- 1122 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
228 - KÖLELİK
Onur BİLGE
Dağdaki son günlerim... Zaman son derece yavaş... Hızla geçmesini de, en iyi şekilde değerlendirmeyi de istiyorum. O nedenle ilgi alanım olan tasavvufa ait notlarımı elden geçiriyor, bazı ayet, hadis ve evliya sözlerini okuyup, üzerinde derin derin düşünüyorum. Rabia, kadın erenlerden olduğu için ilk ilgimi çekenlerdendi. Ondan, Hasan Basri Hazretleri’ne geçtim. Bütün merakım; onların ne yapıp da ölümsüzlüğe imza attıkları...
Asırlar geçmiş... Kerbela Çölü yakınlarında, köle pazarında alınıp satılan insanların arasında, son derece fakir bir adamın kızı da varmış. Milyonlarca köle arasında bir köle...
Köle nedir? Adı sanı olmayan bir yaratıktır. Üzerine giydiğinden başka hiçbir şeyi olmayan... Aman Allah’ım! Köle odur!
Köle, kul demektir. Bir kula kul olana, köle denir.
Bir kula kul olanın hali böyledir de Allah’a, O Yüceler Yücesine kul olanın hali nasıl olmalıdır?
Köleye adını sormuşlar. Gerçek adı zaten değersiz kılınmış, unutulmuş gitmiş:
“Efendimin koyduğudur.” demiş. Malı mülkü zaten yok, kendisi mal olarak alınıp satılmakta, efendisinin mallarına dâhil... Yediğini, giydiğini sormuşlar:
“Efendimin uygun gördüğüdür.” demiş.
Efendi kimdir? Pis bir sudan yaratılan, kendisini bir şey sanan, insanları ufalayarak emrine alıp tahakküm ve eziyet eden, nefsinin ilahlaştırdığı, firavunlaştırdığı bir yaratık...
Yaratığın, yaratığa boyun eğişine, haline rıza göstermesine baktım baktım da bir de mümin geçinenleri, bizleri düşündüm. İşte burada durdum kaldım!
Kul demek, köle demekse ve kulun efendisi Allah’sa ki bu böyledir; insan, Allah’a nasıl köle olmalıdır? O zaman; kul diye bir şey kalmamış. Her devirde, üç beş tane kul kalmış ki bunlardan, en çok dikkatimi çekenlerden biri; köleliği yaşayarak öğrenen Rabia Adeviyye Hazretleri, biri de çekirdekten eğitimini alarak kulluğu öğrenen Hasan Basri Hazretleri...
Ağa olmak, bey olmak, paşa, hatta padişah olmak ne kadar kolay ve kul olmak ne kadar zor!.. O kadar zor ki olanlar, unutulmaz örnek şahsiyetler halinde saygıyla anılmakta, olamayanların esamesi okunmuyor!
“Acep şu yerde var m’ola
.Şöyle garip, bencileyin?” demiş, Yunus. Onun gibi olmak kolay mı? İlave etmiş:
“Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir
Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir.”
Bir yerden haber gelir Mevlana Hazretlerine. Ulaklar, şeyhlerinin öldüğünü, mümkünse bir şeyh gönderilmesini talep ederler. Mevlana Hazretleri der ki:
"Şeyh çok! Herkes şeyh! Herkes mürşit! Mürid isteseydiniz, ben gelmek zorunda kalacaktım!"
Bu sözleriyle; insanların çok bilmiş olduklarını, nasihat almak yerine ders vermeye soyunduklarını, kendisinden başka öğrenme merakında olan kalmadığını anlatmak istemiş. Derviş kalmadığından yakınmış. Kaç kul vardı acaba? Mevlana ve Yunus gibi her devirde birkaç kul... Kalanı, doyumsuz nefislerinin köleleri, ilahlaştırdıkları nefislerinin kulları... Neticede; yer, onları yer ve Yunus onlar için şöyle der:
"Dervişlik olsaydı tâc ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka."
“Kimisi bezirgân kimisi hoca...
Ecel şerbetini içmek de güç a!
Kimi aksakallı kimi pîr, koca...
Ne söylerler ne bir haber verirler.”
“Allah’a davet edip iyi amel işleyen ve: “Ben, Müslümanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir” ayetini, Hasan Basri Hazretleri, tefsirinde şöyle açıklıyor:
“İşte bu, Allah’ın sevgilisidir! Bu, Allah’ın seçkin kuludur! Bu, Allah’ın hayırlı kuludur! Bu, Allah’ın yarattıklarının en sevgilisidir! Allah’ın çağrısına icabet etmiş, insanları da o daveti kabule çağırmış, iyi amel işlemiş ve: “Ben Müslümanlardanım!” demiş! İşte bu, Allah’ın halifesidir!”
Allah’ın halifesi olmak bu kadar kolay mı? “Ben Müslümanlardanım!” demekle iş bitse, ne kadar kolaymış! Haydi, hepimiz cümbür cemaat cennete!..
