- 708 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HIRSIZ İLE FARE
Geçen hafta evimize hırsız girdi ve ben karıma, hırsızı son anda elimden kaçırdığımı söyledim. Oysa ben en az o gece rüyamda gördüğüm fare kadar korkaktım. Evimize bir hırsızın gireceğini hiç düşünmemiştim ama bu da oldu işte. Rüyamda gördüğüm fare ısrarla ortalıkta yiyecek bir şeyler arıyor, bunu yaparken bir taraftan da o devasa bedenini saklayacak bir delik arıyordu. Fakat bulduğu deliklerden hiçbirine sığmıyor, bulduğu deliklere sığamadıkça da sinirleniyor, sıkıntıya giriyor ve kan ter içinde kalıyordu. Sanki bu toraman fare kendini evdekilerden saklamak ve yaptığı hırsızlığı kimseye fark ettirmemek için değil de kendi bedeninden utandığı için yapmaya çalışıyordu bunu. Bense onu olduğum yerden izliyor, acaba ona bir parça peynir vermek için buzdolabının kapağını açsam benden korkar ya da sinirlenip ortalığı birbirine katar mı, diye düşünüyordum. Tuhaftır o an ona evime gizlice girdiği için kızmıyor, sinirlenmiyor da onun bu mahcubiyetini anlayarak bunu, onunla paylaşıyordum. Hatta ona için için acıyordum. Açık gri tüyleri sokak lambalarının yarım yamalak aydınlattığı loş mutfakta daha bir koyu görünüyor ve eve inceden bir lağım kokusu yayıyordu. Ayakları yapış yapış bir siyah çamura bulanmış, bastığı her yeri pislik içinde bırakıyordu. Bu işe en çok eşim sinirlenecekti ve sanki benim zavallı ve aç farem gittikten sonra fare mare dinlemeyip en çok beni suçlayacak, bana kızacaktı. Öyle ya, rüya benim rüyamdı. Bu yüzden farenin kırdığı her tabaktan, kirlettiği her halıdan ve kemirdiği her eşyadan ben sorumluydum. Ama olsundu. Ben onun için her türlü fırçayı sineye çekerimdi. Yeter ki ona bir şey denmesindi. Tüm bunları düşünürken iri fare ekmeklikteki kırıntıları sivri yapışkan ve kirli diliyle yalıyordu. Ne yazık ki o gün akşam yemeğinden ekmek artmamıştı. Dayanamayıp dikkatli yavaş adımlarla buzdolabına yaklaşıp kapağı açtım. Buzdolabının ışığı gözüne vuran fare ışığa pek alışmamış olduğundan ince bir ciyaklamayla gözlerini kıstı ve kamburunu biraz daha çıkartıp üzerime atlayacakmış gibi bir konum aldı. Bacakları gergin dibi pislik dolu tırnakları sivriydi. Ağır hareketlerle peynir kasesine uzanıp onu yavaşça farenin önüne koyarken, nasıl oldu, anlayamadım ama, aslında hala elimde olan peynir kasesi şangır diye yere düştü. Eninde sonunda küçücük cam bir kap olmasına rağmen hala elimde tuttuğum bu küçük şirin kâsenin kırılma sesi bütün mahalleye yayıldı. Sanki o an hala elimde tuttuğum kâse değildi de kırılan, bütün şehrin camlarıydı. Farem çok korktu. Gözleri kızıla dönü ve bana içinde topladığı tüm kini ve düşmanlığıyla baktı. Artık kavga kaçınılmazdı. Oysa ben onu çok sevmiştim. O an sarsıldığımı hissettim ve tüm şehrin yıllardır beklediği o büyük depremin o an başladığını anladım. Sonra birinin ısrarla adımı sayıkladığını işittim. Farenin yanından kendimi sakınarak geçtim ve yatak odasına koştum. Ben yatak odasına koşarken fare arkamdan bana, sen rahatına bak diye fısıldadı cızırtılı bir radyo istasyonunun sesiyle. Gözlerimi açtığımda karımın, beni