- 955 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
227 - HASAN BASRİ YOLU
Onur BİLGE
Zamanın şeyhi, tabiinin tabiilerin büyüklerinden, ittika zümresinin piri, Evliyaullah Fırkasının başta gelenlerinden, Ehli Velayet ve Kıble-i Erbab, irfan kaynağı, muhaddis, müfessir, zahit ve fakih bir zat olan Hasan Basri Hazretleri, vaazlarında, öncelikle Allah korkusunu telkin ederdi. Daima haşyet içinde ve üzgündü.
“Mümin, iki korku arasındadır." derdi." Üzgün sabahlar, üzgün akşamlar. Geçmiş günahlarının karşılığında, Allah’ın nasıl bir ceza vereceğini bilmediği gibi, başına nelerin geleceğini de bilmez. Bu iki bir korkunç hayat arasındadır.”
Bütün rivayetler, onun daima ahret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlarmış. Dermiş ki:
“Ey, âdemoğlu! Kur’an okuyup, ona inanırsan, bu dünyada keder ve endişen artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacaktır!”
“Yetmiş Bedirliye yetiştim, çoğu zaman sof giyerlerdi. Onları görseydiniz, deli sanırdınız! Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi: “Bunların ahrette bir nasibi yok.”, kötülerinizi görselerdi: “Bunlar hesap gününe inanmıyorlar.” derlerdi.” dermiş.
Ashabı örnek aldığı için, sufi olarak anılmasa da öyle kabul edilmiş. Zahitliği, saf tasavvuf özelliği taşır. Ruhlara işleyen vaazları ve tefsirleriyle, işari tefsirin kurucularından sayılmış. O kadar hikmetli konuşurmuş ki İmam-ı Cafer-i Sadık Hazretleri, onun hakkında: “Sözü, Efendimizin sözüne benziyor.” demiş.
O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipmiş ki kendine özgü hitabıyla: “Nereye gidiyorsunuz?” demesi bile dinleyenleri ağlatmaya yetermiş. Onu, gözü yaşlı dinlerler, dünyayı tamamıyla unutmuş; akıllarından, ölümden başka her şey silinmiş halde yanından ayrılırlarmış. En çok üstünde durduğu konu; Haşyetullah, yani Allah korkusu ve ölüm endişesiymiş.
Camide, cemaatine hitap eder, evinde de yakın dostlarıyla, züht ve batın ilimler hakkında konuşurmuş.
En son vefat edenlerle beraber, üç yüz Sahabeyle görüştüğü rivayet edilir. O nedenle tâbiinin önde gelenlerinden olduğu; ilim, fazilet, züht ve takvasıyla tanındığı söylenir.
Ebû Tâlib Mekkî, Hasan Basri Hazretleri’nin tasavvuf yolunda imam kabul ettiklerini söylemiş. Enes b. Mâlik Hazretleri, kendisine bir mesele sorulunca, derin ilim sahibi olduğunu söyleyerek, ona yönlendirirmiş.
Hasan Basri, henüz on beş yaşlarındayken eşi bulunmaz bir âlim haline gelmiş. Bir gün kürsüde vaaz ederken, kapıdan bir yabancı girmiş. Hasan Basri Hazretleri, mescidin nurlandığını hissetmiş. ‘O ne heybet Ya Rabbi! O ne güzellik!.. Yoksa bu zat...’ diye geçirmiş içinden. Yanılmadığını anlamış. Misafir, Hazreti İmam Ali Efendimizmiş. Böylece, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman’dan sonra “İlim Şehrinin Kapısı” ile de şereflenmiş. Hazreti İmam Ali Efendimizin, bu genç vaizi çok sevdiği; ona, kimseye vermediği tasavvufi sırları fısıldadığı, nurlu elleriyle bir “icazet” yazıp verdiği ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirdiği; tavvufta, hilafetnâme, yani izin belgesi verme usulünün, Hazreti Ali Hazretleri’nden kalma bir gelenek olduğu rivayet edilir.
Bu olaydan sonra, Hasan Basri Hazretleri, büyük bir hizmet vermeye başlamış, insanlar fevç fevç sohbetine gelmiş, aralarında Malik bin dinar, Utbe-i Gulâm, Ebû Haşim-i Mekki ve Habib-i Acemi gibi pırlantalar olan talebeleri, ülkeler ötesini nurlandırmış. Bu yol, ölümünden sonra da aynı şekilde devam etmiş; halkaya, İbrahim Edhem ve Mûiniddin-i Çeşti gibi zirveler eklenmiş.
