- 19955 Okunma
- 13 Yorum
- 4 Beğeni
226 - RABİA ve HASAN BASRİ HAZRETLERİ'NİN AŞKI
Onur BİLGE
Bazı kaynaklarda, Hasan Basri Hazretleri’nin, Rabia ile evlenmek istediği rivayet edilir, hatta onların birbirlerine âşık olduğundan da bahsedilir ve bu aşkın, bildiğimiz aşklardan olduğu sanılır. Aynı şehirde yaşadıkları gibi aynı devirde de yaşamış olabilirlerdi. Hatta gerçekten de birbirlerini herkesten çok sevebilirler, âşık da olabilirlerdi ve daha kendileri farkına varmadan, cümle âlem bu sevdayı, hal ve hareketlerinden hisseder, adlarını ayyuka çıkarırdı! Aşkı, yakalanan bir anlık kaçamak bir bakış bile ilan ediverir! Saklanır mı o ateş! Mümkün mü? Dumanı çıkacak tabi ki!
Aynı ilde ve devirde yaşamış olsalardı, birbirlerini aşk raddesinde seveceklerdi. Çünkü aynı düşüncedeydiler ve birbirlerini dengeliyorlardı. Başkaları onları, o ikisinin birbirinin anlattıklarını anladığı gibi anlayamazdı. Onlar, aynı kutsal yolun, yorgunluk nedir bilmeyen bağrı yanık yolcularıydı. Birbirlerini; dediklerini de hallerini de derinliğine anlayacakları şüphesizdi. O nedenle uzak kaldıklarında, eksikliklerini fark edeceklerdi ama aynı kentte yaşamış oldukları halde birbirlerini görmüş olmaları mümkün değil. Çünkü farklı zamanlarda yaşamışlar.
Aynı zamanda yaşamış olsalardı, gerçekten de birbirlerini delice sevmiş olsalardı dahi, ikisi de nefsi duyguların esiri olmayacak olgunlukta, beden yükünden kurtulmuş kişiler oldukları için yüreklerinin üzerinde yürümeyi başaracaklar, Allah Aşkını aşklarıyla mukayese edemeyecek kadar üstün tutacak, dünya heva ve hevesine meyletmekten şiddetle sakınacaklardı.
Yine aynı zaman diliminde, aynı yerde yaşamış ve birbirlerini bir kerecik görmüş olsalardı dahi, cazibeleri, iki mıknatısın birbirini çektiği gibi çekecekti. İşte o halde, Hasan Basri Hazretleri’nin ona evlenme teklif etmiş olmamasına şaşardım! Onunla kısa süreliğine bile ayrılmamacasına beraber olmak istememesini yadırgardım. Artı ve eksi kutuplar gibi oldukları kesin. Belki de o nedenle farklı zaman dilimlerinde gelip gitmişlerdir. Yaratan’ın planı, eksiksiz ve kusursuzdur! Aksi halde, erkeklerin sultanıyla kadınların sultanı birbirlerinin büyüsüne kapılacak, belki de gereken hızda ilerleyemeyecek, ışık şahsiyetler olarak görevlerini yerine getiremeyeceklerdi.
Biz, sıradan müminler bile; birbirimizin, onlarınkine göre yapay kalan cazibesiyle sarhoş gezmekte olduğumuza göre, erkeklerin aslanıyla, kadınların aslanı karşılaşmış olsaydı, hızla gelen iki uçağın çarpıştığı gibi çarpışacaklar, belki de helak olacaklardı!
İki Allah âşığı birbirini sever. Aşkla sever hem de! Yalnız ve uzak kalırlarsa azap çekerler. Allah’ı seveni sevmek, Allah’ı sevmek demektir. Aynı yolunun yolcusu olan kişilerin sevgisi aşk raddesindedir ama o aşkın, nefisle ilgisi yoktur. İlle de ille kavuşmak arzusuyla değil, her halükârda Allah Aşkıyla yanarlar! Bu neye benzer, bilir misiniz? Çölün kavurucu sıcağında, güneşin tam tepeye dikildiği zamanda, ateşin karşısında et pişirmeye... Sırığa geçirilip döndürülmekte olan, herhangi bir hayvanın eti değil, kendi etleridir, üstelik!
Hasan Basri Hazretleri’nin ona aracı göndermesi ve teklifi reddedilince:
“Eyvah! Teklifimi nefsanî zannetmiş, yanlış anlaşılmışım!” diyerek, bizzat yanına gitmesine ve ona:
“Ya Rabia! Biz seni burada mahcup gördüm. Seni Allah için nikâhlayıp, haneme götürmek istedim. Tüm müminlerin, senin ilminden istifade etmesini arzuladım.” şeklinde bir açıklama yapmasına gerek yok. Onların konuşmalarına tercüman da açıklama da gerekmez. Konuşmadan dahi anlaşabilirler. Hiç de inandırıcı değil.
