- 3464 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
EZO GELİN
EZO GELİN
’Bozhüyük’e gömün beni, memleketimi mezarım görsün’
Ezo Gelin Çorbası, Ezo Gelin Bulguru, Ezo Gelin Pilavı, Ezo Gelin Kahvesi, Ezo Gelin Lokantası, Ezo Gelin Şirketi, Ezo Gelin Çantası... Bunları duymuşsunuzdur.
Ezo Gelin Türküsü’nü işittiniz mi? ...Uzun hava biçiminde söylenen Ezo Gelin Türkülerinden birini dinlediniz mi? ... O türkülerdeki, yüreğe işleyen acıyı duyumsadınız mı?
Usunuza şu soru değip geçti mi hiç? ...Kimdir Ezo Gelin?
Yıllar boyu güzelliği dillere destan olan Ezo Gelin, ya da öteki yerel adlarıyla ’’Ezov, Özo, Özö, Özey Gelin’’, Gaziantep yöresinde yaşamıştır. Size sunacağım Ezo Gelin Türküleri, ’’Barak ağzı’’ denilen biçemde söylenmektedir.
Barak ve Baraklılar
Barak, Ezo Gelin’in yaşadığı bölgedir. Barak Ovası, Gaziantep’in Nizip ilçesi, Fırat Nehri, Sacır Çayı, Carablus ilçesi (Suriye’de) ve Suriye sınırı arasında kalan verimli toprakları kapsayan ovadır. Barak Ovası’nda yüzden çok köy vardır. Burası, verimli olduğundan ilkçağ uygarlıklarının merkezi olmuştur. Barak bölgesindeki toprakların ve köylerin çoğu, Türkiye ile Suriye sınırı çizilirken Suriye topraklarında kalmıştır.
Suriye, Kilis, Oğuzeli, Gaziantep ve Nizip yerleşme birimlerinin çevrelediği alanlarda; Ezo Gelin, dilden dile anlatılır, türküleri söylenir.
Barak sözcüğünün anlamını, Kaşgarlı Mahmut, en eski Türkçe sözlük olan Divani Lügat’it Türk’te açıklarken bir söylenceyi de aktarıyor: ’’Barak çok tüylü köpek. Türklerin inandıklarına göre, kerkez kuşu kocayınca iki yumurta yumurtlarmış, bunların üzerine otururmuş, yumurtanın birisinden barak çıkarmış. Bu barak köpeklerin en çok koşanı, en iyi avlayanı olurmuş. Öbür yumurtadan da bir yavru çıkarmış; bu, son yavrusu olurmuş.’’
Orta Anadolu’nun kimi yerlerinde, uzun tüylü bir tür av köpeğine, Barak ya da Kılbarak denmektedir.
Barak Ovası’nda yaşayan Barak Türkmenleri’nin Oğuzların Kınık ve Beğdili oymağından oldukları ileri sürülmektedir.
Gaziantepli araştırmacı Mehmet Solmaz’ın, Barak ve Baraklılar üzerine yazdıklarının çoğunu, olduğu gibi buraya geçiriyorum:
’’Barak kelimesinin anlamı hakkında Türkçe Sözlük’ün 82.ci sayfasında şunları yazıyor:
1- Tüylü, kıllı çuha, kebe. 2- Bir cins tüylü av köpeği. 3- Ağaçlara sarılan büyük asma.
(...)
Ebulgazi Bahadır Han’ın Türklerin eski çağları hakkında tespit ettiği söylentilere göre: Oğuz Han Güney Muhit Denizinın kıyılarında, yüksek dağlarda yaşayan kabilelerin padişahı (İtbarak Han’a) ilk seferinde yeniliyor. 17 yıl sonra onu yenip öldürüyor.
Moğolların Tarihçisi Reşidüddin bu kabileyi (Kılbarak) diye adlandırıyor. Oğuz Kılbarakların karanlıklar diyarındaki memleketine gittiğini söylemekle Kılbarak’lar diyarının kuzey ülkeleri olduğunu göstermiş oluyor.
18.ci yüzyılda Cengiz Han’ın memleketine gitmiş olan İtalyan gezgini Garpini bunların güneyde olduklarını, Cengiz, Hindistan Seferinden dönüşte Barak’lara rastladığını anlatır. Cengiz Ordusu bunlarla savaşa tutuşmuştur. Fakat Baraklar bir hileye başvurmuşlar, şehre girip vücutlarını ıslattıktan sonra, kumda yuvarlanmışlar ve vücutlarını kaplayan çamur, soğukta donarak buz kesilince derilerine ok işlemez olmuş; sonrada Cengiz’in askerlerini bozguna uğratmışlar.
Reşidüddin, kabilenin çamura girerek kumda yuvarlandıktan ve bu işleri üç defa tekrar ettikten sonra meydana gelen kalın tabakayı kurutmak ve savaşa böyle gitmek adetleri olduğunu kaydeder.
Yine çeşitli kaynaklardan öğrendiğimize göre, Barakların erkeklerinin ÇİRKİN ve kadınlarının ise gayet yakışıklı ve GÜZEL olduklarından erkeklerine izafeten bu kabileye Kılbarak dendiği beyan edilmektedir.
