- 1203 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
223 - EVLENMEK
Onur BİLGE
Rabia, evinde münzevi bir hayat yaşamaktaymış. Hayatının naklinde yapılan iki hata, önce İbnü’l Cevzî, ‘Sifatüs-safve’de, sonra da Abdürrauf Münavî, ‘Tabakatü’l Evliya’ isimli eserlerinde açıklanmışlar.
Hatalardan biri, Rabia’yı, Şamlı Râyia ile karıştırmakmış. Rabia, İsmail adlı dindar ve fakir bir adamın kızıdır. Münavi, Şamlı Râyia’dan bahsederken onun da Adeviyye’den olduğunu söyler ama aslı değildir. Mûnâvi’nin dikkatinden kaçmış. İbnü’l Cevzi’ye göre Râyia, Ahmed İbn-i Ebil Havâri’nin karısıdır, hicretin 235 yılında ölmüştür ve kabri, Kudüs’te, Re’si Zîtâ’dadır.
İkinci hata, Rabia’nın talipleri ve evlenme konusu ile ilgilidir.
Bir rivayete göre Hasan-i Basri Hazretleri, Rabia’ya dünür göndermiş, diğer rivayete göre de arkadaşlarını toplayarak evine, istemeye gitmişler. Onu evlenmeğe yönlendirip, aralarından seçeceği birisiyle evlenebileceğini belirtmişler. Önce:
“İçinizde en kültürlü olanınız kim?" diye sormuş.
Oradakiler, Hasan Basri’yi işaret etmişler. O zaman ona hitaben dört soru soracağını, bu sorulara olumlu cevap aldığı takdirde kendisiyle evlenmeyi kabul edeceğini bildirmiş. Hasan Basri de:
“İnşallah! Allah izin verirse, cevaplarım.” diyerek kabul etmiş. Rabia sorularını sormaya başlamış:
“Öldüğüm zaman hakkımda nasıl bir hüküm verilecek? Müslüman olarak mı yoksa kâfir olarak mı can verdiğime karar verilecek? Son nefese kadar imanımı koruyabilecek miyim?”
"Bunu ancak Allah-ü Teâlâ bilir."
"Kabre indirildiğimde, Münker ve Nekir gelip beni sorguya çektiklerinde, onlara cevap verebilecek miyim?”
"Bunu da Allah-ü Teâlâ’dan başka kimse bilemez!”
“Kıyamet koptuğunda amel defterleri verilirken, defterim sağ elime mi sol elime mi verilecek?”
"Bunu da kimse bilemez! Sadece Allah-ü Teâlâ bilir.”
“İnsanlar, cennete veya cehenneme sevkedilirlerken, ben hangi tarafa gönderileceğim?”
“Bu da gizlidir, ancak Allah-ü Teâlâ bilir."
“Önümde böyle ciddi ve korkunç bir gün varken, ben bu soruların ağırlığı altındayken, evlenip dünya işleriyle meşgul olamam.”
Hasan Basri’nin, Rabia’yı istemesi, her şeyden önce aynı zamanda yaşamadıkları için mümkün değildir. O, kendi devrinde yaşayan mutasavvıflar tarafından korunmuş olabilir.
Aynü’l Kuzat, ‘Şekva’ adlı eserinde, sonra da Zebîydi, onu ilk isteyen kişinin, yüksek bir ruha sahip olan Abdülvahit bin Zeyd olduğunu, evlenme teklif edince Rabia’nın darılıp birkaç gün konuşmadığını, arkadaşlarının araya girip barıştırdıklarını ve ona:
"Ey şehvetperest adam! Kendin gibi şehvetperest birisini bul!.. Bende şehvet verici ne gördün?" dediğini bildirirler.
Zebîydî, onu daha sonra isteyenlerden de söz eder. Basra Emiri Muhammed b. Süleyman El Hâsimî’nin, ona yüz bin akçe vererek almak istediğini ve:
"Her ay on bin akçelik gelirim var. Hepsi senin olsun. Kölen olayım, benimle evlenmeye razı ol!” dediğini, onun da hiç düşünmeden reddettiğini ve ona:
“Kölem olman da tüm mal varlığını bana bağışlaman da beni mutlu etmez. Keşe beni bir göz kırpma süresince meşgul edip, Allah’tan ayırmasaydın!»
