neden ağlıyorsun?
—Senden ayrılacağım için öğretmenim dedi ve bu kez yüksek sesle ağlamaya başladı. Sınıftaki tüm öğrenciler gideceğimi öğrenmişlerdi. Üzüleceklerini ve derslerini etkileyeceğini bildiğim için gidişime birkaç gün kala söylemek için saklamıştım bu durumu.
Zil çaldı, kimse teneffüse çıkmadı. Çocuklar etrafımda çember oluşturdular.
—Gitmeyin öğretmenim n’ooooolur gitmeyin yalvarışları, hıçkırarak ağlamalar benim yüreğimi de dağlamıştı. Ben de ayrılmak istemiyordum. Çocuklarla birbirimize sımsıkı sarıldık, bir süre öylece kalakaldık.
—Çocuklar tayinimin çıkmasını ben istemedim, Devletimiz böyle uygun görmüş, bir başka köyde yine sizin gibi öğrencilerim olacak, size de benim gibi yeni bir öğretmen gelecek, onu da çok seveceksiniz merak etmeyin! dedim ama bir teneffüs süresinde çocukları ikna etmek kolay olmadı.
Çocukların anne babaları durumu öğrenince onlarda en az çocukları kadar üzüldüler. Elden ne gelir? Vatanın her tarafında öğretmenlere ihtiyaç vardı?
Sustular, konuşmadılar, yemek yemediler.
O günden sonra 15 gün daha kaldım köyde. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Şarkılarla, şiirlerle, çocukların şen kahkahalarıyla dolan okulun koridorlarında artık çıt çıkmıyordu.
Birbirimize o kadar alışmışız ki, İstanbul’da anne ve babama veda ederken, onların gitmemem için bana yalvarmalarına şimdi bir anlam verebilmiştim. Bir anne babanın çocuğundan ayrılması gibiydi benimde öğrencilerimden ayrılmam.
Artık veda zamanı. Bavulumu aldım, 3 yıl yaşadığım banyosuz, tuvaletsiz tek göz odalı, evime son kez baktım. Yavaş yavaş kapıya doğru yöneldim, buraya gelişim ile yaşadığım 3 yılım film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hafifçe gülümsedim, burada olmaktan hiç pişman olmadığımı bir kez daha anladım.
Kapıyı açtım, öğrencilerim beni bekliyorlardı. Hepsinin başını tek tek okşadım, yanaklarından öptüm. Kendi gözyaşlarımı içime akıttım. Ağlayan öğrencilerimin gözyaşlarını sildim. Leman ve Duran Ali’nin ellerinden tutarak trene binmek üzere köyün aşağısına doğru hep birlikte yürüdük.
Köy meydanında bu kez köy halkı ve çocukların aileleri ile vedalaştım. Bir türlü birbirimizden ayrılamıyorduk. Trende yenmek için yapılmış kete, yumurta ve köftelerin olduğu çıkınları tutuşturdular elime. Bir sıçrayışta trenin birinci basamağında durdum, artık gözlerimde zorla tuttuğum gözyaşlarımı avuçlarımda topladım. Hıçkırarak el salladım öğrencilerime ve gönül dostlarıma. Ben yeni öğrencilerime yol alırken onlarda hayatlarının sonraki karelerine yürüdüler.
Leman ve Duran Ali gibi yüzlerce öğrenci yetiştirdim. Birçoğu Türkiye’nin resmi kurumlarında ve özel sektörde söz sahibi oldular. Onlarla hep gurur duydum En çok ta yoksul köyde, yoksulluk çektiği halde azimle çalışıp başarılı olan öğrencilerimle gurur duydum.
Leman, bugün Ankara’da çevre mühendisi olarak görev yapıyormuş. Anne ve babasını da aldırtmış yanına. Duran Ali, köyünün bağlı olduğu kasabada Kaymakam olarak görev yapıyormuş. Her ikisi de benim meslek hayatımın sembolleriydi. Görevli olarak gittiğim her yerde masamın ucunda mutlaka onların resimleri olurdu.
Ömrümün kırk yılını eğitime adadım, Bir idealin peşinden tam kırk yıl yürüdüm. Asla pişman olmadım. Mesleğimin onurunu öğrencilerime taç yaptım. Bugün onları başarılı gördüğümde yaşadığım sevinçlerime basamak olanlara minnet duydum. Beklemelerimin ve beklentilerimin kral ve kraliçeleri oldu öğrencilerim. Herkesle birçok anılarım oldu, belki ilk olduğu için belki de yoksulluğu ilk kez Leman ve Duran Ali’de yaşadığım için yalnız adım attığım hayatıma onlar başlangıç oldular.
Benim çocuklarım Türkiye’nin dört bir tarafında görev yaparlarken, ellerim Sema’da onlara dualarımı gönderiyorum meleklerle.
Hülya TÜRK
www.sarikoza.com