Battal Gazi’nin efsanevi romanında da (Kılbarak) oymağının adı geçer. Barak adında dört tane Türk Hakanı adı biliyoruz:
1- Barak Hacip’tir (Ölümü 1235) Kirman Beyi ve bu ülkede hükümdarlık eden Karahitay sülalesinin kurucusudur. Barak Hacip, Barak Oğulları Sülalesindendir. 1210 da cereyan eden Talas Muharebesinden sonra Harzemşahların hizmetine girmiş, sonra hükümdarın Serdar veziri olmuştur. Harzemşah Devletinin yıkılışını doğuran Cengiz istilası karşısında çıkan kargaşalıklardan yararlanarak 1222 de Kirman’da istiklalini ilan etmiş ve kurduğu hükümeti kısa zamanda kuvvetlendirmiştir. İslamiyeti kabul ettikten sonrada Abbasi Halifeleri tarafından tanınarak kendisine Kutluğ Ünvanı verilmiştir. Barak Hanedanıoğuları 81 yıl payidar olmuşlardır.
2- 16.cı yüz yıllarda Özbek Hanlarından Nevruz Ahmet Han’ın Türkçe adıda Barak Handır. Bu hükümdar Kanuni Sultan Süleyman’la münasebette bulunmuştur.
3- Çağatay Hükümetini oldukça olgunlaştıran ve büyük Hakan Kubilay Han’a kafa tutan Barak Han’ın hayatı dağdağalı geçmiştir. İlkin kendisine Maveraünnehir’de bir arpalık verilmiş (...) ve burada boş durmayarak İran Han’ı Abaka Han’a karşı harekete geçmiş, Horasan ve Afganistan’ın bir kısmını yağma etmiştir. Fakat İran Moğolları tarafından perişan edilerek ölümden zor kurtulmuştur. (...) Buhara’ya gelmiş, bir söylentiye göre Müslüman olarak Giyasettin ünvanını almıştır. En son 1371 de bir muharebede yenilerek ordu ve karargahı kuşatıldığı zaman ansızın ölmüş olduğu öğrenilmiştir. Ölüsü Moğol geleneğine göre parlak bir törenle büyük bir dağın tepesine gömülmüştür.’’
(’’Genel Tarih 1’’ adlı kitapta -İsmet Parmaksızoğlu, Yaşar Çağlayan- ’’Çağatay Hanları Soykütüğü’’ verilmiştir. Çağatay Hanları Soykütüğü’nde, Barak Han’ın, 1266-1271 yılları arasında 7. han olarak tahtta kaldığı belirtilmiştir.
Mehmet Solmaz’dan yaptığım alıntıyı sürdürüyorum :) ’
4- Cuci Sülalesinden Özbek Han’ı Urus’un torunu Koyırcak Hanın oğlunun adı da Barak Handır. 1419 yıllarında Bozkırlarda yaptığı savaşlarda başarı elde edemeyince Maveraünnehir’e kaçıp Uluğ Bey’e sığınmıştır. Üç yıl Uluğ Beyin yanında kalmış, sonra onu yardımı ile Gök Orduyu ele geçirerek Han olmuştur. Barak Han 1429 da Moğolistan’a yaptığı bir akında prenslerden Sultan Mahmut tarafından öldürülmüştür.
Bunlardan başka birde Bektaşi Babalarından Sarı Saltuk beyin halifesinin adı da Barak’tır ve buna Barak Baba denmektedir.
Barak Baba Anadolu’yu dolaşmış. İki kere Şam’a gitmiş, Moğollar tarafından Geylan’a elçilikle gönderilmiştir. Fakat ayaklanma halinde olan Geylan’lılar Barak Baba’yı parçalayarak öldürmüşlerdir. 1308 de kemikleri dervişleri tarafından Sultaniye’ye getirilmiş ve oraya gömülmüştür. Moğollar tarafından kendisine bir mezar ve yanına bir tekke yaptırılmıştır.’’
(Burada yine araya giriyorum... Yunus Emre, bir şiirinde: ’’Yunus Tapduk’dan oldu hem Barak’dan Saltuk’a/ Bu nasip çün cüş kıldı ben nice pinhan olam’’ diyerek şeyhi Tapduk Emre’nin Barak Baba’yla ilişkisini açıklar. Dolaştığı yerlerde garip kılığı ve kendisine uyan dervişleriyle halkı şaşkınlığa düşürüp ürküten Barak Baba’nın ’’şathiyye’’ türü bir yapıtı vardır. Çağatayca olan yapıt, ’’Barak Baba Risalesi’’ adıyla anıla gelmişse de daha çok yarım kafiyeli ve yedi heceli şiir görünümündedir. Önce ’’Kutbü’l Alevi’’ adlı biri tarafından Farsça olarak şerhedilmiş -açımlanmış- (1355) , sonra bu açımlama; Hızıroğlu İlyas (Uzun Firdevsi) tarafından, başkasının ayrıntılı anlatımı olduğu belirtilmeden Türkçe’ye çevrilmiştir (1485) . Mehmet Solmaz’ın kitabından alıntılamayı, kaldığım yerden sürdürüyorum :)
’’Barak Baba’ya uyanlara Barakiyan ve Baraklılar dendiğini tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Bektaşi Vilayet-Name’lerine göre de Barak Baba’nın Hacı Bektaş Veli’nin Halifelerinden olduğu bilinmektedir.
Barak Baba’nın Tokat köylerinden birinde doğduğuna ve babasının beylerden olduğuna bakılırsa Selçuk Türkleriyle birlikte Anadolu’ya gelerek Yozgat dolaylarına yerleşen Barak ve Türkmen Oymaklarından olması ihtimali daha kuvvetlidir.
