“Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum”
Bir akşamüzeri usulca kapımız çaldı. Ailenin en küçük ferdi olan bir yaşındaki oğlumuz Tarık başta olmak üzere hepimiz kapıya yöneldik. Kapıyı açtığımızda karşımızda duran, bizim üst katımızda oturan ağabeyimin oğlu dört yaşındaki Ahmet Said’di. Başı önünde, titrek bir sesle “Annem buyda mı?” diye sordu.
Annesinin burada olmadığını söyleyince, zaten ağlamak için bir bahane arar gibi duran Ahmet Said, iyice gerginleşti ve ağlamaklı ve dokunaklı bir sesle “Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum” dedi. Bu ses eşimin annelik şefkatinin kabarmasına vesile olmuş olacak ki, benden önce o atıldı ve “İçeri gel, Tarık’ın yeni oyuncaklarıyla oyna. Annen birazdan gelir, seni buradan alır” dedi. Normalde Tarık’la oynamak bile Ahmet Said’in bize gelmesi için yeterli bir sebepti. Araya Tarık’ın oyuncaklarıyla oynamak da girince Ahmet Said bizden çıkmak istemezdi. Ama o akşam istemeye istemeye içeri girdi. Tarık’ın oyuncaklarını görünce, ıslak gözleri iyice parlamaya başladı. Bir yandan oyuncaklarla bir yandan da Tarık’la oynuyordu ki, birden duraksadı. Tekrar az önce kapıdaki mahzun yüz hatları belirmeye başladı. Usulca koltuğa sırtını dayadı. Elindeki oyuncağı bırakmadan, tekrar “Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum” dedi ve bu sefer daha acıklı bir şekilde ağlamaya başladı.
Eşim onu ikna etmek için türlü türlü şeyler anlatırken, dört yaşındaki bir çocuğun birkaç dakika annesini görmemesinden dolayı bu denli içerlemesi tuhafıma gitmiş olacak ki, biraz kızgın, biraz da alaycı bir üslupla “Kocaman adam oldun. Biraz annenden ayrı kalmaya alış artık” dedim. Eşim kaşlarını çatarak bana baktı. Eşimin ikna etme çabaları fayda etmeyince onu annesine götürmek için ayağa kalktım. “Tamam, hadi kalk seni annene götüreyim” dedim. Beraber evden çıktık ve Ahmet Said’i, yeni taşınan komşumuzu ziyarete gittiğini bildiğim annesine götürdüm.
Ahmet Said’i annesine götürürken bana çok çocuksu gelen bu hareketini bir an olsun düşünme fırsatı buldum. Kendimi düşündüm. Acaba Ahmet Said kadarken ben de böyle miydim diye çocukluğumun saman kağıdına basılmış eski kitapları andıran yıllarına döndüm. Ahmet Said kadarken ki yıllarımı düşündüm ama o yıllara ait pek bir şey hatırlamıyordum. Daha sonra hayal meyal hatırladığım bazı tozlu hatıralarım oldu ki, bunlar Ahmet Said’in haklı olduğunu anlamam için yeterli olmuştu. Korku dolu gözlerle, karanlık bir gecenin kucağında uyandığım bir an ilk aklıma gelmişti. Beni boğarcasına kucaklayan bu karanlıktan kurtulmak için annemi çok aramış ve “Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum” demiştim içten içe. Gözlerim karanlığa alışıncaya ve kendi yatağımda olduğumu anlayıncaya kadar bu hisler içimde bir yerde gezinip durmuştu. Bu korku ve yalnızlık hissini atlatmak için bir süre uğraşmış, ama kurtulamayınca, yerini bildiğim annemin yatağına gitmiştim kendisine sormadan. Karanlık gecenin boğucu kollarından kurtulup, annemin şefkatli ve huzur veren kollarına bırakmıştım titreyen vücudumu. Uykusunun bozulmasına hiç aldırış etmeden beni saran annemin kollarında huzurla uyumuştum.
Aslında içimde bir yerde her zaman bir Ahmet Said’in olduğunu düşünürüm bazen. Canım sıkıldığında, ümitsizlik bir karabasan gibi üzerime çullandığında, yalnızlık her tarafımdan beni sarmaya başladığında ve birinin elimden tutmasını ve bana yardım etmesini istediğimde tıpkı Ahmet Said gibi bir psikolojiye büründüğümü iyi biliyorum. Dış görünüş itibariyle yüzüm gerilmiyor belki. Belki sesim onunki gibi tel tel olmuyor. Bu halde görünmek hissi bana ağır geliyor olabilir. Belki de ben onun gibi hislerimi dışarı vurmasını beceremiyorumdur. Ama içimde Ahmet Said’in o masum ağlayışlarını hep duymuşumdur.
Yaş ilerledikçe bu his daha ağır basıyor gibi. Yaşlıları düşünüyorum. Herhalde onlar bu hissi daha derinden hissediyorlar ve hem akranlarından ayrılığın hem de annesizliğin vermiş olduğu yalnızlık hissiyle kıvranıp duruyorlardır. Öyle ya bu yalnızlık ruh haliyle onları en iyi anlayacaklar onlar gibi yaşlılardır. Ne ruh doktoru olmuş oğlu ne öğretmen olmuş kızı ne de bayramdan bayrama ziyaretine gelen torunları... Torunların yeri ayrıdır elbet. Ama aradaki muhabbet farklı. Böyle bir ruh haliyle yaşayan ve yaşlanan yaşlıların da içten içe “Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum” dediğini duyar gibiyim.
Karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ama dışarıdan içi görülmeyen kalplerin içinde bu duygular kaynayıp duruyor her zaman. Her insanın kalbinde böyle hisler muhakkak oluyor bir şeklide.
Ahmet Said gibi “Annemi hiçbiy yeyde bulamıyoyum” dediğimiz durumlarda, her kalp bir sığınak, bir destekçi arar. Sıkıntı ve huzursuzluğun her yanını kapladığı durumlarda yardım istenecek bir dost, azgın dalgaların arasından kendini kıyısına atabilecek bir sahil, karanlıklı ve kasvetli karanlıklı bir gecede ışığına çıkılacak bir sokak, dünya ve içindekilerin vefasızlığından sıkılıp da en samimi ve en vefakar dostla buluşmak için ötelere açılan efsunlu bir kapı gibi olan bir seccade...
Herkesin böyle durumlarda kendini atabileceği bir sığınak bulması muhakkak şart oluyor. Ama bazen dost postuna bürünmüş çıkarcılara rastlayanlar oluyor. Bu hassas zamanı kötüye kullananlarla karşılaşınca işte o zaman sıkıntı birkaç katına çıkabiliyor.
O zaman ister istemez akla geliyor ki, öyle bir dost olmalı ki, bu durumdan kaynaklanan hassasiyetimizi kullanmayacak, sıkıntılı halimizi kendi çıkarlarına basamak etmeyecek, bizi gerçekten sevecek ve bu yardımı karşılık beklemeden yapacak bir dost bulmalı... Ve hem de bütün bunları samimi bir şekilde yapmalı...
İşin zor kısmı şu ki, böyle fedakar ve vefakar dostları bulacak yine bizim kendimiziz. Ve bir de, vefakar dost bulmak için vefakar olmak gerekiyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.