Rabia’nın duruşu, muhtemelen kadınlar tarafından abartılmış olmalı. O övülüp göklere çıkarılırken, Hasan Basri Hazretleri gibi yüce bir zat, nefsine yenik düşürülmüş olur ki bunu da akıl ve mantık kabul etmez!
Diğer bir rivayetteki gibi şehrin ileri gelenlerinden olan arkadaşlarıyla onu ziyaret ederek:
“Ya Rabia! Böyle yalnız olamazsın! Aramızdan birisini seç!” denmiş olduğunun söylenmesi de Rabia’ya o gerçekleri söylettirmek amacıyla yapılmış kurgudur.
Ölümüne yakın vuku bulduğu söylenen bu teklif esnasında, Rabia seksen yaşlarındadır. Gençliğinde bile kendisini paralarcasına ibadet etmekten, sabahlara kadar uykusuz kalıp, akşama kadar helal rızık peşinde koşmaktan, genç yaşta dahi, rüzgâr esse yıkılacak kadar zayıf ve güçsüz kalmış bir kadın için ölümüne yakın, yaklaşık seksen yaşında, evlenme söz konusu olamaz. O açıklama üzerine Rabia’nın:
“Eğer benim son nefesimde imanla gideceğime, kabrimde suallere cevap verebileceğime, sırat köprüsünden geçebileceğime dair bir ruhsat, bir imza verebilirsen, hemen kıyalım nikâhımızı.” demiş olması da inanılır gibi değil!
Bu cevap üzerine Hasan Basri Hazretleri’nin:
“Katiyen böyle bir şey yapamam!” deyip ağlayarak evine gittiği ve bu konuşmadan kısa bir süre sonra Rabia’nın vefat ettiği söylenir.
Evlenme telifi karşısında verildiği iddia edilen cevabın içeriği, bir veliyenin soracağı sorular değil. Çünkü onları kimse garanti edemez. Sadece Allah bilir. Üstelik onca sene durup durup da o yaşta bir kadına evlenme teklif etmek, ciddiye alınacak bir şey değil, gülünüp geçilecek bir latife olabilir ki Hasan Basri gibi ciddi bir âlim ve zahidin öyle bir şaka yapmış olması da mümkün değildir.
Bir gün, evinin önünden geçerken, o sırada evin damında bulunan Hasan Basri Hazretleri’nin, Allahü Teâlâ’nın sevgisinin şiddetinden pek çok ağlamış, gözyaşlarının rüzgâr vasıtasıyla, aşağıdan geçmekte olan Râbia-tül Adeviyye’nin yüzüne düşmüş olması, onun da damlaların nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan Basri’yi görünce:
"Ey Hasan! Sakın gözyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın! Bu gözyaşlarını içinde muhafaza et ki, içerde bir derya olsun! Allah-ü Teâlâ’nın muhabbeti ile kaynasın!" demiş olması da edebe uygun olmadığı için güzel bir öykü çekirdeği olmaktan ileri gidemez.
Veliye de olsa, bir kadının, sıradan bir erkeğe dahi söyleyemeyeceği; bir nefis, dokuz nefis meselesi, Basra’nın değil, zamanında dünyanın en saygın erkeklerinden birine söylenmiş olması mümkün mü? Gerçekleşmesine imkân olmayan bu tür rivayetler, yıllarca ezilen kadınların, Rabia vasıtasıyla erkeklerden öç almak için uydurdukları sözlerden başka bir şey değildir. Zaten o devir, halk dilinde; çok eski tarihi olayların, Bin Bir Gece Masalları ve gerçek hayatın birbirine karıştırıldığı, efsanevi bir devirdir.
O sıralarda Selman-ı Farisi Hazretleri yüz yirmi dokuz yaşındayken; Kufe’ye, Hasan Basri Hazretleri ile görüşmeye gelmiş; ona, Allah-ü Teâlâ’da fani olmanın formüllerini göstermiş. Hasan Basri Hazretleri, Seyr-i Sülûkunu o şekilde tamamlamış, kemale erip, Efendimizin varisi yani Varis-i Nebi olmuş.
Hasan Basri Hazretleri’nin, bir gün Rabia’nın kabrinin başına gelerek:
“Ah Rabia ah! Öyle ruhsatlar varmış ki eğer şimdi benden o ruhsatları isteseydin; iman ile gitmene, kabir suallerine yardımcı olacağıma, Sırat’tan geçeceğine, amel defterinin sağdan verileceğine, Livaü’l-Hamd altında toplananlardan olacağına dair, değil imza, mühür basardım!” dediği iddia edilir ki bu da son derece yanlıştır.