Barakların vaktiyle Alevi, yani, Bektaşi tarikatlarından oldukları İdris İnal’ın verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Hatta yakın zamanlara kadar Tokat’tan Alevi Dedelerinin Tekkeye kurban ve para toplamak için geldiklerinde, Barakların bunlara fevkalade hürmet göstermiş olduklarını anlatıyor ki bunların bir kısımlarının Alevi Dedeleriyle sıkı bir ilgileri vardır. (...)
Bugün ekseriyeti Nizip’in Barak Bucağında toplanmış olan Barak Aşiretinden bir kısmının Yozgat’ta kaldıklarını bazı kaynaklardan öğreniyoruz.
Bundan 170 yıl önce bir kısım Barakların eski yerlerinde Yağni, Derzor ve havalilerinde kaldıkları Cevdet Paşa Tarihinde yazılıdır. Tarihteki Baraklara ait bu parçayı aşağıya alıyorum. (1232 tarihinde Baraklar Kilis Hasına tecavüz ediyorlar. Bunların üzerine Halep Valisi Ahmet Paşa, bir kıta top ve bin neferle delilbaşısı Osman Ağayı gönderiyor. O da Barakları mağlup ediyor. Ve birkaç tanesini idam ederek başlarını istanbul’a Padişah’a gönderiyor. Rakka Valisi de yine havalide yaşayan Barak Aşiretinden ve sair eşkiyadan on tanesini idam ediyor ve başlarını İstanbul’a gönderiyor.) (Cilt 11 Sahife: 17)
Bu beldede uzun süre inceleme yapan Yalğın şu bilgiyi veriyor:
’’Barak aşireti 1000-1010 tarihlerinde Firuz Beyin idaresi altında Ortaanadolu’dan sürülerek yerleştirilen 80.000 hanelik Türkmenlerin bir oymağıdır ki vaktiyle Rakka-Culap ve Gaziantep Cenubunda yerleşmiş 97 köyden ibarettir. 97 köyün 18’i Türkiye, geri kalanı Suriye’de kalmıştır.Barak oymağının 12 obası vardır:
Bu obaların on iki olmasına rağmen kendi aralarında 7 obaya ayrılmıştır: Eseli, Karakozan, Adıklı, Kürdülü, Abdürrezaklı, Torun, Bayındırlı obalarıdır.
Bunlardan en büyükleri Torun, Abdürrezaklı, Kürdülüdür. (...)
Türkmenlerin, Karaşıhlı, Bekmişli, Araplı adında üç kolu vardır:
(...) ’’ (Ezo Gelin, ss. 58-63.)
Kimi kaynaklara göre de Barak’ın anlamı ’’bayrak’’ demektir... Yöre halkı, Türkmen göçüne bayraktarlık ettiği için yöreye ’’Barak’’ denilmiştir.
Barak Türkmenleri’nin Anadolu’ya 11. yüzyılın başlarında göç ettikleri bilinmektedir.
Türkmen Barakları’nın Aleviliği benimsedikleri, kimi törenlerinin ve geleneklerinin Şamanlık kültürünün izlerini taşıdığı görülmektedir.
’’Barak Ovası’nda yaşayan Barak Türkmenleri’nin Oğuzların Kınık ve Beğdili oymağından oldukları ileri sürülmektedir.’’ demiştim... M.Şakir Ülkütaşır, ’’Abdallar’’ başlıklı incelemesinde, Beğdili oymağının Anadolu Abdalları’ndan olduğunu vurgular... Ülkütaşır şöyle der: ’’Abdallar, ekseriyetle yerleşik ve kısmen göçebe bir halde yaşayan Alevi-Kızılbaş zümrelerden biridir. Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde bir takım Abdal köyleri, müteferrik yığınakları, yani obaları vardır. Göçebe Abdallar, yılın muayyen mevsimlerinde yer yer dolaşarak, köy kıyılarında geçici olarak otururlar. Güney, Batı ve Orta Anadolu başlıca coğrafi dağılış yerlerini teşkil eder. (...)
Abdallar, soy itibariyle Türkmendirler. Bugünkü Anadolu Abdalları -Tahtacılar, Çepniler daha doğrusu bütün Anadolu Kızılbaşları gibi- Babai Türkmenlerinin bakiyeleridir. Binaenaleyh bunları, dili ve soyu bütün bütün başka olan Çingenelerle akraba veya yurt tutmuş Çingene gibi telakki etmek katiyyen doğru değildir. (...)
Anadolu’da eskiden beri yerleşmiş Abdal oymakları vardır. Bugünkü Abdallar kendilerinin, haklı ve doğru olarak, Türk ırkından ve İslam olduklarını ifade ederler.Bu ifadelerine ilave olarak da ulu ve aziz saydıkları ’’Kara Yağmur’’un reisliği altındaki ’’Horasan Erleri’’ (Güney ve Doğu Abdalları ise, Oğuzlardan ’’Beydili’’ boyu) ile beraber Anadolu’ya geldiklerini ısrarla söylerler.
