- 906 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
GÖNÜL DOSTLARI
Dostum ah dostum ah…
Nerdesin, ne haldesin?
Seni nasıl özledim?
Nasıl gözümde tütüyorsun bir bilsen.Atatürk parkındayım yine o her zaman oturduğumuz balıkçı kahvesinde.Artık o tavşan kanı çayın tadı kalmamıştı.Her yudumda garip bir burukluk içimi acıtıyor. Yanaşan kayıklardan balık çalan, çalamadığı zamanlarda kasabın kedisi misali bir köşeye sinip balıkçıların denize balık düşürmesini bekleyen, ayağı aksak martıyı aradım, “martı jonathan” diyordun okuduğun bir hikayeden etkilenerek.
Yakamozlar ölgün vuruyor sahile, kaybolmuş bir eski hikaye griliğinde. Hatırlasana bir zamanlar ışıl-ışıldı. Gözlerimizi kamaştıran ahenkli raksında ne düşler kurar, ne de okkalı laflar ederdik.Derin aşkları resmeder, efkarlı türküler söylerdik. Ayrılıkları hiç akla getirmez, hasreti yanımıza yaklaştırmazdık.
Her birlikteliğimizde sevinçlerimizi tazelerdik de bir gün öyle çok uzaklardan selamlaşacağımız hiç aklımıza gelmezdi. O arka köşedeki masanın başına oturduğumuzda “Kızılay fırını”ndan aldığımız simit, Maltepe sigarası ve tavşan kanı çay zenginliğimizdi. Hele simidin bir parçasını da “martı jonathan” la paylaştık mı ciğerlerimize dolu dolu çektiğimiz serin nemli hava bizi sarhoş ederdi de ayılana kadar dünyayı yeni baştan kurardık Trafik lambalarının kırmızısında dikkatsizce koşuşturan çıplak ayaklı çocuklara üzülür cebimizde ne varsa onlara paylaştırırdık da çay parası aklımıza gelmezdi.Allah’dan o Mardinli garson halimizi bilir , bizi tanıdığı için her zamanki acıyarak bakışıyla çaylar benden derdi de durumu kurtarırdık. Garsonun anlamsızlığına kızmazdım da seni anlayan kim vardı ki ? Ben, martı jonathan, bir de garson.
Ne tuhaftı: insanları birbirlerine yaklaştıran farklı düşünceleri imiş. İnsanlar benzer düşünmek zorunda değilmiş. Tıpkısı olanlar birbirlerinden çabuk bıkarlarmış. Ama biz ne de çok benzeşiyormuşuz da farkında değilmişiz. Heyacanlanıp yumruklarımızı sıktığımızda avuçlarımızın içi terlerdi, bir hasret türküsü çalındığında taa içimizden sarsılır da gözlerimiz kan çanağına dönerdi. Her söze sevgi ve muhabbetle başlar dostlukla bitirirdik. Açlığın ve yokluğun olmadığı, insanların insan gibi yaşadığı bir dünyaydı özlemimiz. Tüm kirlenmişliklerin inadına, mistik fısıltıyla denizin enginliğinde ne de masumane bir kaygıydı bizimkisi.
Bilmiyorum. O gittiğin çok uzaklarda hayallerin hala seninle mi? Umutların hala diri mi? Ben senin bıraktığın yerdeyim. Hatıralarınla yaşıyorum. Ama gel gör ki; garson değişmiş ,nereli olduğunu bilmiyorum.Çayın rengi de tadı da bozuk artık. Zaten “martı jonathan “ı da uzun zamandır göremiyorum. Şimdi şehrimizin üzerine her akşam gri sis bulutları çöküyor.
Kirlenmişlikler almış başını ve ben sensizliklerle içimi acıtıyorum.
Türkülerse hep hasrete akortlu, hani dokunsalar ağlayacak gibiyim.
Hani içim acıyor dedim ya…Her ayrılık durağı kerbela, her dost yüzü taze kar.
Varsın Toroslar’dan Kerbela ‘ya KAR GÖTÜRSÜN MARTILAR…
YORUMLAR
İşte dostluklar budur.Güzel yazmışsınız.