Bu olayı, Abdürraûf Münâvi de şöyle nakleder:
“Tüm mal varlığının getirisi her gün sekiz bin akçe olan Muhammed b. Süleyman El-Hâsimî, Basra’nın ileri gelenlerine yazarak, evlenmek istediğini bildirmiş, onlar da Rabia’yı ona eş olarak düşünüp, aracı olurlar. Rabia, reddeder ve ona şunları nakletmelerini ister:
“Zahittik, beden için rahatlık; dünyaya rağbet, dert ve mihnettir. Mizanına ne koyacağını düşün, ahret için çalış! İşini kendin hallet; ne vereceksen, elinle ver, başkalarını vasi tayin etme! Aksi halde, öldüğünde terekeni paylaşıverirler, arkandan hayır yapmazlar. Ömrünce oruç tut, ölümle iftar et! Allah-ü Teâlâ bana, sana verdiklerinin kat kat fazlasını verse, O’nunla olduğum göz açıp kapatacak kadar bir anı değişmem. O servet beni, o bir anın mutlu ettiği kadar sevindirmez!”
O asırda ve o muhitte yaşayanların telkinleriyle evlenmekten çekinmiş olabilir. O zamanın zahitlerinin en büyüğü olan Hasan Basri Hazretleri, zahit bir erkeğin, saliha biriyle bile evlenmesini, onu Allah-ü Teâlâ’dan uzaklaştıracağı düşüncesiyle doğru bulmuyor ve diyormuş ki:
“Allah-ü Teâlâ, bir kulu için dünyada hayır murat ederse onu, eş ve evlatla meşgul etmez.”
Ebû Nuaym, “Hılye’ adlı eserinde Rebah’ın şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Malik b. Dinar’ın der ki: “Bir insanın mertebe bulması için, hanımını dul gibi bırakarak, köpeklerin mezbelesinde barınması gerekir.”
Sühreverdî, ‘Avârifü’l Meârif’ adlı eserinde, İbrahim bin Ethem’in:
“Nefsi zevke alışanlar asla felah bulamazlar.” dediğini rivayet eder.
Hasan-i Basri Hazretleri ve talip olan diğer zatlar hiç evlenmemişler. Hepsi de mücerret yaşamayı tercih etmiş oldukları için bu sözleri söylemiş olsalar da olmasalar da o düşüncede olukları bilinmektedir.
Mücerret yaşama akımı, birinci asrın sonlarına doğru başlamış. Zahitliğe süluk edenlerin evlenmemeleri uygun görülmüş. Bu, bir ruhban sınıfı meydana getirmek için değil, ailenin geçim derdine düşerek, ilerleyemeyeceklerini düşündüklerindenmiş. Bu konuda hadisler de uydurulmuş ve özellikle hicretin üçüncü yüzyılında, halk arasında yayılmaya başlamış.
Mücerretlik en büyük muktedâ olan Efendimizin yaşam tarzına uymaz. O nedenle bu bağlamda söz söylemez. Kendisi mücerret yaşamadığı gibi mücerret yaşamaya değil, herkesi evlenmeye teşvik etmiş:
“Evleniniz ve çoğalınız! Ahrette, ümmetimin çokluğuyla iftihar etmek isterim!” demiş.
İkinci yüzyıldan sonra, mücerretliğin Muhammed ümmeti için mubah olduğuna dair hadisler uydurmuşlar. ‘Kütü’l Kulûb’ yazarı Ebü Talib Mekki’nin rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
“İki yüz yıl sonra mücerretlik, ümmetime mubah olacaktır. Birinizin bir köpek yavrusunu beslemesi bir evlât yetiştirmesinden hayırlı olur.”
Sühreverdi de ‘Avârif ü ’l Meârif’ adlı eserinde şöyle bir hadis rivayet eder:
“İki yüzden sonra hayırlınız, yükü hafif olan kimsedir.”
“Yükü hafif olan ne demektir, Ya Resulullah?”
“Ehli ve çocuğu olmayan kimsedir.”
Oysa hicret tarihi, Efendimiz zamanında değil, Hazreti Ömer zamanında kabul edilmiş.