(...) Güney Anadolu’daki bu Abdal zümrelerinin oymak ve zenaatleri hakkında Rahmetli Ali Rıza (Yalman) ’ın ’’Cenupta Türkmen Oymakları’’ adlı eserinde de ayrıca şu malumata rastlamaktayız: ’’Fakçılar (av avlıyan Abdallar) , Tencili (Cambazlık ve kuyumculuk yapan Abdallar) , Beğdili (Türkmenlere yamak ve yarıcı duran Abdallar) , Gurbet veya Cesis (sepet, küfe yapan Abdallar; bunlar tam göçebedirler) , Karaduman (İbrahim Paşa’nın iskan Beyi’ne Mısır’dan gönderdiği kalabalık bir musiki ve raks heyetlerinin bakıyyesi olan Abdallar) Abdalları’’.
(...) Sünni köylü taassubu çalgıyı, türküyü Abdallara terk etmiştir. Onlar, yani Abdallar, Türk Halk Musikisi ve Raks (Oyun) kültürünü sadakatle devam ettirmektedirler.’’
Baraklar’a devlet yer verince, kimileri köy kurup tarımla uğraşmış, kimileri de toprağa bağlanmadan göçebe hayvancılıkla geçinmişlerdir.
Bugün Barak topraklarının büyük bölümü, birkaç ağanın elindedir. Barak köylülerinden toprak sahibi olanlar çok az sayıdadır. Yoksul, topraksız Baraklılar; yaşamlarını sürdürebilmek için 1980’lere dek Suriye sınırından kaçakçılık yapıyorlardı... Tarımla uğraşan Barak köylüleri, ürünlerini yalnızca Gaziantep’te satarlar.
Ezo Gelin Kimdir?
Ezo Gelin’in asıl adı Zöhre Bozgeyik’tir. Nüfus Kaydı, Gaziantep’e bağlı Oğuzeli ilçesindedir. Ezo Gelin (Zöhre Bozgeyik) , Oğuzeli’nin Uruş (şimdiki adı Dokuzyol) köyünde doğmuştur. Bozgeyikli Oymağı’ndan Emir Dede’nin kızıdır. Annesinin adı Elif’tir. Üç kız ve üç erkek kardeşi vardı. Kız kardeşleri: Şehri, Sakine, Radiye. Erkek kardeşleri: Zeynel, Kenan, Bekir. Oğuzeli Nüfus Memurluğu’ndaki Nüfus Kayıt Örneği’nde, Ezo Gelin’in ölüm tarihi, ’’Ekim 1956’’ olarak düşülmüştür.
(Ezo Gelin’in doğduğu köyün adı olan Uruş, eski ve yeni Türk lehçelerinde ’’savaş’’ anlamına gelir.)
Ezo Gelin’in, Suriye topraklarındaki Halep’e bağlı Carablus ilçesinin Bozhöyük köyünde bulunan höyükteki (yığma tepedeki) mezar taşı yazısı:
Fatiha: EMİR DEDE KIZI EZO GELİN Doğumu Türkiye’nin Gaziantep ilinin Oğuzeli iıçesinin Uruş Köyü 1909. Ölümü 18 Mart 1952. Uzun zamandır çektiği verem hastalığından ve gurbetlik acısından.
(Ezo Gelin’in mezarının bulunduğu höyük ve köy -Bozhöyük-, Türkiye sınırına yarım saat uzaklıktadır.)
Ezo Gelin, Oğuzeli’nin Beledin Köyü’nden Hanifi Açıkgöz ile ’’değişik’’ geleneğine göre evlenir: Hanifi Açıkgöz, halası Hatice’yi (Hazik’i) Ezo’nun kardeşi Zeynel Bozgeyik’e verir, Ezo’yu (Zöhre’yi) eş olarak alır. Hanifi Açıkgöz ile Ezo Gelin, bir yıllık evlilikten sonra ayrılırlar. Köyüne dönen Ezo Gelin, altı yll dul oturur.
Ezo Gelin, çok kişinin evlenme önerisini kabul etmez. kendini isteyen Barak Ağalarının evlenme isteklerini de geri çevirir. Ezo Gelin, evlenmeme nedenlerini açıklamaz. Suriye’nin Kozbaş Köyü’nde oturan teyzesinin oğlu Memey (Mehmet) , sık sık dünürcü (görücü) göndererek istetir Ezo Gelin’i. Ezo’nun Suriye’ye gelin gitmek istemediğini işiten görücü kadınlar, Ezo Gelin’in evlenmesi için inandırıcı konuşurlar: ’’Güzel kızım, hiç merak etme. Memey’in nüfus kaydı Türkiye’dedir. Evlendikten az bir zaman sonra Türkiye’ye göç edersiniz. Biliyorsun Barak’ta, Suriye’den gelen birçok mülteci vardır. Biz seni gurbet ellerinde hiç yakar mıyız? ... Bize güven. Biz akrabalar, senin kötülüğünü istemeyiz.’’ Üstelemelerden, kezlerce konuşmadan sonra, evlenmeyi uygun bulan Ezo, şöyle der: ’’Sözlerinize inanıyorum. Yalnız korktuğum başıma gelirse? ... Ya Memey Türkiye’ye mülteci olarak gelmezse, benim halim nice olur? ...Zaten birinci kocamdan boşandım. Şimdi de ikinciden mi boşanayım? Boşanma olmazsa, Suriye’de ölünceye kadar kalıp Türkiye’ye, akrabalara hasret mi kalacağım? ... Talihim zaten karadır. Orada ölürsem, ölüm bile Türkiye’ye hasret kalır. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Siz ne derseniz o olsun. benim çabalarım para etmiyor. Ezo, nasıl olsa bir defa yandı. Bin defa yanacak değil ya...’’ Ezo’nun güzel gözlerinden birkaç damla gözyaşı, gül rengi yanaklarına dökülürken fısıldarcasına ’’Evet’’ der.