Rabia, zaten ehlisünnete uygun bir hayat sürmektedir. Evlenmeyi çoğalmayı öğütleyen ve:
“Bir kadın; namazını kılar ve eşine itaat eder, onu mutlu ederse, cennetin istediği kapısından girsin!” diyen de Efendimizdir.
Üstelik bir Ayet-i Kerimede: “Cennetliklerin işledikleri işleri işlerler, cehennemlik olarak ölürler; cehennemliklerin işledikleri işleri işlerler, cennetlik olarak ölürler.” buyrulmaktadır.
O gün için, ‘Kimsenin kimseye faydasının olamayacağı gün’ denir. Çünkü Efendimiz bile kızına:
“Ya Fatıma! Namaz kıl! Yoksa seni ben bile kurtaramam!..” demiş.
Allah’ın Habibi’nin sevgili kızı dahi akıbetini bilemezken, İslam Peygamberi bile öz kızına şefaat hakkı kullanabileceğinden emin olamazken, onca ilim sahibi bir zat, böyle bir sözü nasıl diyebilir?
Halk arasında oluşan evliya kıssalarıyla, bir duvar örmeye çalışılırken üç duvar yerle bir oluyor!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 226
YORUMLAR
Hepsini yalanladığınıza göre bin bir gece palavraları oluyor yani... “Ya Fatıma! Namaz kıl! Yoksa seni ben bile kurtaramam!..” demiş. Kuran'da namaz yok salat var. Ne anlama geldiği ve nasıl olduğu kitapta yazmaz... Bırak Hasanı, Rabia'yı da "Allah ve melekleri peygambere salat eder" ayetini bir düşün, sonra değerledir derim, masumane...
Aşkı yaratan Allah, neden kullar arasında gönül bağından söz edilmesin ki?Aşk olmasa hiç bir eş birbirine tahammül edemezdi. Sonra dinimiz evlenmeyi emretmiyor mu? Evlenip çoğalın demiyor mu? Bazıları diyor ki," bir kaplte iki aşk olamaz.Allah aşkı olunca, insani aşk olmamalı. İnsani aşkın olduğu yerde Allah aşkı olmamalı." Bu son derece akıl dışı.
Sonra aklıma takılan bir soru da, İslamda belli bir ibadet şekli yok, neden? 4 mezhep var, namazı farklı kılıyorlar, abdestleri farklı. Bir çok inanışları farklı. Bu dört mezhebe göre mi hesaba çekileceğiz. Bu mezhepler Kur'an'da var mı? Evliyalar, alimler neden farklı düşüncelerdeler. Bir çok alim bildiğimizin sahih olmayan hadisler bildirdiğini öğreniyoruz.
Kim doğru, kim yanlış, benim gibi cahiller nerden anlayacak? Herkes kendi fikrini söylüyor, babası ölen bir türbe dikip, bilmem ne baba diye övünüyor, onun sözlerini, öğretisini yaymaya çalışıyor.
Bence bizim işimiz, Efendimizin zamanında yaşayan müslümanlardan daha zor. Onlara gerçeği olduğu gibi anlatan bir peygamber vardı.Her şeyi birinci ağızdan öğrendiler. Ama bize gelene kadar hadisler bire beş, yanına eş, değiştirildi.
Biz, yani normal insanlar Kur'an'dan korkutulduk hep. " Sen okuma, anlayamazsın, aman bir yanlış yorum yapar dinden çıkarsın."
Neyse, öz cümle, işimiz çok zor. Allah hepimize,doğruyu anlayabilme, gerçekleri görebilme yeteneği neasip etsin.
Yazarı da kutluyorum, her nekadar o da, bugüne kadar bildiklerimizi ters köşe yatırmış olsa da, kıymetli bir yazıydı.
Üstelik bir Ayet-i Kerimede: “Cennetliklerin işledikleri işleri işlerler, cehennemlik olarak ölürler; cehennemliklerin işleri işlerler, cennetlik olarak ölürler.” buyrulmaktadır.
O gün için, ‘Kimsenin kimseye faydasının olamayacağı gün’ denir. Çünkü Efendimiz bile kızına:
_ “Ya Fatıma! Namaz kıl! Yoksa seni ben bile kurtaramam!..” demiş.
Allah’ın Habibi’nin sevgili kızı dahi akıbetini bilemezken, İslam Peygamberi bile öz kızına şefaat hakkı kullanabileceğinden emin olamazken, onca ilim sahibi bir zat, böyle bir sözü nasıl diyebilir?
Halk arasında oluşan evliya kıssalarıyla, bir duvar örmeye çalışılırken üç duvar yerle bir oluyor!..
***
binbir gece öykülerin
dahsı bu öykünü çok bereketli ve kutsal gördüm dostum.
yüce rabbim daim güzellikleri göstersin sana.
çok beğenim ve çok saygımla.