“Öyle insanlar gördüm ki dünyaya, ayaklarının altındaki toprak kadar kıymet vermezlerdi. Güneş doğmuş, batmış; dünya yıkılmış, hiç umurlarında değildi. Öyle insanlar gördüm ki bunlardan biri akşamlar, yanında azıcık azık vardır, yine hepsini yemez: “Bunun hepsini kendi karnıma koymayayım, bir kısmını da Allah için sadaka vereyim!” diye düşünürdü.” gibi sözlerle çevresindekileri irşad etmeye çalışan Hasan Basri’nin, kendisini böyle zühde adamasında en önemli etken, Amir ibn Abdi’l-Kays isimli zattır. Bu zat, Basra’nın toplumsal hayatında, yeni bir züht hareketini temsil ediyormuş. Kendisi; evlenmez, et ve yağ yemez, emirlerin yanına girmezmiş. Tevrat ve İncil’le de biraz meşgul olmuş.
Onun züht hayatını etkileyen diğer bir sebep de Basra’da züht hayatının teşvik görmüş olmasıymış. Bir zaman sonra Hasan-ı Basri, topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmiş.
“Ashabını bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun?” diyenlere:
“Muhammed (S.A.V.) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dediler ki: “Kıyamet gününde insanların iyisi, nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olan, en çok gülen de dünyada en çok ağlayandır.” diye cevap vermiş.
Ömer İbn Abdulaziz; hüküm ve kaza işlerinde yardım edecek kimseler tavsiye etmesini istemiş; Hasan Basri: “Din ehli, seni istemez; dünya ehlini de sen istemezsin.” demiş.
Sadece halk ile beraber olmamış, devrin devlet ricali ile de arasını iyi tutmuş. Birçok insanı idama götüren Haccac, nüfuzundan korktuğu için ona dokunamamıştır. Emevilerin yüz akı halifesi Ömer bin Abdülaziz’e, insanlara adaletle davranmasını, hak sahibine hakkını vermesini; halifeliğin, iki tarafı keskin bir kılıç gibi olduğunu, Allah’ın emirlerine bağlı hüküm veren birinin, Efendimiz’in beşaretini hak eden yedi grup arasına girdiğini, zulüm ile yöneticilik yapanın da ahretteki makamının cehennem gayyaları olduğunu söylemiştir.
Zalim Haccac, Halid bin Safvan’a:
“Basra’nın efendisi kimdir?” diye sormuş. Soyu sopu ve şöhretiyle tanınmış bir ismin söylenmesini beklerken:
“Hasan el-Basrî’dir!” cevabını almış ve kendini tutamayıp:
“Nasıl olur, soy sopça tanınmış bir kabileden değil Hasan-ı Basrî?” dediğinde de Halid bin Safvan, şöyle demiş:
“Doğru. O tanınmış bir kabileden değil. Ancak o insanların dünyalıklarına bakmıyor; onlardan elini ve gönlünü çekmiş. İnsanlar ise tam tersi, dinlerini öğrenmek için ona muhtaçlar. Basra halkının ileri gelenleri bile, halkasına katılmak, sözlerini dinlemek, ilmini alabilmek için can atıyorlar!” O zaman Haccac:
“Vallahi, işte gerçek efendilik ve sultanlık bu!” demiş.
Gerçek efendilik ve sultanlık, insanların ellerlindekine avuçlarındakilere göz dikmemektir. Gerçek zenginliktir budur ki peygamberlik mesleğidir. Hakka hizmet karşılığında maddi mânevi hiçbir şey istememek, beklememek ve beklenti içine girmemektir.
“Doğru yolda olan ve sizden bir ücret de istemeyen kimselere uyun!”
Dağlar gibi mala mülke sahip olduğu halde gözü aç, gönlü doymaz bir insanı doyurmak mümkün mü? Kanaati hayat prensibi edinmiş insan kadar da zengin bir kimse yoktur, dünyada. “Kanaat, tükenmez bir hazinedir!” ve “Zenginlik, mal çokluğu ile değildir; asıl zenginlik gönül zenginliğidir.” demiş, Efendimiz.
Böyle bir zenginlik herkese yakışır. Hele hele rehberlik konumunda bulunan âlimlere daha çok yakışır. İmanın gereği ve ilmin izzetindendir. İlmi, ayaklar altına düşürmemektir. Şereftir, payedir, üstünlüktür. Gurur ve kibirle hiçbir ilgisi olmayan bu duygu kişinin olgunluğunu ve ağırlığını arttırır; büyüklüğünü gösterir.
Hasan Basri Hazretleri, kalbin kararmasının nedenlerini saymış:
"Kalbin bozulmasnın sebepleri; tövbeyi terk etmek; ilmi ile amel etmemek; amelinde ihlâsı gözetmemek; Allah’ın verdiği rızka şükretmemek; Allah’ın verdiğine razı olmamak; ölümden hiçbir nasihat almamak."
Duanın kabulünün şartlarını şöyle sıralamış:
"Duanın kabul edilmesi için; dünyaya karşı hırs beslemeyen, yanlarına oturduğun zaman Allah’ı hatırlatan ilim ehli insanlar ile beraber oturun; çünkü onların sohbet-i cananına doyum olmaz! Teheccüt namazı kılın! İslam dininin direği olan namazı vaktinde kılın! Helal rızık yiyin! Kuran’ı adabına göre okuyun!"