Ezo Gelin’i götürenler, akşam karanlığından yararlanarak, sınırı bekleyen askerlere görünmeden Suriye’ye ayak basarlar. Geldikleri Kozbaş Köyü’nde düğün dernek yapılmaz. Yörenin göreneğine göre dul kadın ve dul erkek için eğlenti yapılmaz... Sessizce imam nikahı kıyılır. Böylece Ezo, Suriye’nin Carablus İlçesi’nin Kozbaş Köyü’ne gelin gider. Sonra oradan, Lüle Köyü’ne taşınırlar.
Ezo Gelin’in ikinci evlenmesi de ’’değişik usulü’’ olur... Ezo’nun teyzeoğlu Memey, bacısı Selvi’yi Zeynel Bozgeyik’e verir, kendisi Ezo’yu alır. (’’Değişik usulü’’ evlenme olgusunu sonra açıklayacağım.) Memey ile Ezo’nun aile kurması, ikisinin de ’’değişik’’ yoluyla yaptıkları ikinci evlenmeleridir.
Ezo, gurbetlik acısına dayanamaz. Ara sıra köyündeki yakınlarını görmek amacıyla Suriye sınırını gizlice geçerek, Uruş (Dokuzyol) köyüne gelir. Türkiye’ye her gelişinde, biraz daha yıpranmış, daha süzülmüş ve üzgün görünür. Nedenini soranlara: ’’Gurbetliğe fazla dayanamıyorum. köydeki hısım akrabaları göresim geliyor. Ne de olsa burası eski vatanım. Nedense Suriye’yi hiç sevemiyorum. Ah Türkiye’nin gözünü seveyim! Vasa öleydim, tek Türkiye’de kalaydım. İlle vatan, ille vatan.’’
İlk kocasından çocuğu olmayan Ezo Gelin’in, ikinci eşinden altı kız çocuğu olur.
Ezo Gelin’in gül yüzü, portakal rengine döner... Yıllardan beri ayakta çektiği hastalık, onu güçsüzleştirir, çok zayıflar, yatağa düşer. Ara sıra ağzından kan gelir. Gözleri de pek iyi görmez. Birkaç kez hekimlere görünür ancak yoksulluktan ilaçları düzenli olarak alamaz. Kendine bakamaz. 1952 yılının Mart ayında, Lüle Köyü’ndeki tek odalı kerpiç evini de yataktan kalkamaz... Ezo Gelin, 18 Mart Cuma günü gece yarısı, ’’ince hastalık’’ dedikleri Verem’den ölür. Özlemi, acıyı, yabancılığı içinde götürür Ezo Gelin... Ozan Kemalettin Kamu’nun dediği gibi: ’’Gurbet o kadar acı ki, / Ne varsa içimde. / Hepsi bana yabancı, / Hepsi başka biçimde.’’
Ezo Gelin, arada bir yükseklere çıkar, Türkiye’ye doğru ağlayarak bakarmış... Sağlığında kocası Memey’e, ölüsünün, Bozhöyük Köyü’ndeki höyüğün başına gömülmesini yalvara yalvara söylermiş... ’’Hiç olmazsa mezarım Türkiye’den gözüksün. Ben doyana kadar Türkiye’ye bakmadım, mezarım baksın. Ben seyretmezsem bile mezarımın taşı toprağı Türkiye’yi seyretsin.’’ dermiş Ezo Gelin.
Ezo’nun vasiyeti yerine getirilerek, Lüle Köyü’nden alınan ölüsü, Bozhöyük Köyü’ndeki höyüğün üstüne gömülür. Ezo Gelin’in gömütü, Suriye’nin sınır boyundaki topraklarından ve Türkiye’nin sınıra birkaç saat uzaklıktaki köylerinden, beyaz bir benek gibi görünmektedir.
Ezo Gelin’in yaşamı, acımasız doğa koşulları, kapitalist düzenin getirdiği ekonomik açmazlar ve feodal düzenin töresel baskıları arasında sıkışıp kalmış kadınlarımızın göğüsledikleri çilelerin öyküsüdür... Kadınlarımız, geri bırakılmışlığa ve gelişmelerini engelleyen törelere başkaldırabildiklerinde, kurtuluşa varacaklar.
’’Değişik Usulü’’ Evlenme Ne Demektir?
Evlenecek kişinin, en yakını olan kız kardeşini, halasını ya da teyzesini; istediği kızın kardeşi, amcası, dayısı gibi yakın akrabalardan birine vermesine ve bu evlenmede, ’’başlık parası’’ alınmamasına ’’değişik’’ denir. Yani kızın, kızla bir eşya gibi değiştirilmesi yoluyla yapılan evlenme biçimidir.
’’Değişik usulü’’ evlenmede, evlenenler birbirlerine başlık parası vermekten kurtulurlar... Akrabalık iki yönlü olur. Evli kadınlardan biri, ’’eceli ile’’ öldüğünde, öteki yan için belli ölçüde başlık parası ödemek zorunluluğu doğar.
Evlilerden biri, eşiyle geçinemediğinde, mutlu olan ötekilerin geçimi de bozulur. Bir yandaki geçimsizlik, öbür tarafı da etkiler. Böylesi evliliğin güvencesi yoktur.
(Diyarbakır çevresinde, anadilleri Kürtçe olan yurttaşlarımız arasında, ’’değişik usulü’’ evlenmeye; ’’Berdel’’ denir.)
