- 754 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İHANET GİBİ
İHANET GİBİ
Köyler sürekli küçülüyordu göç yüzünden. Gezmek için uzun bir aradan sonra köyüme gitmiştim.
Tanıdık bir korkuyu derinden bir daha hissediyordum. Enver dede’nin evinin köşesini dönerken, bekliyordum her zamanki gibi havanın karartısından da yararlanarak üzerime atılmasını. Her karartı her köşe tehlikeli oluyordu o varken. Ama aynı yerdeki aynı hislerim onun saldırısı ile neticelenmiyordu. Aradan 25 yıl geçmişti. Zalim vefat etmişti.
Recai amca; “Oğlum iç bade sev güzel” derdi ve oğluna elleri ile içirirdi rakıyı. Sarhoş ederdi onu. Ve tasmasını çıkartıp salardı karartıyla. Hava karartısı Zalimle birlikte daha ürkütücü oluyordu. O saatten sonra çoban köpeği Zalim’in terörü başlardı. Çok insanı ısırmıştı. Amcamın oğlunu ısırması bardağı taşırmıştı Vurularak öldürülmüştü. Zulumet karası o çirkin köpeğin öldürülmesi Recai amcayı derinden sarsmıştı. Çirkin de sevilir miydi?
Bir ay önceydi. Her zamanki gibi gecenin bir saatinde pencereme dayanıp sigara içiyordum. Gece sütlü kahve bir renkteydi. Pencerelerde ışık yoktu ve herkes yeni yeni yatmıştı. Ya da ben öyle olduğunu düşündüğüm bir sırada, bitişik dairenin balkon kapısı açıldı. İpince kısacık bir gecelik içinde komşu kadın balkona çıktı. Kot farkından dolayı benden yüksekçe bir konumda olduğu için onu en mükemmel ışıkta gayet net görüyordum. Kısacık geceliğinin altından beyaz iç çamaşırları da ara ara görünüyordu. Banyodan yeni çıktığını ıslak saçlarını taramasından anlayabiliyordum. Beni fark etmesine rağmen umursamaması cesaretimi kamçılamıştı. Yıllardır komşu olmamıza rağmen onun ne kadar güzel bir fiziğe sahip olduğunu o gün anlıyordum. Komşum, yolda izde hiç ama hiç dikkat çekmezdi. Uzun boylu ve çirkinceydi. Ama o an sutyensiz dim dik göğüslerimden gözlerimi kaçıramaz olmuştum. Sigaramın ikincisini de yakmıştım. Loş karanlığın içinde iki üç metre ara ile apaçık birbirimizi izliyorduk şehvetle. Saç taramasını bitirmiş, yüzü bana dönük oturarak birde sigara yakmıştı. Günah kaynatan ve örten tuhaf bir gecede bütün şeytanlar da onun ve benim yanımdaydı. O gösterdikçe, ben seyrettikçe sarhoş oluyordum. Gözlerle günah işlemenin zevkine varıyordum. Ateşe düşen buz gibi eriyordum.
O gece bu gözler kıyamet gördü, kudurmuş bir volkan gördü, o gece çirkindeki coşkuyu ve büyüyü gördü.
Bir defalık bir şeymiş. Büyü bozulmuş sarhoşluğu kalmamıştı.
Çirkinliğinden duyduğu rahatsızlığına isyan mıydı acaba? Yüzü hazineleri örten bir maske olan güzel komşum o gece çok muhteşemdi. Ne onu nede kendimi kınayabildim, çünkü ateşe düşen bilirdi yanmayı.
Bastırılan dürtülerden idi içimdeki savaş. Çirkinde güzeli bulabilmem ince ruhumdandı. Kamburun da cazibesi varmış. Bana 45 yaşımda öğrettiler.
İster akşamüstü ister tan ağarması isterse gece yarısı olsun sevmezdim Ünal Sokağın bu sütlü kahverengini. Beklide sabahın kör vaktinde kalkıp yollara düştüğüm ve köpeklerin saldırılarına maruz kaldığım acılı günleri hatırlıyordum.
Hizmetçi kız doktora beyinden bir mektup getirir. Mektupta kızın iyice muayene edilmesi rica ediliyordu. Doktor ellerini yıkamak için lavaboya giderken kıza “soyun” diyordu. İşini bitirdiğinde oradan yine sorar doktor;
- Soyundunuz mu?
Kız kızararak cevap verir;
- Evet, doktor bey. Ya siz?
Pekiyi, pazarımıza ait olan ve binamızın önünden geçen bu sokağın resmini niye; karanlıkken çekerek saklamışım? Ucuzladığı için alaca karanlıklarda Pazar alış-verişine çıkardım. Seçilmiş, hatta döküntü malları alırdım çünkü o saate öyle mallar kalırdı. Bu karanlık resimin bir psikolojik izahı olmalıydı. Belki de ezilmişliğin maskelenmesiydi. Konuşulamayanların ve fakirliğin karanlıkla örtülmesi miydi? Her şey böyle puslu olarak biraz daha hazmedilir olabiliyordu her halde?
