SANCI ( 1 )
Yağmur, baharın sevinç gözyaşlarını dökercesine, çiçeklere, ağaçlara, tüm canlılara hayata merhaba diyerek yağıyordu. İnsanlar bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. Yüzünü cama iyice yasladı. Nefesi camın bir kısmını buğuladı. Aniden bir şimşek çakması ve gök gürlemesi ile irkilerek geri çekildi. Çakan şimşek sanki yüreğinin derinliklerinden bir şeyler koparmıştı. Kafasında cevabını bulamadığı soru yumakları kördüğüm olmuştu. Dışarıdaki yağmur yüklü fırtına, sanki yüreğinin derinliklerinde kopuyordu. Canı çok sıkılıyor, çaresizlik girdabında can çekişiyordu. Adeta yüreğine prangalar vurulmuştu. Ellerini yumruk yaptı. Duvara bir anda vurdu. Bu yumruk duvara değil isyan ettiği kaderineydi. O anda, camı - kapıyı bir şeyleri kırıp dağıtmak istedi. Hayat onu hep bir yaprak gibi savurup atmıştı. Sığınacağı kuytu bir köşe bulamamıştı. Askerden geleli bir sene olmuş, fakat hala işsiz güçsüz dolaşıyordu…
Askerliğe dedesinin şu sözünü düşünerek gitmişti “ Askerlik adamı olgunlaştırır, insan ilerisini daha iyi görür.” Bu düşüncenin tesirinde, hayatına yeniden olgunlaşmış olarak başlayacak, bulaştığı onca pislikten sıyrılacaktı. Eski yaşantısını bırakacak, yeni bir düzen kuracaktı. Mırıldanmaya başladı kendi kendine: Olgunlaştıkta ne oldu. İlerisini görecek bir aydınlık dahi yok . Ben karanlıklarda doğmuşum, kaderim de karanlık….
Yerde duran orlon yumağına bir tekme atıp, kanepeye uzandı. Canı çekilmiş, dermansızlık iliklerine kadar işlemişti. Sanki ruhu acıyordu. Çaresizlik ne kötü bir şeydi…
Babasını kaybedeli üç sene olmuştu. Annesi ve spastik özürlü kız kardeşliyle yapayalnız kalmıştı. Babasını kaybettiği o kara günü, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçirmeye başladı. İçinde sönmek bilmeyen intikam ateşi yeniden alevlenmişti. En büyük dayanağını, arkadaşını, canını, dostunu bıçaklayan hain eli bulacaktı. Daha onu kimin, niçin öldürdüğünü dahi bilmiyordu. Bir an mırıldanmaya başladı: “ o âdi adamın canına okuyacağım”. Sonra kendi kendine “ oğlum nerden çıkardın adam olduğunu, belkide kadındır” dedi. Bir yandan da elinin tersiyle ritmik hareketlerle duvara anlamsız anlamsız vuruyordu. Bir ara yanmakta olan yüreğinin acısının azaldığını hissetti. Anladı ki o anda aklına başka birisi gelmişti, Selma’sı ….Zaten dünyanın çirkefliğinde, kendini sadece onun yanında huzurda, güvende hissediyordu. Hayatında ki tek sağlam dayanağı Selma’sıydı. Her şeye rağmen dünyanın pisliklerine daha fazla bulaşmamış olması onun sayesinde olmuştu. Kaç defa onu uçurumun kenarından çekip almıştı. Askerlik boyunca onun teselli kokan , sevgi yüklü mektupları firarını önlemişti. En çok da Selma’nın şu cümlesi beynine nakşetmişti “ Tarık, ne olursun sabret, güzel günler bizleri bekliyor. Unutma seni bir an aklından çıkarmayan, sensizliğin hasretini bağrına basmış, seni çok ama çok seven bir kız bekliyor” Ne güzel cümlelerdi. En umutsuz anlarında ona güç vermiş, pes ederken ellerinden tutmuş çıkarmıştı. Hayal iklimlerinin, soğuk sıcak mevsimlerinde gezinirken annesinin sesiyle irkildi:
– Tarık oğlum! Dışarı çık biraz dolaş. Hem de Ayşe’nin ilaçlarını alıver. Ne olacak bu halin iş beğenmiyorsun. Herkese borçlandık. Mutfak tam-takır.
– Of anne ya yeter artık! Sıkıyorsun. Bende biliyorum durumumuzu boş mu duruyorum. Adamlar bedavaya çalıştıracak eşek arıyorlar. Bende öyle üç-beş kuruşa çalışacak adamıyım. Koskoca elektrik teknisyeniyim.
– Oğlum bu zamanda iş beğenmeme lüksümüz yok, sen istediğin kadar beğenme elin adamı çalışıyor. Burada yattığın yerde para veren var mı? Daha evleneceksin düğünün olacak….
– Anne sabret. Çok para kazanacağım. Tüm bu sıkıntıların bitecek. Sizi rahat ettireceğim. Kardeşimi tedavi ettireceğim.
Annesi her zaman ki gibi yine çaresiz susmuştu. Oğlunun bu durumu onu çok korkutuyor, başını belaya sokmasından endişe duyuyordu. İnsan basamakları birer birer çıkmalı, bu hırs hayra alamet değil diye düşünüyordu.
Tarık’ın yine canı sıkılmıştı. “ Mutlaka o işi yapmalıyım, başka çaresi yok, kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalı” diye düşündü. Hem bu senin hakkın olan bir şey kötü bir tarafı da yok ki dedi içinden. Bu düşüncesini kimseler bilmemeliydi. Eğer Selma’ya söyleyecek olursa mutlaka vazgeçirirdi. Kanepeden doğruldu. Dışa çıksam iyi olacak hem açılırım belki dedi. Bir an hava yağmurlu çıkmasan daha iyi olur diye düşünürken , Ayşe’nin ilaçlarını almalıyım diyerek vestiyere giderek şemsiyesini aldı. Annesine bir şey söylemeden kapıyı çekip çıktı. Merdivenleri isteksiz isteksiz bir bir inmeye başladı. Birden alt kattaki komşuları Ali Beyle karşılaştı.
– İyi akşamlar Tarık. Nasılsın? Hala iş bulamadın mı?
– Yok Ali Abi hala bir iş bulamadım.
– İnşaallah bulursun işsizlik zor be…
Tarık, bu adama sinir oluyordu. Her gün aynı soruyu bile bile sorması canını çok sıkıyordu. Caddeye adımını attı. Bir an nereye doğru gitsem diye tereddüt geçirdi. Büyük parka doğru gideyim hem ilaç da alacağım dedi. Bir ara Selma’yı aramayı aklından geçirdi. Ama geç oldu, babası izin vermez, zaten araları iyi değil hepten bozulmasın diyerek vazgeçti.Rotasız bir gemi gibiydi. Etrafına anlamsız anlamsız bakarak yürümeye başladı. Berber çırağı, yağmur sularını temizliyordu. Manav dükkanın önündeki şemsiyeyi tamir ediyordu. Bir ara manavın önünde duran bayanı gördü. Sanki yabancı değildi. Bir yerlerden tanıyor ama çıkaramıyordu.
Devamı var…
YORUMLAR
Öyküyü okurken(altıncı bölümde)birinci bölümden başlayacam demiştim.İyi ki demişim zira harika bir yazıyla karşı karşıyayım şu an.Tarık da her genç gibi askerliğini yapmış ama işsiz.Bir de babasının öldürüldüğünü düşünerek intikam almak istiyor.Ailesi de geçim sıkıntısı içerisinde.Sevgilisi Selma da var.Olaylar çok boyutluluk kazanacak sanırım.
selamlar...