Günümüzün zorlu koşullarında, Türkiyeli insanların ’’Başlık’’ denen gerçeği var ki akıl sır ermez. Kadın, evlenmek için bir mal’dır, satın alınır, satılır. Kadınlarımızın işi zordur olabildiğine... Yalnız tarla tapan işleri değil, doğumda yavrunun cinsiyet hesabı da ondan sorulur. Kız çocuk, ikinci derecede bir yaratıktır. Oğlu olmayan kadınlara suçlu gözüyle bakılır. Böylesi kadınların kocalarına yeniden evlenmek, ona erkek çocuk vermesi beklenen bir kadın daha almak hakkı tanınmıştır. Ama başlık sorunu çıkar karşılarına... işte o zaman töreler girer işin içine... Yetişkin olsun olmasın, ele gelir çağdaki kız çocuğunu, almak istediği kızın yakınına verir, o da başlık yerine geçer... Uygulanan yöntemin adı: ’’değişik usulü evlenmedir’’.
Bu tür evlenme, Türkmen Baraklar’da, başlık parası çok yüksek tutulduğundan uygulana gelmektedir.
(Ezo’nun erkek kardeşi Zeynel, Şitto Hanifi’nin kız kardeşinden ayrıldığında, Ezo Gelin çocuklu olsaydı, Değişik’i bozabilir miydi? ... Hayır. Baraklar’da boşanmak çok ayıptır... Hele ayrılma isteğinin kadından gelmesi çok çok ayıptır. Kadın, kocası öldüğünde, eğer kız çocuğu varsa evlenebilir... Kocası ölen genç kadının, yitirdiği kocasından erkek çocuğu varsa yeniden evlenemez.)
Ezo Gelin Konusunda Çekilen Filmler
Ezo Gelin’in ilgili üç film çekildi. Orhan Elmas, ozan Behçet Kemal Çağlar’ın öyküsünden esinlenerek, Ezo Gelin’i iki kez filme aldı... Birincisini 1955’de ’’Ezo Gelin Alevden Gömlek’’ adıyla çekti, ikincisini ise 1968’de beyazperdeye getirdi. (1968’de çekilen ’’Ezo Gelin’’ filmi, 1969 yılındaki 1. Adana Altın Koza Film ve Sanat Şenliği’nde, en iyi ikinci film ve en iyi kadın oyuncu -Fatma Girik- ödüllerini kazandı.) 1973’de Feyzi Tuna, Ezo Gelin’i üçüncü kez, renkli olarak filme çekti.
Çekilen filmlerin hiçbiri, gerçek Ezo Gelin’i anlatamamıştır... Bu filmler, halkta, Ezo Gelin’in düş ürünü olduğu düşüncesini uyandırmıştır.
Plaklara Okunan Ezo Gelin Türküleri
Barak Ovası’nda ve köylerinde, Ezo Gelin için söylenen birçok türkü var. Bu türküler, Suriye’nin sınır köylerinde de söylenegelmekte. Yazıyı fazla uzatmamak amacıyla Ezo Gelin Türküleri’ni sınırlandırmam gerekiyor... Notaya alınmış ve plaklara okunmuş dört Ezo Gelin türküsünü aktarıyorum:
1936’da, Nizip İlçesi’ne bağlı izan Köyü’nden Bekir Karaduman’ın oluşturup ezgilediği ilk Ezo gelin Türküsü’nü, Ferruh Arsunar (1908-1965) notaya almıştır. İzan’lı Bekir Karaduman’dan ağıtı nasıl yaktığını öğrenelim:
’’Türküyü 1936 yılında ben yaktım. Ezo Gelin’i isteyenler çoğalıyordu. Lakin Ezo’nun bir kimseye gönül vermeyişi birçoklarının da cesaretini kırıyordu. Gaziantep’te Kalelilerin Kahvesinde Barak köylerinden birkaç kişi oturuyorduk. Söz dolanıp dolaşıp Ezo Gelin’e intikal etti. Dostlarımdan biri Alagöz köyünden Şaban oğlu Resül Alagöz idi. Diğerleri Türkyurdu köyünden Ali hoca (Ali Aksoy şimdi ölüdür.) Aramızda arz edeceğim konuşma münakaşa konusu oldu. Resül Ağa, Ali Hoca’ya bu Ezo Kadın niçin kimseyi istemiyor dedi. Duruma müdahale eden Hoca ise Ezo’nun çok onurlu ve herkesin evlenme teklifini kabul etmediğini ifade eyliyor. Bu meyalde Resul Ağa, Ali Aksoy’a muhatap olarak bu muhitte sevilen bir kimse olduğunuza göre acaba size verirler mi? Evet cevabını alınca ben ve Resül Ağa bir otomobil tutarak Ezo Gelin’i Ali Hoca’ya istemek için üçümüz beraber Uruş Köyüne hareket ettik. Üzerimizdeki bütün paraları Ali Hoca iddiasında başarılı olduğu takdirde kendisinde kalmak üzere teklif ettik. Teklifimizi kabul ederek paraları aldı. Uruş Köyünün Harman yerine vardığımızda köy bekçisi Celle Halef karşımızdan geldi. Birde baktık ki köyden gelen bir kalabalık çıkmış Tilsevet Köyünün yoluna doğru gidiyor. Bu kalabalığın ne olduğunu Celle Halef’e sorduğumuzda bize aynen şöyle dedi: ’’Bu köye neye geldiğiniz anlıyorum. Aradığınız işte gidiyor. Boşa geldiniz’’ dedi. Parmağı ilede gidenleri göstererek işte Ezo Suriye’ye gidiyor der demez tepemizden vurulmuşa döndük... Otomobili Ezo’nun gitmekte olduğu kalabalığa yetişmek için o tarafa çevirdik. Resul Ağa, Ali Hoca’ya dönerek: ’’Ezo’yu istedin, Ezo gitti; Murat’a (Fırat) dönsen suyu kurur. Ezo Gelin şu mıntıkada yaşayıp gidiyordu. Senin niyetin onu da başka ellere attı’’ dedi. Ezo’yu götüren kalabalığa yetiştik. Gelin alayı yayan gidiyordu. Ezo gelin, meyus ve çok üzüntülü bir şekilde götürücüler arasında yürüyordu. Otomobille biraz ileri giderek sadece bir defa daha Ezo Gelin’in yüzünü görebilmek için otomobilin tekeri patlamış numarasını düşünebildik. Böylece bir defa daha Ezo’yu görebilme mutluluğuna eriştik.
