- 1054 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Azad
O zamanlar benim dilim bu ülkede yasaktı.Ben türkçe bilmiyordum.
Türk arkadaşlarım yoktu.Bir çocuğun canı çok sıkılıyor, bütün gün konuşacak birisi
olmayınca. Tek dersanelik okulumuz kapatılmıştı. Tam da biraz türkçe öğreneceğim
diye sevinirken.
Günlerim bomboştu, vaktim vardı ve bu dağlarda bir kuş kadar özgürdüm ama ben
kendimi özgür hissetmiyordum. Kafamda devamlı sorular dolaşıyordu.Sorular.
Sorularım sandığımdan da çabuk cevaplandı. Babam İstanbul´a göçmeye karar vermişti. Göçtük geldik.
Günlerim bomboştu, vaktim vardı ve bu şehirde de dağlardaki kadar özgürdüm ama
ben kendimi özgür hissetmiyordum.
Ben buralarda nasıl yaşayacağım?
Bu insanların bu tuhaf konuşmalarını acaba birgün anlayabilecekmiyim ve bende
onlar gibi konuşabilecekmiyim?
Günlerimi tren istasyonunun arkasındaki,tren geçmeyen rayların üzerinde dolaşmakla
geçiriyordum. İstasyon bize yakındı. Kaybolmaktan korktuğum için kendime devamlı
belirli binaları,yol köşelerini ve trafik lambalarını yol gösterici olarak işaretliyordum.
Binaların renklerini ve yüksekliklerini ezberliyordum.
Bu şehir büyük, çok büyük.
Birgün farkında olmadan kayboldum.Kendimi bildiğim yerlerden daha uzaklarda bul-
dum.Şimdiye kadar hic gelmediğim ve görmediğim bir yerdeydim. Gözlerimle ilk
aradığım şey hafızama kazıdığım o cam duvarlı gökdelendi. Süratle etrafımda gözlerimi gezdirip o cam duvarlı binayı çok uzaktan da olsa görünce rahatladım.
Cam duvarlı binanın üzerindeki yazı buradan okunamıyordu ama nasıl olsa ben ne yazdığını biliyordum. „Hürriyet“ evet böyle yazıyordu.
Bu sehirde ögrendigim ilk kelime, benim ilk türkçe kelimem.
Evet, bu hiç görmediğim yer istasyonun arka yakasındakı eski,yıkık ve karanlık bir ev kümesiydi. Önce burada ve bu evlerde birilerinin oturabileceğini hiç tahmin etmedim. İçimde büyük bir merakla evlere doğru yürümeye başladım.
Yaklaştıkça kulağıma çocuk sesleri daha belirgin, daha duyulur geliyordu.
Bu sesler gittikçe netleşiyor ve anlaşılır bir hal alıyordu. Söylenenleri, duyduklarımı
anlıyordum, evet anlıyordum,ben bu sözleri tanıyordum.İp atlayan çocukların bağrışmaları, boş bir meydanın orta yerinde duran kapıları açık mavi bir minibüsten
gelen müzik sesleri, bütün bunlar rüya görmediğimin ispatıydı. Birden içimden deli-
cesine koşmak ve bu insanlara, hey baksanıza, ben bir Kürt´üm,bende Kürt´üm!diye
bağırmak geldi. Yapmadım, yapamadım, galiba beni garipsiyeceklerinden utandım,
korktum. Bu insanlar için Kürt olmaktan olağan olan ne vardı ki? Burada herkes Kürt´tü.Zamanın akşama yaklastığını bu karanlık evlerin camlarına düşen güneşin
kızıllığından farkettim.Eve dönmek için yola düştüm. Yarın yine oraya gidecektim.
Öğlen olmasını beklemeden yine o evlerin bulunduğu yere gittim, boş arsanın ortasında dikilmekteydim.Yanıma esmer bir çocuk yaklaştı, benimle yaşıt olabilirdi.
Beni yukarıdan aşağıya süzdükten sonra bana adımı sordu.Ne yapacağımı bilmiyordum,şaşırmıştım, olacak şey değil di,bana kürtçe adımı sormuştu.
Ben daha henüz kendime gelemeden konuşmasına devam etti. Benim adım Azad
diyerek. Bende adımı söyledim.Nihayet kendime bir arkadaş bulmuştum.
Günlerim artık Azad´la beraber sevinçli ve mutlu geçiyordu.İkimiz beraber rayların üzerinde dolaşıyor ve uzun uzun muhabbetler ederek akşamlara kadar beraber oluyor-
duk.Arkadaşlığımız çok ilerlemişti, Azad beni evlerine götürdü. Anneleri memlekete
gitmişlerdi. Bir akrabalarının oğlunu candarmalar vurmuş.Azad ve kardeşi burada
kalmışlardı.Onlar burada plastik şişe toplayıp para kazanmak zorundaydılar.
Bende onlarla beraber çöp toplamaya gidiyordum artık.Öğlen yemeklerimizi beraber
yiyiyorduk. Azad´ın kardeşi çok tutumluydu.Bize çay demliyordu. Nedense çayların rengi hergün biraz daha açık oluyordu.Bunun sebebini kendisine sorduğumda;
çayları kuruttuğunu ve yeniden demlediğini söyledi bana.Burada tutumlu olmak lazım abi diyordu. Azad kardeşini tutumlu olmaktan öte cimrilikle suçluyordu ve şimdiye kadar yaşadığı yokluğun canına yettiğini söylüyordu.
İstanbul´da yaşamak lazım!