“Dünya hayatı sizi aldatmasın!” ayetini okuyunca, kendini tutamıyor:
“Bunu söyleyen kimdir? Dünyayı yaratan ve onu en iyi bilen! Sakın ha, dünya ile meşgul olmayın!.. Zira dünyanın meşgalesi çoktur. Adam kendine bir meşgale kapısı açtı mı onun arkasından on kapı daha açılır."
“Sağda ve solda oturur.” ayetinde anlatılmak istenen için şöyle demiş:
“Ey Adem oğlu, senin için iki sayfa açıldı. Sana iki kerim melek verildi. Biri sağında, öteki solunda... Sağında olan iyiliklerini zapt eder, solunda olan kötülüklerini... Artık dilediğini yap! Az veya çok... Ölünce sayfan dürülür, boynuna asılır ve kabrine konur! Kıyamete kadar o seninle beraberdir. O zaman Allah-ü Teâlâ der ki: “Her insanın günahını boynuna astık. Kıyamet günü onun için apaçık bir kitap olarak çıkaracağız.” “Kitabını, oku, bugün kendi kendine hesabını görebilirsin.” Vallahi seni, nefsinin hesapçısı yapan Allah, gerçekten adalet yapmıştır!”
Talha İbn Amr al-Hadrami demiş ki:
“Bir gün Hasan Basri çıkageldi. Ata ile beraber yanına oturduk. Şöyle dedi:
“Bana ulaştığına göre Allah şöyle buyurmuştur: “Ey âdemoğlu, seni ben yarattım! Hâlbuki sen başkasına ibadet ediyorsun! Ben seni anıyorum, sen beni unutuyorsun! Ben seni çağırıyorum, sen benden kaçıyorsun! Bu, yeryüzündeki zulümlerin en kötüsüdür!.. Sonra şu ayeti okudu: “Yavrum, Allah’a ortak koşma, zira ortak koşmak büyük bir zulümdür.”
“De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı?” ayeti hakkında, Hasan Basri Hazretleri, yaşayacak kadarından fazla yememek gerektiğini söylüyor.
"Zinet, sırtına bindiğin hayvandır. Tayyibat da Allah’ın, o hayvanların karınlarına koyduğu süttür. Şimdi öyle insanlar var ki Allah’ın nimetini; karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yapıyor. Kim Allah’ın nimetini alırsa, onu güzelce helal olarak yer ama Allah’ın nimetini; karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yaparsa; onu, kıyamet gününde boynuna vebal yapmış olur!”
“Onlardan kimi, nefsine zalimdir.” ayetindeki zalimi, münafık; diğer bir rivayete göre fasık olarak tefsir etmiş. Ona göre büyük günah işleyene, münafık denir. Kişinin akıbetinden emin olması, nifak alametidir. İnsanın nifaktan kurtulabilmesi için sözü ile bilgisi arasında ihtilaf olmamalıdır. O yüzden, devrinde yaşayanların çoğunu münafık saymış. Demiş ki:
“Münafıklar; evlerde, yollarda, çarşılarda hep bizimle beraberdir. Vallahi onlar, Rablerini bilmemişlerdir.
Nifaktan kurtulmak için kalbi ıslah etmek gerektiğine inanmış ve hayatı boyunca bunun için çalışmış. O nedenle, kalpler ilminin kurucusu sayılmış.
Tasavvufta, salih kalp; korkunun çalkandığı yer; fasık kalp, batıl dikenlerin ve kuruntuların yetişip ormanlaştığı yerdir. Kalp, ölünce, öğütten etkilenmez. Bu konuda, Hasan Basri Hazretleri şöyle demiş:
“Ah! Kalpler düzelmiş olsaydı, ben sizi ta kıyamet sabahına kadar ağlatırdım!..”
Hz. Osman’ın katli ve daha sonra çıkan olayları, Allah’ın intikamı sayarmış ve dermiş ki:
“Allah, Resulü yaşadığı sürece ona ikram olarak Müslümanlardan intikam almamış, vefatından sonra intikam alacağını, “Seni götürürsek, biz onlardan intikam alıcılarız.” ayetiyle bildirmiştir. Sebebiyse; dünyaya düşkün olan, dünyaya yönelen, dinlerine içten bağlanmayıp, zühti hayattan ayrılan insanların türemiş olmasıdır.
Hasan Basri, tefsir yazmaktan ziyade vaaz etmeyi tercih etmiş. Kur’an-ı Kerim’in, apaçık bir kitap olduğunu, herkesin kolayca anlayabileceğini, izaha gerek olmadığı kanaatinde olduğunu söylermiş. Sadece, okuduğu ayetlerin, kalbinde uyandırdığı zevki anlatmış. Her ayet, kalbinde daha çok Allah korkusu uyandırmış, bazı ayetler de o korkuyu depreştirmiş. O derin duygular, onun mükemmel anlatımıyla, kalplere nakış nakış işlemiş. Halk, onu dinlemekten son derece haz alırmış. Anlattıkları, gerçekten hissettikleri ve yaşadıklarıymış. Arada kıssa da anlattığı olurmuş. Hatta tefsirinde; cehennem ateşinin, her gün yetmiş bin deriyi pişirdiği, kâfir derisinin, kırk arşın kalınlığında olduğu yazılıymış. Anlattığı kıssalarda detaylara iner, tahlilini yapar, yaşamakta olduğu zühdü aşılamaya çalışırmış. “Biz emaneti göklere, yere ve yıldızlara arz ettik…” ayetinin tefsirini şöyle yapmış:
“Emaneti yedi kat göklere ve yıldızlarla süslediği yollara, büyük arş taşıyıcılarına arz etti, dedi ki: "Emaneti, taşıdığı sorumlulukla birlikte yüklenir misiniz?" Dediler ki: "Sorumluluğu nedir?" Dedi ki: "İyi taşırsan mükâfat alırsın, kötü taşırsan cezalanırsın." "Hayır!" dediler. İnsana arz etti. İnsan yüklendi. Çünkü insan, nefsine zalim, Rabbinin emrini bilmezdir.”