Ondan sonra gayet üzgün bir halde, Ali Hoca’nın yüzünden düşen sinek sanki bin parça oluyordu. Tilsevet, Gemlik, Mıkbılı üzerinden köyümüz olan izan’a geldik. Zaten vakit akşam olmuştu. Resul Ağa ile Ali Hoca’yı misafir ettim. Çeşitli meze ile donatılmış içki sofrasına davet eyliyerek oturttum. işte tam bu sırada Ezo Gelin’in namutenahi güzelliğinden mülhem alarak şu dört kıtalık güfteyi kaleme alarak Resul’ün içki bardağına koydum.
Güftenin metni aynen şöyle idi:
Turnayı uçurdum URUŞ köyünden,
TİLSEVET Gölüne battı mı dersin?
Bir haber alamadım ZAMBUR köyünden,
ŞiBiP’e telinden attı mı dersin? (1)
Hele DEVEHÖVÜK geçit yeridir, (2)
BOZHÖVÜK’te gümanımın biridir. (3)
Alıp giden Türkmenlerin eridir,
Bu gece Kozbaş’ta yattı mı dersin?
Önünde SACIR (4) var, geçmez orayı,
Hep avcılar arar bahtı karayı.
ŞAiNE, KÜLLÜ’yü hem ZUGARA’yı, (5)
Bu üç köyü şavkı tuttu mu dersin?
Mallarım kaçaktır, varma gümrüğe,
Geç KARAKUVU’dan, otur DÜĞNÜĞ’e, (6)
Dön ha Ezo, dön ha eski yurduna,
Sahiplerin seni sattı mı dersin?
Not:
1. Uruş, Tilsevet, Şibip; Oğuzeli’ne bağlı Barak Köyleridir.
2- Devehöyük, Oğuzeli ilçesine bağlı sınır boyunda bir köydür.
3- Bozhöyük, Ezo Gelin’in Suriye’de mezarının bulunduğu bir köydür.
4- Oğuzeli ilçesi topraklarından geçen bir çaydır. Suriye topraklarına girdikten sonra Fırat Nehrine karşır. (...)
5- Şaine, Küllü, Zugara; Suriye’de Carablus’a bağlı sınır köyleridir.
6- Düğnüğ, Karakuyu; Suriye sınır köylerindendir.’’ (Mehmet Solmaz, Ezo Gelin, s.41, 42, 43.)
Malatyalı Fahri Kayahan’ın plağa okuduğu Ezo Gelin Türküsü’nün kimden alındığı bilinmiyor... Anonim -halkın malı- bir türkü olarak söylenmekte. Ancak türkünün, 19301936 yılları arasında ortaya çıktığı kabul edilmektedir... Çünkü bu tarihler, Ezo’nun ününün yaygınlaştığı süredir.
Malatyalı Fahri Kayahan’ın sesinden, plağa geçirilen türkü:
’’Ezo Gelin benim olsan seni vermem feleğe,
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe,
Anası huridirde kendi benzer meleğe
Nen eylede ah! bahtı karam neneyle, neneyle...
Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel, sıladan ayrı yazılım gel...
Ezo Gelin çık Suriye dağlarının başına,
Güneş vursun da kemerinin kaşına kaşına.
Bizi kınıyanın bu ayrılık gelsin başına başına,
Nen eylede ah! bahtı karam neneyle, neneyle...
Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel, sıladan ayrı yazılım gel.’’ (Ezo Gelin, s.44, 45.)
Sözlerini ve ezgisini, Ezo Gelin’in ilk eşi Hanifi Açıkgöz’ün oluşturduğu bu türküyü, Nuri Sesigüzel plağa okumuştur.
(Nuri Sesigüzel, Urfa’nın Birecik ilçesine bağlı Divriği Köyü’nde doğmuştur. Urfa ve Gaziantep türkülerini, aslına uygun söylemesiyle tanınmış ve beğenilmiştir.)
Nuri Sesigüzel’in söylediği türkü:
’’Amanın ırmak kenarına yağmaz mı dolu,
Hele eşinden ayrılan da sevgilim olmaz mı deli.
Tere taze beslediğim gülleri, anam gülleri,
Yine vardın gittinde beni bir kötüye yoldurdun...