Hasan Basri Hazretleri, anne babaya hak ettikleri şekilde davranılmasını etrafındakilere, her zaman anlatırmış. Hac esnasında gördüğü birisine:
“O yükü sırtında niye taşıyorsun?” diye sorunca, adam:
“Ya imam! Sırtımda taşıdığım, babamdır, Şam’dan sırtımda getirip ona yedi kere hac yaptırdım.” demiş. Bunun üzerine imam:
“Bir kere kalbini kırsan, bunun bütün sevabını kaybeder; bir kez de gönlünü alsan, hepsinin sevabını alabilirsin.” demiş.
Hasan Basri Hazretleri gıybet konusunda çok hassastır. Bir gün kendisine birisi gelip:
“Yemekte falanın evinde idim, o esnada ev sahibi, seni çekiştirdi.” demiş. Hazret de kendisine:
"Sana ne ikram etti?" diye sormuş. Laf taşıyan:
"Şu yemekleri ve şu içecekleri ikram etti." diyince Hasan Basri:
"O kadar şeyi midende sakladın da benim hakkımda söylediklerini saklayamadın mı?" demiş ve daha sonra bir kap hurma hazırlatıp:
"Bunu, beni çekiştiren kimseye ver ve şunları söylediğimi bildir: “Duydum ki sevabının bir kısmını benim defterime geçirmek istemişsin, teşekkür ederim. Benim hediyem seninkinin ayarında değil ama bu hurmaları kabul buyur." demiş, gıybet edene de söz taşıyan kişiye ibretamiz bir ders vermiş.
Yine bir gün kendisine birileri:
"Ya imam sen diyorsun ki: “Ashab-ı Kiram zamanında Medine’de gıybet yapıldığı zaman, Medine’nin sokakları kokardı.” Biz de gıybet ediyoruz fakat hiçbir yer kokmuyor." dediğinde:
"Bir insan, derici dükkânına ilk girdiğinde burnu oranın kokusuna dayanamaz! Bir süre geçtikten sonra artık alışır ve o kerih kokuları duymaz hale gelir. İşte sizler de gıybet etmeye o kadar alışmışsınız ki artık her tarafı çepeçevre saran pis kokuları duymaz hale gelmişsiniz!" demiş.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 227
YORUMLAR
Mümin, iki korku arasındadır." derdi." Üzgün sabahlar, üzgün akşamlar. Geçmiş günahlarının karşılığında, Allah’ın nasıl bir ceza vereceğini bilmediği gibi, başına nelerin geleceğini de bilmez. Bu iki bir korkunç hayat arasındadır.”
düsündürücü.Ya imam sen diyorsun ki: “Ashab-ı Kiram zamanında Medine’de gıybet yapıldığı zaman, Medine’nin sokakları kokardı.” Biz de gıybet ediyoruz fakat hiçbir yer kokmuyor." dediğinde:
_ "Bir insan, derici dükkânına ilk girdiğinde burnu oranın kokusuna dayanamaz! Bir süre geçtikten sonra artık alışır ve o kerih kokuları duymaz hale gelir. İşte sizler de gıybet etmeye o kadar alışmışsınız ki artık her tarafı çepeçevre saran pis kokuları duymaz hale gelmişsiniz!" demiş.
evet giybet dedikodu bilmeden konusmak insanlarin günahini almak ne kötü bir huy.ve ne günah.
cok güzeldi.
yüregine saglik.sevgileimle.
ne günlere kaldık ey gazi hünkar...!!!!..........
edebimden dolayı devamını getirmedim bu sözün...
ama şunuda ifade etmeden geçemeyeceğim doğrusu...
bir Allah dostu ile uğraşmanın cezası,tevbe edilmediği müddetçe,Allahın düşmanlığını kazanmak demektir...
ve ne büyük bir ziyandır bu...yazık ...
Allahı kaybeden neyi bulur,Allahı bulan neyi kaybeder....
kutluyorum Onur Bilge...kutluyorum....kutluyorum...kutluyorum...Rabbim dünya ve ahiretini mesrur eylesin....
duamla çoook....
Emeğine sağlık. Bilgilerine dayanarak yazmışsın, iyi de yapmışsın. Abdullah beye de katılmıyorum. O zatı çok iyi araştırmış, hatta zamanında yaşayıp, yanında bulunmuş gibi, keskin ve net bir tabirle, Hasan Basri Hazretleri için " şarlatan" imasında bulunmuştur. Bence İslam alimleri hakkında konuşurken, iki kez düşünülmesi gerekir.
Saygılarımla.
Bu şaşalı, debdebeli zat, farklı olarak halkın refahı için hiç bir şey yapmayan, kölelik üzerinden geçimini sağlayan, sıradan zengin bir kişidir. Zamanın popülerliği onumenkıbelere taşımış, efsaneleştirmiştir. Örnek alınacak hiç bir özelliği ve görüşü yoktur. Yazanların ve okuyanların emeğine yazıktır. Saygılarımla.