İnsan burada yaşamazsa başka nerede yaşayacak?
Ben Azad´la aynı fikirdeydim. Kardeşine anne ve babasını örnek göstererek, ömürleri çürüdü, hayatları hastane, hapishane kapılarında geçiyor, ben böyle yaşamak istemiyorum diyordu. Yarı şaka yarı ciddi bu muhabbetlerimizde yaşam bize bazı gerçekleri kaçılmaz bir şekilde gösteriyor ve öğretiyordu.
Evet, acaba nasıl yaşamalıydı bir insan burada,bir insan böyle kırık dökük, yarım yamalak ev demeye bin şahit isteyen bu döküntülerde bir ömür yaşayabilirmi?
Hasta olmazmı?
Birgün mutlaka diye diye hep karanlıklarda yaşanırmı?
İnsan bu dışlanmaya hergün hergün katlanabilirmi?
Kimi şık giyimli insanlar buraları parmakla gösteriyorlar birbirlerine ve yine birbirlerine „Korkunç abi gerçekten korkunç“ diyerekten bütün bu evlerin ve bu insanların buradan gitmesi gerektiğini söylüyorlar.
Birgün bir adamdan buraya „Kamp“ dediğini duydum.Almanların nazileri topladıkları kamplardan bahsediyordu. Demek ki bizler ona göre bu ülkenin yahudileri olu-yorduk.Adama kızdım, adama kızamadım.
Farklıydık ve farklar daha da farklılaşıyordu. Farkları anlamaya başlamıştım.İlk defa isyan etmek istiyordum ve ilk defa başkaldırmak istiyordum. Bu insanların niçin buralarda oturduklarını ve bir yandan da buna mecbur bırakıldıklarını herkese anlatmak istiyordum.
Kendi kendime düşünüyordum bu ayrıcalıklı yaşam biçimlerini.
Neden Azad gibileri güzel evlerde oturmasın? Aynı şurada yasayan normal insanlar gibi, bahçeli bir evde, kapısında posta kutusu olan,zili olan bir evde.
Neden Azad gibileri burada insan gibi yaşamasın?
Düşünüyordum, hemde çok düşünüyordum.
Azad´la aramız açıldı. O artık devamlı çalışıyordu ve devamlı bilmediğim, tanımadı-
ğım derneklere gidiyordu. Bana artık iyice Türkleşmeye başladığımı söyledi.
Bende aynı onlar gibi oluyormuşum.Azad´ı hep aynı insan olduğuma inandıramadım.
Benim değiştiğimi söylüyordu,kendi değişiminin farkında olmadan.
Arkadaşlığımız son buldu.
Artık raylarda yine tekbaşıma dolaşıyordum ama kendimi yalnız hissetmiyordum.
Benimle olmasa da, benim gibi insanların burada yaşadığını biliyordum. Bu şehirde
her şık giyinen Kürt düşmanı değildi.
Bu insanlar çok dilli,çok düsünceli, çok farklı ama burada yaşayan insanlardı.
Bu ülke büyüktü, çok büyüktü.
Kitaplar okuyor, şiirler yazıyordum.İçimden geçenleri kağıtlarda dile getirmeye çalı-
şıyordum.Sevdiğim insanları,sevdiğim toprakları,yaşadıklarımı,yaşamadıklarımı ve
yaşamak,yaşamamak istediklerimi yazıyordum.Herşey değişse bile benim özüm değişmiyordu.
Anılarım değişmiyordu.
Camduvarlı gökdelen,istasyonun arkasındaki evler, plastik şişe toplayan çocuklar, yeniden yeniden demlenen çaylar eşliğindeki muhabbetlerin tadı unutulmuyordu.
Ben kendimi unutmuyordum.
Evet dostum Azad,ben kendimi unutmuyordum.
Olay Türklüğünü-Kürtlüğünü unutup unutmamak değil. Asıl dava kendini ve insanlığını unutmamak dostum!
Ben kimseye düşman değilim.Bu insanlara kendimi anlatıyorum.Hepsimi iyi insan, hepsimi güzel insan diyeceksin, hayır değil ama biz hepimiz iyi insanlarmıyız Azad?
Bu insanların arasında, senin gibilerin o evlerde oturmasını istemeyen insanlar var.
O insanlarla konuşuyorum, anlatıyorum onlara canı,toprağı,kanı anlatıyorum.
Yaşam hakkını,dil özgürlüğünü,düşünce özgürlüğünü anlatıyorum.
Senin için değil, benim için değil, hepimiz için, hepimiz için.
Hepimiz için anlatıyorum, belki sende duyarsın.
Dostum Azad belki birgün bir yerlerde karşılaşırız ve yine beraber dolaşırız.
Dağlardan inmiş olur senin gibi küskünler.
Evinizde sıcak su olur, çaylarımız taze demli.Çocuklar plastik şişe toplamıyordur. Tunceli´deki eviniz beyaz badanalı, havluda korkusuz söylenir dilimin ezgileri.
Kimse kimseye düşman değil bu topraklarda.
Kin sevgiye dönüşmüş.
Dil özgür,din özgür,düşünce özgür.
Kimse bize ırkımızı,soyumuzu,sopumuzu sormaz.
Hepimiz insan olmuş oluruz.
Ben inanıyorum bütün bunlara.
Bu ülke büyük,hemde çok büyük.
Bütün dilleri konuşabilecek kadar büyük.
Hürriyet ve medeniyet hepimize ata mirası.
Zaman Azad,insanlık zamanı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.