endişeli gözlerle sarsadurduğunu ve bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark ettim. Uyumadan önce yanı başıma koyduğum cep radyosunun frekansı kaymış dinlediğim radyo istasyonu kaybolmuş geride ise anlamsız bir parazit zırıltısından başka bir şey kalmamıştı. Mutfaktan tıkırtılar geliyordu. Mutfak penceresini açık mı unutmuştum? Uykum neden bu kadar ağırdı? Ben tırsak bir adamdım… Kelimelerle yaşayan diğer tüm kadınlar gibi karım da ben yataktan kalkıp tedbirli adımlarla yatak odasının kapısına yanaşıp kafamı koridordan uzattığımda da, fısıltıyla da olsa, hala konuşuyordu. Ve belki de elinden gelse o an işte durmadan sarf ettiği kelimelerden herhangi birisinin içine saklanıp tehlike ortadan kalkana kadar orada kalacaktı. İşte o fısıltılar parlak çelikten vidalar gibi tornavida ucu takılmış matkaplarla uykunun uyuşukluğundan hala kurtulamamış beynimi oya oya zihnime işliyordu. Korkmamak zorundaydım. Evin erkeğiydim. Babaydım. Yanı başımızdaki odada yatan beş yaşındaki oğlumuz için dünyada yaşayan en güçlü adamdım ben. Mutfağın kapısına geldiğimde sokak lambalarının yarım yalamak aydınlattığı loş mutfakta bir karartıyla karşılaştım. Sırtı bana dönük olan karartı kapıda birinin olduğunu fark edip ağır çekim bana döndü. O an yaşadığım çaresizliğin ve heyecanın cesaretiyle üzerine atılır gibi yaptım. Karartı bundan önce bu tür bir durumla defalarca karşılaşmış olmanın tecrübesiyle tek sıçrayışta mutfağın penceresine doğru hamle edip şehrin karanlığında kayboldu. Ben pencereye ulaştığımdaysa benden artık kim bilir kaç mahalle uzaktaydı. O telaşla ve hırsızı evden uzaklaştırmış olmanın sevinciyle mutfağın ışığını açmaya çalışırken mutfak tezgâhının üzerindeki cam sürahiyi devirdim. Elbette sürahi işlediğim kabahati bütün ev sakinlerine duyurmanın büyük hevesiyle çıkarabileceği en yüksek tondan bir sesle parçalanıverdi. Karım telaşla mutfağa koştu. Her taraf cam kırığıydı. Nerede? Diye sordu. Kaçtı, dedim. Bir an afallayıp durumu kavradıktan sonra yeniden konuşmaya başladı. Hemen tüm odaları kolaçan edip kayıp olabilecek eşyaları gözden geçirdim. Sonra yatak odasına dönüp cüzdanımı aradım. Çalınmamıştı. Evde kayıp olan bir şey yoktu. Her şey yerli yerindeydi, hiçbir şey dağılmamıştı. Demek ki hırsız evde dolaşmaya fırsat bulamamıştı. Tesellimiz buydu. Ama yine de karım tedirgin olmuştu bir kere. Onu sakinleştirmeye çalışırken benim evi dikkatlice incelediğimi ve kaybolan bir şeyin olup olmadığını araştırdığımı gören oğlum, bana özenerek kendi odasını kontrol ediyordu ki çığlıklar ata ata mutfağa geldi ve, baba !!!! Cüzdanım yok hırsız cüzdanımı çalmış, dedi. Onun bu haberi benim sürahiden arta kalan son cam kırıklarını toplamama denk geldi. Karım mutfak masasına iliştirdiği sandalyeye oturmuş, az önceki olaydan son derece korkmuş kelimelerini teselli ediyordu. Bu haberi duyunca karımla göz göze geldik ve O, cinnetin eşiğinde bir kahkahayla gülmeye başladı. Çünkü oğlumun, üzerinde çizgi film kahramanı olan bir farenin resminin bulunduğu cüzdanı, bütün hafta sonu işe yaramaz kâğıtlardan kesip yaptığı paralarla doluydu.