Kıssayı anlattıktan sonra insanları kınamış; mallar mülkler, saraylar köşkler içerisinde yaşayan, sultanın kapısına giden, çeşit çeşit yemek yiyen insanları şiddetle kötülemiş. Yetimleri, dulları, fakirleri hatırlatmış. Fikirlerini kıssalarla beyinlere soktuktan sonra o konuyu, en etkili biçimde anlatırmış. En çok zahit hayatını empoze eder, “Allah’ın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin!” ayetine göre mal isteğinin insanı helak edeceğini söylermiş.
Emevi Devletini sevmediğini belirtir, Kur’an’daki Ülü’l-emr ile bilginlerin kastedildiğini ileri sürermiş. Ona göre gerçek yetki sahibi âlimlermiş.
Isra’nın ruh ile olduğu, vücudun o gece mekanından ayrılmadığı kanısındaymış ve onun için: “Sonra yaklaştı, indi, iki yay aralığı kadar, belki daha az kaldı. Kuluna vahyettiğini etti.” ayetindeki vahyedenin, Cebrail olduğunu söylermiş.
Görüşlerinde, tasavvufi tema hakimmiş. Sufiler, aradıklarını onda bulmuşlar ve onu, efsaneleştirmişler. Onlara göre Hasan Basri de Malik İbn Dinar ve Süfyan-ı Sevri gibi sufi kisvesi olan yamalı hırka giyer, yalın ayak gezer, gömleği kirlidir, yıkamaya fırsat bulamaz. Oysa incelendiğinde, bunun aslının olmadığı görülür. Hasan Basri de sof giyermiş ama devamlı değil… Sürekli sof giyerek zühd göstermeyi sevmezmiş. Dermiş ki:
“Kim tevazuundan sof giyerse, kalbinin nuru artar ama kim böbürlenmek ve gösteriş yapmak amacıyla sof giyerse; o, şeytanlarla beraber cehennemde yanar!”
Riyadan son derece kaçar, ne yapılacaksa sadece Allah rızası için yapılması gerektiğini tekrarlar:
“İnsanın nefsini kötülemesi bile kendini övmesidir” dermiş.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 228
YORUMLAR
Köle; para karşılığı alınıp-satılan, can güvenliği bile sahinin arzusuna bırakılmış olan insan demektir. Dünya'nın geçmişibu kara lekenin karanlığı altındadır. Devletler politikasında ve dinlerde kurumsal nitelik kazandılmış, insan sömürüsü geçerli görülmüştür. Bu gün bile bazıları bu insanlık suçunu savunur gözükmektedirler. Köleliği, kulluk kisvesne büründürerek, ılımlaştırmaya çalışmanın mantığını kavramış değilim. Hak ve özgürlük savunucularına karşı, pasif bir direniş midir? TEOKRASİ BEZİRGANLIĞI MIDIR? Çözene aşkolsun. Saygılarımla.
“İnsanın nefsini kötülemesi dahi kendini övmesidir”
Her zamanki Onur BILGE klasigi! Her zamanki gibi kusursuz!
Böyle kusursuz yazabilmek icin cok bilmek, cok bilmek icin, cok okumak, cok okuyabilmek icin, ögrenmeyi sevmek gerekir. Cok ögrenen kisi de cok "ögreten" kisidir!
SEVGILER!
bazı ayet, hadis ve evliya sözlerini okuyup, üzerinde derin derin düşünüyorum...
bunu zaman zaman bende yapiyorum.bazi evliya sözleri derin düsünceye itiyor insani.
Köle, kul demektir. Bir kula kul olana, köle denir.
Yaratığın, yaratığa boyun eğişine, haline rıza göstermesine baktım baktım da bir de mümin geçinenleri, bizleri düşündüm. İşte burada durdum kaldım!
bende bu gece yazilarinin karsisinda durdum kaldim.
Kim tevazuundan sof giyerse, kalbinin nuru artar ama kim böbürlenmek ve zühdünü göstermek için sof giyerse; o, şeytanlarla beraber cehennemde kavrulur!”
Riyadan son derece kaçar:
_ “İnsanın nefsini kötülemesi dahi kendini övmesidir” dermiş.
cok güzeldi okumaya her seferinde degen yazilarin.
yüregine emegine saglik.
sevgilerimle