Yaz sıcağında bunalmış, gecenin karanlığında sigara içiyordum. Bütün balkon kapıları ve camlar açıktı. Bitişik binanın bize en yakın dairesinde oturan yaşlı Sultan abla’nın odasından fısıltılar geliyordu. Dul bir kadındı Sultan Hanım ve atmış yaşındaydı. Hırsız ya da katilmi ki diye iyice kulak kesildiğim sırada iniltiler başlamıştı. Bir süre sonra sevişme iniltileri ve zevk nidaları olduğuna kanaat getirdim. Musiki tarzında ah, oh’lar cebir kullanılmadığını gösteriyordu. Şehvet inlemeleri ve yarım yamalak bastırılmış çığlıklardan sonra derin bir sessizlik hâkim oluyordu ortama. Ertesi günü Sultan Hanım, bozulan süpürgesine bakmam için beni çağırıyordu evine. Evinde dünle ilgili bir şeyler sormak istiyordum:
- Sultan abla, dün rahatsızdınız galiba? Gece yarısı camda sigaramı içerken çokça inlediğinizi duydum.
Bir an şaşaladı. Yüzü, baskın yemiş gibi kızardı. “ Evet, ama kriz gibi bir şeydi çabuk atlattım” diyebildi. Manalı manalı sırıtmaya engel olamıyordum. Başını öne eğip o da sırıtıyordu.
Birbirimizin anlayacağı kadarını anladığımızı biliyorduk artık. Ama anlamazdan geliyorduk.
Olayın üzerinden günler geçmişti. Ama yolda izde bile Sultan abla ile karşılaştığımda manalı manalı birbirimize gülüp geçiyorduk. Nasıl bir mana mı?
“ Ben her şeyi biliyorum” gibi bir mana. “ Bilirsen bil, ne yapayım oldu işte” der gibi bir mana.
TEBESSÜM
Dünya’da düşünce okumak isterdim.
Elimi sıkan dostun, elini öptüğüm büyüğün,
Düşüncelerini okumak isterdim gözüne baktığımın;
Eski aşığımın, karımın, sevgilimin.
***
Okurdum bakir noktalara kadar zihninizi,
Varsın çatırdasın, yüklerdim kendi zihnime.
Sırrınızı sırrım bilirdim; bakınca gözlerinize
Aman efendim, niye kızardınız tebessüm ettim diye?
Siz hiç, konuşmadan anlaşmadınız mı birisiyle? İşte öyle bir şey.
1974 de yerleşmiştik Keçiören’e. O zamanlar bom boştu. Demir kapılı Ermeni evlerinin yerine binalar dikilmemişti. İki binde ise nefes almaya yer yoktu. Yıl, iki bin dokuz ve her şey inanılmaz değişmiştir.
Semtimizde hemen hemen hiç değişmeyen tek yer fotoğraftaki Salı Pazarıydı. Çamurlu yolu ziftlenmiş ve sokak lambaları ile aydınlatılmıştı. 1974’den bu yana değişim bu kadardı. Etrafındaki okullar ve vakıf malları sayesinde değişim olamıyordu.
Ortaokul, lise, fakülte yıllarında gittim bu pazara. Esnafken, işçiyken, emekliyken gittim her Salı günü. Bekârken, evliyken, çocuklarımla, arkadaş ve akrabalarımla, ana babamla gittim bu pazara. Bur pazarda bir daha asla göremeyeceğim dostlarımla dolaştım. Burada bulduğum huzuru evimde bile bulamıyorum. Bir tek yaşadığımız an bizimdi. Ama burada aklım duygularımla kapışıp bütün yaşanmışlık anlarını bana sunuyordu.
Pazarcılar yine aynı kurnaz adamlardı. Müşteriler çeşit çeşit. Yine huzurun kaynağındayım. Fakat alış-veriş için karartıyı beklemiyorum. Bu gün işim kolay. Dört kilo domates alıp döneceğim. Tanıdıklara rastlıyorum. Tezgâhları inceliyorum. 75 kuruşa da 250 kuruşa da domates var. Bir tezgâhtan 150 kuruşa iyi domates alıyorum. İki tezgâh ileride aynı malı 100 kuruşa satıyorlar. Salaklığıma üzülüyorum. Çıkışta, birinin iki liraya daha kötü domatesi aldığını görüyorum. “ Allah’ım, benden aptalları da varmış, Şükürler olsun sana.” Diyorum.
O sırada, düğüne gider gibi giyinmiş iki bayan giriyor pazara. Bütün bakışları celbe diyor. Eğilip malları seçtikleri tezgâhta, güneş yanığı memelerini, dorukları dâhil apaçık teşhir ediyorlardı. Daracık pantolonlarının altındaki kilotun dantelleri belli oluyordu. Hele genci, Şeftaliyi ikiye ayırıp arasına kumaş kaçırmıştı. Böyle Pazar güllerinin yanı sıra Romanlar da aynen duruyordu. Pazara has olan her şey aynıydı. Her Salı günü büyük bir savaştan çıkan bu sokağın karanlık halini görüntüleyerek onun değişmesini istemiyordum belki de.
