ŞEHİR ve İNSAN
Şöyle bir bakıyorum da bu şehre, yeşil yeşil bir şeyler geçiyor içimden.
Yüreğim daralıyor, gönlüm sıkılıyor, bir yerlerde bir şeyler yıkılıyor.
Yeşil bir orman mı, bir yaprak mı… yoksa yeşil bir su mu ığıl ığıl
Yeşil bir şey, zehir yeşili bir şey. Bir takım yeşil renkli zehirlerle
zehirlenmiş bir duygu belki de
Uyuyor bu şehir, bir köpek leşi gibi.
Yoo… değil. Öyle değil.
İğrençlik, kokusundadır yalnızca bir kenara atılmış köpek leşinin.
Oysa ki, ölmüş bir köpekte ne olabilir ki,
…kırılmış bir çocuk oyuncağının hüznünden başka ?
İşte, yalnızca koku yönünden böyle, pis bir şehir bu.
Alabildiğine pis bir şehir, el birliği ile pislettiğimiz…
Zavallı şehrimiz ! Zavallı biz.
Düşünmek bile mümkün değil, bu şehirde… düşünülemez bile
Ne beden sağlığı kalır, ne ruh sağlığı… düşünülünce
Tanrıyı bile düşünemezsin.
Dikilirler karşına, önüne geçerler.
Ve hiç’e sayıp her şeyi, beynine girmeye çalışır…
İğrenç gazeteler, nefesleri kokan yazarlar.
Ve… Tanrı adına, günahlarının affı karşılığında
Senden para isteyen, ölü bekleyen imamlar çıkar karşına.
Ve sonra… ve sonra, içlerinden kıs kıs gülerler sana.
Kime sorsan, hak/tan yanadır, adaletten yanadır
Sevgiden söz edilir, dostluktan…
Şiirler okunur, bir ağızdan şarkılar söylenir
Sohbetler yapılır radyolarda, ekranlarda.
Ve herkes…. kerameti menkul kendinden
Bir filozof kesilir.
Oysa ki, dinlemez bile hiç kimse, ‘diğeri ne söylüyor’ diye
Konuşurken… karşısındaki, kendi kendine !
Düşünür… ne yanıt vereyim, diye
Oturup da, düşününce kendi kendine
Sen bile inanırsın kendi fikrine
Sanırsın sevmektir görevin…
İnsanı sevmek, varsılı/yoksulu sevmek…
Yalandır. Sen bile inanmazsın kendine.
Sorarsın. “Hangi yoksul”, hangisi ?
Dikilip de karşına, canavar gibi…
Duygularını sömüren, dilenci mi?
Ya da, şu çocuk mu… bir diğeri
Arabanın camına saldıran arsız
Tuttuğu bez gibi kirli elleri.
Kimdir sevdiğin insan, kimdir?
Anladık… Fakirdir, kimsesizdir, talihsizdir.
Ama kimdir ?
Kim olacak… SENSİN.
Evet… Kendi kendinsin. Tek sevdiğin insan SENSİN.
*** *** ***
Bu şehirde, herkes tarafından, kendini sevmekle geçiyor zaman.
Bu iğrenç şehirde, bir başkasını…
Yok… yok seven bir tek adam !
Ne dostluk var ne sevgi, özde
Hatta bir an gelir, kendini bile sevmezsin, sevemezsin
Koskoca bir boşluk, bir yalnızlık duyarsın içinde.
Üzülemezsin bile, acıyamazsın kendine
İçinde bir şeyler kırılır, çiçekler solar bir yerde
Aldığın nefes bile nefes değildir, zehirdir bu şehirde.
Hani…bazı insanlar vardır.
Yüreğinden bir şeyler kopar… iyilik edersin
Hiçbir karşılık beklemezsin.
Sonra bir engel çıkar, edemeyecek hale gelirsin de…
Elinden bir şey gelmez hani…
İşte o zaman, bir de bakarsın ki, sana düşman kesilir karşındaki.
Böyleyiz
Hepimiz işte böyleyiz.
Bütün iyilikleri, bütün dostlukları ve verilen bütün sevgileri
Bir tulumba gibi emeriz.
Sonra dostluklar, sevgiler ve iyilikler…
Hazan yaprakları gibi tek tek düşer yerlere
Kuru bir dal gibi kendi kendimize, tek başımıza kalıveririz
İşte o zaman başlar pandomima
Başlar dedikodular, başlar bin bir iftira.
Yeşil yeşil bir şeyler geçer içimizden
Damarlarımızdan zehir, akar kan yerine
Ölmek geçer…
Aklımızdan, böylesine yaşamak yerine
Ölemeyiz.
Çekilecek bir köşemiz olsun isteriz, bir yatağımız
Bir yorganımız, başımıza çekeceğimiz.
Belki bir deniz kenarı düşleriz, bir ağaç altı
‘Serin bir rüzgar yeter’ deriz,
Bir bardak çay, bir simit ile körlenir nefesimiz.
Belki bir dilim peynir, bir şişe şaraba “dostum” deriz
Belki de, en iyisi budur, en iyi dosttur bulabileceğimiz.
Ama insan… Yok kardeşim yok, insan bulamayacağız
Bu şehir bu kadar pis, bu kadar rezil iken,
İnsan bulamayacağız. Bir dost bulamayacağız bu şehirde
Sevgiler raf’a kaldırılmış…
İnsanlık ise unutulmuş mazide.
Şimdi gitmek var bu şehirden
Alıp başını gitmek, sarıp uzaklığın makarasını sineye
Hiç bakmadan bile ardına
Ve… bir elveda bile demeden kimseye.
Sonra bir fidan dikmek
Bir umut tohumu, yeniden
Kırılmış, örselenmiş yüreğine.
Ve unutmak…
Tüm geçmişini…
Tüm iğrençliklerini bu şehrin
Yutturulmak istenen oyunları…
Yalanları, riyaları, bencillikleri.
Ve bağışlamak…
Küçük hesapların kölesi
Küçük insanları.
YORUMLAR
Evet dostum. Tespitlerin öylesine yerindeki.
Teknolojinin bu denli geşlişmesine rağmen insanın her geçen gün biraz daha yozlaşmasının nedeni giitikçe daha fazla maddeci oluşundan diye düşünüyorum. Öyle ki, duygusallık yok, romantism yok, dostluk yok ama menfaat uğruna her şey mubah ve üç kağıtçılık bir marifet sanki. Hayvanın insanlığa özenmesine hiç şahit olmadım ama insanın hayvanlığa özenmesi gerçekten şaşırtıcı. Daha ne diyeyim bilemem ki?
Sevgiler saygılar sana, iyi ki varsın.