Bir tanem aman, öldürdün beni beni,
Anam nen eyle, zalim nen eyle, Ezom nen eyle,
Yine de ne derdin varsa da gel bana söyle.
Bir tanem aman, ben ettim sana sana.
Amanın yüce dağ başında bir oylum payam,
Sevdiğim atımızı aldılarda biz kaldık yayan,
Ölümden korkupta, sonunu sayan, sonunu sayan,
Yine ölür gider de yar koynuna giremez.
Bir tanem aman aman, öldürdün beni beni...’’ (Ezo Gelin, s.65.)
Gaziantepli Muhsin Terlemez’in sesinderı, plağa geçirilen Ezo Gelin Türküsü:
’’Seherden uğradım ben bir cerene,
Canım kurban olsun da Gelin Ezo’yu görene.
Giyinmiş, süslenmişte dönmüş cerene,
Evliyi evinden eder bu gelin,
Ağayı köyündende eder bu gelin.
Dağdaki çobanı koyundanda eyler bu gelin,
Eşinden ayrılmışta üzgün üzgün ağlar bu gelin.
Yaralayım kime ben ne edem oy, oy, oy
Ayağına giymişte kara kundura oy,
Yandı yüreğimde garip anam, döndü tandıra, döndü tandıra,
Bir cazı karı yok mu da Gelin Ezo’yu bana kandıra?
Minnet eyleyinde bu geline dönmez mi, dönmez mi? ..
Dönüp dönüp Barak Eline gelmez mi, dönmez mi?
Nen eylede Gelin Ezo, nen eyle, nen eyle,
Çık Barak Dağlarına da bizim ele el eyle,
Oy, oy nen eyle, sen nen eyle, nen eyle.
Yaralıyım kime ben ne diyem oy oy... Ezom.’’ (Ezo Gelin, s.65, 66.)
Kendi Gitti, İsmi Kaldı Yadigar
Ezo Gelin’in kemikleri çürüdü... Yapılı olan gömütü, yerle bir oldu. Kendini yakından tanıyanların çoğu öldü. Ezo Gelin’in öyküsü, bire bin katılarak, Gaziantep’in köylerinde ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde anlatılmakta... Türküleri çağırılmakta. Ezo Gelin Türküleri söylendiği sürece, Ezo Gelin.in adı ve özlemi yaşayacak...’’ Kendi gitti, ismi kaldı yadigar.’’
Not: Mehmet Solmaz’ın kitabını getiren, Gaziantep’in seçkin insanlarından, saygıdeğer büyüğümüz Kadir Vural’a teşekkür ederim. N. T.
Kaynaklar:.
1- Ezo Gelin, Mehmet Solmaz, üçüncü baskı, Fil Yayınevi, İstanbul 1976.
2- 10. Yıl, Hoy-Tur Folklor ve Turizm Derneği Yayını, yayın no: 7, 1980, s.21.
3- Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Atilla Özkırımlı, Cem Yayınevi, ikinci baskı, istanbul 1983, 1.cilt, ’’barak’’ maddesi: s. 188.
4- Abdallar, M.Şakir Ülkütaşır, Türk Kültürü (Aylık Dergi) , sayı: 64, Şu.bat 1968, s. 251-253.
5- Genel Tarih 1 (Eski Çağlar ve Türk Tarihinin İlk Dönemleri) , İsmet Parmaksızoğlu-Yaşar Çağlayan Funda Yayınları, Ankara 1976, s.440.
6- Türk-Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askeri Teşkilat, Prof. Dr. Ahmet Temir, Türk Kültürü, sayı: 118, Ağustos 1972, s.200.
7- Berdel, Nusret Kemal, Türkiye Yazıları (Aylık Dergi) , sayı: 52-53, Temmuz-Ağustos 1981, s.21.
8- Türk Sinemasında Yönetmenler ve Filmleri 1 (1914-1994) , hazırlayan: Orhan Ünser, Antrakt (Aylık Sinema Dergisi) , sayı: 45, Haziran 1995’in eki, s. 14, 15.
9- Geleneklere Yenik Düşen ’’Ezo Gelin’’, Turhan Gürkan, Cumhuriyet gazetesi, ’’Cumhuriyet 2’’ eki, 8 Kasım 1993, s.4.
10- Türk Sinema Tarihi (1896-1986) 1-2, Giovanni Scognaınillo, Metis Yayınları, Kasım 1987, cilt 1: sayfa 116, cilt 2: s.24, 11 0, 150.
11- Folklor ve Türkülerimiz, Mehmet Özbek, Ötüken.Neşriyat A.Ş., ikinci baskı, İstanbul 1981, s.25-26, 294-296. (Özbek’in kitabında, ’’İzanlı’’ sözcüğü, ’’İznalı’’ biçiminde yanlış dizilmiştir. N.T.) .
Ezo Gelin’in mezarı 24/09/1999 tarihinde Suriye’den doğduğu köye getirilmiştir. Bu konuyla ilgili basında çıkan haberler:
Ezo’lardan Barak duası
Efsane kadının dönüşü
Ezo Gelin köyünde toprağa verildi
Ezo Gelin 63 yıl sonra köyüne döndü
Ezo Gelin’nin vatan hasreti cuma günü bitiyor
Ezo Gelin Suriye’den geliyor
Ezo Gelin’in mezarının gelişinde pürüz yok
Ezo Gelin’in mezarına izin
Ezo Gelin doğum yerinde
Ezo Gelin yurduna dönüyor
Ezo Gelin’in mezarı getirilecek