Ya da daha özel bir şey içindi; aşk gibi, ihanet gibi. Bu karartma elbet mühim bir şey içindi.
Erkeklerin mutluluğu için, güçlü, zeki ve çalışkan olması yeterli değildi. Çok şanslı olması da gerekiyordu. Yazılarımda erkek sorunlarına yakın baktığım için seni erkek taraflısı sanmayın. Kadın düşmanı hiç değilim. Yaratıcının ruhundan cazibe üflediği nadide Çiçekleri nasıl sevmem?
Ben, kadınların cıyak cıyak bağırdığı yerde erkeklerin ezildiği, horlandığı, hakkının yendiği halde aptalca susmasını hazmedemiyorum. Kibarlık ya da aydınlık adına, köle zihniyetli evcilleştirilmiş erkek bozmalarının kadınların yağdanlığı olmasına dayanamıyorum.
Kadınlar sinsi, kurnaz ve yalancı. Erkekler yapmadıklarını bile söyleyip öğünürken kadınlar yaptıklarını bile gizleyebiliyor. Huyları bozulmuş. Erkeksi haller hâsıl olmaya başlamış. Her gün biraz daha bizleşiyorlar. Bizim kendilerini Kadın oldukları için sevdiğimizi unutuyorlar. Kadınlar da sömürülüyor. Etleri satılıyor. Ruhları, iş güçleri satılıyor. Hayâsı, iffeti satılıyor.
Eski aşklar kalmamış. Kadınlarda erkekleri sayıp güvenmiyor eskisi gibi. Aşağılamaktan çekinmiyor. Bütün müşkül iş ve problemleri erkekler yüklendiği halde yaşantılarından tatmin olmuyor. Doyumsuzca hep dahasını istiyor, kavgadan, flört’ten hatta erkeğine ihanetten çekinmiyor. Ahlaki değerlere tabu deyip yıkmayı zafer sayıyor. Günü birlik aşklar yaşamayı ya da birbirine kanca atmayı marifet sayıyorlar. Çağımızda dünya kadınları ile bizim kadınlarımız da sınırlarını devamlı genişletmeye uğraşıyor. Biz erkekler de koyun gibi bakıyoruz sanki biz ilgilendiren bir şey yok ortada. Hatta bu yozlaşmadan zevk alan o kadar mal erkek var ki. Biz erkeklerin beyni kilotunda mı? Çalışıyor, didiniyor, aldanıyor, aldatılıyor, seviyor ve sevilmiyoruz. Kendimize saygımızı yitirmişiz. Kadınlar feminist cemiyetler kurup örgütlenerek pozitif ayrımcılık talep ederken; erkekler ( Salaklar Derneği ) kurup, dayanışma içinde olduğumuzu TV ekranlarından dünyaya ilan ediyoruz. Ayrıca nefis bağımlısıyız da.
İnsanlar aklındaki yabancılardan kimseye bahsetmiyor. Kendine saklıyor. Kendine sakladıkları ne kadar çoksa içinde yaşayan başkası da o kadar güçlü oluyor. İçimdeki yabancıyı sırdaşımla paylaşmaktan ya da onunla yüzleşmekten korkmuyorum. Çoğu zaman çatışma halindeyim onunla. Maskesiz insanlarla maskesiz olmak güzeldir. Herkes maskeli dolaşıyor. Uyurken bile çıkarmayanlar var. Ahlaken vasat bile olsa, bir insan maskesizse ona daha çok güveniyorum. Kadınların maskeleri de erkeklerinkinden akıllıca ve sanatsal oluyor. Biz erkek olamadığımızdan kadınlarımız kadın kalamadı. Bizim rolümüzü oynuyorlar bize. Kadın gibi kadınlara sözüm yok. Sözüm, yapışacak yakayı bulur.
YORUMLAR
yeterli olduğunu düşünmüştüm fakat buna benzer konularda yine yazabilirim.çünkü gerçekten kadın gibi kadın deyince maalesef cinsellik akla geliyor.bu imaj temizlenmeli,bu da yine biz kadınlara düşüyor.
Açık yürekliliğiniz çok güzel.Yer yer bir çok konuya katılıyorum.İnsanın kendisiyle mücadelesi önemli.Etrafta tahrik o kadar çok ki.
Bu yozlaşma da erkeklerin payı çok lakin onların da suçu yok.Senelerce ailelerce ve toplumca yetiştirilen şişirilmiş erkek egosuna kadınların verdiği yanlış tepki.Yani yanlışa yanlışla cevap verme.Yozlaşmada bundan dolayı.Benim ''canım kuru yemiş istedi''isimli yazımda biraz da bunu kastetmitşim.