- 1092 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SONGÜL'e
Sevgili DOSTUM;
Ne kadar güzel bir kelime DOSTLUK kelimesi ve sanada çok yakışıyor. Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorumda daha onsekizinde hayatın neresinde olduğunu bilmediğin ama tanımaya adım attığın zamanlardı.Okulunu yeni bitirmiştin. Benim çalıştığım iş yerine başlamıştın, yanında çocukluk ve okul arkadaşın ( kıvırcık saçından dolayı adını Afrikalı koyduğumuz) Dilek vardı. Kapıdan içeri girdiğimde sol taraftaki odada masada oturuyordunuz.Seninle gözgöze geldik,üzerinde gözlerinin renginde yeşil tişört ve siyah etek vardı.Size hoş geldiniz dediğimi pek hatırlamıyorum ama günaydın dediğimi hatırlıyorum.Daha sonra kendi odama geçerek İzmir’e yetiştirilmesi gereken seramiklerin çizimine başladım. İşin yoğunluğundan dolayı bir kaç gün tanışıp konuşamamıştık. Birara odama geldiğinde elinde çizimi yapılması gereken seramikler vardı. Sana teşekkür etmek için başımı kaldırdığımda yeşil gözlerinle bana bakarak’bunları senmi çiziyorsun?Çizimin çok güzel’ demiştin. İşte o an bilmeden DOSTLUĞUMUZA merhaba dedik.
Birbirimizi tanımaya başladığımız zamanlarda ilk dışarıya çıkışımız üniversite sınavı başvuru formlarını yatırmak içindi. Sen, ben, Dilek,Didem ve aramızdaki tek erkek Ertaç vardı.Ertaç’ında temiz,düzeyli ve bizi koruyan yanıyla çok güzel arkadaşlığı oldu. Oysa şimdi kimbilir nerededir.
Formların tesliminden sonra Etnoğrafya müzesine gittik,müzeyi dolaşırken o arada beni kaybettiniz. Sen’o şimdi Selçuklulara ait sanat eserlerine dalmıştır, birazdan gelir’ diyerek gülüp tam yarım saat beklemiştiniz. Salona geldiğimde sen hariç hepsi çok kızmıştı. Yıllar sonra itiraf ediyorum geç kalma sebebimi. Kronolojik sırasına göre sağ taraftan giri lip sol taraftan çıkılıyorya, ben orayı geri dönerek tarihi başa sarmıştım. Ne yapayım tarih benim ilgi alanım. Benim o gün yaşadığım vukuat sadece bu değildi.Müzenin tavan işlemelerini incelerken geri geri gittiğimde ayaklarım zincirlere takılıp yere düşmüştüm.Yanımıza gelen müze görevlisi’burada Atatürk’ten sonra yatan kişi sizsiniz’dediğinde bu benim için büyük şereftir demiştim.
O gün ne hüzün, ne keder,ne ekonomi.İşe bile geri dönmedik. Onsekiz yaşın tatlı meltemindeydik. (İşten çıkarılmayacağımızında bilincindeydik.)
Onduz,yirmi,yirmibir...ve biz hayatın içinde yeralan hüznü,sevinci,ekonomiyi,siyaseti,daha doğrusu savaşma öğrenmiştik.Bununla birlikte zamanlı zamansız sevdiklerimizi kaybederekte hayatın bir kelebek ömrü kadar kısa olu-
şunu gördük.
Sevgili DOSTUM;seninle hayatımıza dair her şeyi paylaştık.Bazen arkama dönüp baktığımda yürüyerek ardımızda bıraktığımız yolları göremiyorum ama yaşadıklarımızı hatırlıyorum...
Artık aynı iş yerinde çalışmıyorduk. Fakat iş çıkışı buluşuyor Kızılay’dan Ulus’a kadar yürüyor hayallerimizden,ge lecekle ilgili planlarımızdan konuşuyor yada birbirimize kitaplar öneriyorduk.Okuduğumuz kitapların konusunuda hiç anlatmadık.Çünkü biz KİTAPLARIMIZI paylaşıyorduk.
Simit dünyasına gidip’hadi dostum bugün hesap az gelecek.’Sen fincanda, ben ince belli bardakta içiyorduk çayımızı. Biz SİMİTLERİMİZİ paylaşıyorduk.
Hani bir şarkı varya;
Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
Yaprak döken yanımızla sonbahar,bahar olan yanımızla güneş topladık. Biz MEVSİMLERİMİZİ paylaştık.
Senin sıkıntılı,üzgün olduğun bir günde’Hanife ben neyim’demiştin.’Sen kendi havuzunda köksüz,sapsız bir nilüfersin’demiştim. Kendi havuzundaki köksüz,sapsız nilüferin (Songül’ün) ertesi gün ayağı kalkacağını hatta koşacağını
biliyordum. Biz birbirimizide teselli etmedik.Tesellinin gevezelikten öteye gitmeyeceğini düşünüyor ve hep çözüm buluyorduk. Zaten o günden sonrada üzüldüğünü gördüm, ama ağladığını hiç görmedim. İnşallah bir gün ağlarsın, ama
MUTLULUKTAN...
Elini hep ışığa uzattın tutmak için oysa ışık senin yüreğinde, yeterki; sen yüreğini öldürme.Sevenlerinle benim,sana ve yüreğine çok ihtiyacımız var.Senin çok sevdiğin bir söz vardı ’ bir ağacın dalını ne kadar kırıp budarsanız o ağaç o kadar güçlenir
büyür.’ İşte SEN O AĞAÇ GİBİSİN...
HANİFE ÖZTÜRK