Hasan Basri Hazretleri yalnızlığı tercih etmiş, mücerretliği takva ve zahitlik için gerekli kabul etmiş. Ondan sonra yayılmış. Özellikle onun çevresi ve izleyicileri, dünyadan el etek çekmişler, çoluk çocuk sahibi olmak istememişler, Kur’an-ı Kerim’de de fikirlerini doğrulayan ayetler bulmuşlar ve:
“Eşlerinizde ve evlatlarınızda sizin için düşman vardır. Bunlardan sakınınız.”
Bu ayet, eş ve evlatlardan sakınmayı öğütlüyor. Eş ve evlat edinmemeyi değil...
“Mal ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Fakat devamlı ve yararlı işler Allah nezdinde sevapça daha hayırlı ve daha verimlidir.”
Bu ayette ise, evliliğe özendirme vardır. Evlenmek ve evlat sahibi olmanın, insanın ferdi ve sosyal ihtiyaçlarından olduğunu bildikleri halde, Kur’an ve sünnete başvurarak, düşüncelerini doğrulayan naslar aramaya çalışmışlar. Hasan Basri’den itibaren, mutasavvıflar, kaderi akıllarından çıkarmış olacaklar ki böyle davranmışlar, teehhül hayatı ile zahitliği bağdaştıramamışlar, evlenmekten ziyade, nefislerini boşamak istediklerini söylemişler.
Hicretin 227 senesinde (841) vefat eden Bişr bin Elhâris El-Hâfiye’ye şöyle demişler:
“Herkes senin hakkında ileri geri söyleniyor»
“Ne diyorlar?”
“Sünneti terk ediyor, diyorlar.”
“Ben sünnetle değil, farz ile meşgulüm.”
Avârifül Meârif sahibi de şöyle bir hikâye anlatır:
“İşittiğimize göre Şeyh Abdülkâdir El Cey-lî’ye hukemâdan biri şu suali sormus:
“Niçin evlendin?”
“Efendimiz, evlenmeyi emrettiği için evlendim."
“Efendimiz, ruhsatları emreder. Bizim tarikimiz ise azimeti iltizamı...”
Ceylî’nin ne cevap verdiği bilinmiyor. Abdülkâdir Geylânî’yi tasvip ettiği anlatılıyor.
O zamanlar; evliliğin, mutasavvıfların manevi hayatlarını kötü yönde etkileyeceğine; nefis mücadelelerini güçleştireceğine, şehvet ve ihtirastan yakalarını kurtaramayacaklarına inanılıyormuş.
Hasan Basri Hazretleri, Rebâh, İbrahim Ethem, Daram gibi zatlar için yalnıızlık, kendi tercihleridir. Evlenmek, o devrin kadınlarının en büyük amaçlarıyken, Rabia’nın istememesi, bir örnek teşkil etmiş, ondan sonra, kural haline gelmiş.
Abdülkadir Geylânî Hazretleri, niçin evlendiğini soran adama karşı susmayı tercih etmiş.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 223
YORUMLAR
Yirmiye yakin osmanlica kelime ögrendim bu yazi sayesinde. Her bir kelimeyi hic üsenmeden sözlükten baktim ve anlamlarini not defterime yazdim. Aksi halde yaziyi tam tamina anlayamayacaktim!
Inaniyorum ki bu sitede bircok kisi aslinda oldukca tembel! Günün secilen yazilari bu dedigimin asil sahidi! Yanlis anlasilmamayi ümid ediyorum. Niyetim kimseyi rencide etmek ya da yazdiklarina saygisizlik göstermek degil. Ama genelde günün yazilari bana birsey ögretmiyor! Halkin icinden, günlük yasantilari iceren yazilari okumak tabiki güzel, hos ama sürekli ayni sey tekrarlanmasi biraz sinir bozuyor...
Neden insanlar cokcasi ögrenmekten kacarlar? Sürekli basit ve kolay olanlar cazip gelir insana? Tembellik mi? Aliskanlik mi? Vurdumduymazlik mi?
IYIKI VARSIN VE IYIKI YAZIYORSUN ONUR BILGE!
SEN DE OLMASAN KENDIMI HIC MI HIC GELISTIREMEYECEGIM!
BU SITEDE ÜYE OLMAMDAKI ASIL AMAC ÖGRENMEK VE BUNU NERDEYSE SADECE SENIN SAYFANDA, SENIN ESERLERINDE GERCEKLESTIREBILIYORUM!..
K^U^T^L^U^Y^O^R^U^M!