- 725 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞİN HESABI
Yer yer çökmüş asfalttan müteşekkil sokağın başından yumurta topuk ayakkabının asfalta vurmasıyla çıkan sesler neredeyse tüm mahalleyi sarmaktaydı. Sokağın en az kendisi kadar eski ve yer yer yıkılmaya yüz tutmuş evlerinin pencereleri perdelerle kapatıldı. Meraklı bakışlar birer hayalet gibi perde aralarından ayakkabı tıkırtılarının geldiği sokağın başına yöneldi.
Bu tıkırtıların sahibi, semtin namlı kabadayısı Kasap Ali’den başkası değildi. Kasaplığının elbette ki gerçek kasaplıkla ilgisi yoktu. Kasaplığı falçatasını ustalıkla kullanmasından ve kavga ettiği kişilerin bir daha iflah olmamasından geliyordu. Yumurta topuklu siyah ayakkabısının ökçesine basmıştı her zaman ki gibi. Elindeki kehribar tespihi ustalıkla çeviriyordu. Yakası açık gömleği her zamanki gibi bembeyaz ve ütülüydü. Siyah cepkeninin önü açıktı ve siyah ceketi omuzlarındaydı. Şehirde, semtte ve mahalle de namını duymayan yoktu Kasap Ali’nin. Ağır adımlarla yürüyordu sokakta. İzleyende bir dağ yerinden kalkmış yürüyormuş gibi bir his uyandırıyordu. Kasap Ali kara yağız delikanlılardandı. Siyah saçları ve bıyıkları her daim tıraşlıydı. Gözleri çakırdı. Herhangi birisinin gözlerinin içine baktığında, insanın içine kopkoyu bir korku hissi kaplıyordu. Kasap Ali’nin eski İstanbul kabadayılarını anlatan çizgi romanlardan çıkıp gelmiş gibi bir hali vardı. Konuşması kısa, kesin ve gür olurdu. Namusa ve dürüstlüğe ziyadesiyle ehemmiyet verirdi. İlk gençlik yıllarından itibaren ne kendi mahallesinde ne de bir başka yerde her hangi bir kadına, kıza laf attığı, yan gözle baktığı görülmemişti. Bu durum ilk cinayetini on beş yaşındayken namus için işlediğinden mi kaynaklanıyordu yoksa kişiliğinden mi kaynaklanıyordu hiç kimse bilemiyordu. Ama bu hali tüm mahallelinin taktirini toplamıştı. Sık sık hapishaneye girer çıkardı Kasap Ali. Ama ne emniyet ne de hapishane personeli adi suçlu gibi davranmazdı Kasap Ali’ye. İçten içe saygı duyarlardı ve işlediği suçun muhakkak suretle bir haksızlığa karşı koyma mücadelesinden kaynaklandığını bilirlerdi.
Kasap Ali ağır yürürken adımlarının kendisini ölüme götürdüğünden haberdar değildi. Sokağın sonuna geldiğinde bir silah sesi duydu. Yer ayağının altından kaymış gibi hissetti. Elini göğsüne götürdü. Elinde bir sıcaklı hissetti. Eli kanına bulanmıştı. Aynı silah sesi birkaç kez daha duyuldu ve Kasap Ali için nefes alıp vermek zamanla zorlaştı. Sonunda karşı konulamaz bir karanlığın içine bıraktı kendini.
Mahalle dedikodularla çalkalanıyordu. İnsanların bir kısmı Kasap Ali’nin kahpece sırtından vurulduğunu, bir kısmı su testisinin suyolunda kırıldığını, bir kısmı da değerli bir insanın hiç uğruna öldüğünü konuşuyordu. Ama bu insanlar içinde Ali’nin vefatına en çok üzülen nişanlısı Safiye’ydi. Ali Safiye’ye birçok kez bu durumdan bahsetmişti. Asla ağlamaması gerektiğini tembih etmişti. Ama Safiye nişanlısı Ali’nin bu tembihine uyamıyordu.
Kasap Ali’nin cenazesinde annesi ayakta duramıyordu. Üzüntüsü yaşlı bedenine ağır geliyordu. Yirmi yıl daha yaşlanmış gibiydi. Ali babasının mezarının yanına gömüldü. Bu vefata en çok üzülenlerden birisi de hiç şüphesiz emniyet müdürü Ethem’di. Baş Komiser Ethem’in bu cinayetin üzerinde duracağı ve hiçbir ipucunu es geçmeyeceği Ali’nin cenazesine gelmesinden belliydi.
Polis tüm mahalleyi sorguladı. Sorgulanan kişiler Kasap Ali’yi çok sevdiklerini ama hiçbir şey bilmediklerini ısrarla anlattılar. Sanki ezberletilmiş gibi herkes aynı şeyleri söylüyorlardı. Yalnızca olayın olduğu sokakta, Ali’nin vurulmasını perdenin ardından izleyen altmış beş yaşındaki memur emeklisi Rüstem Bey sorgusunda zanlıları tarif etmişti.
- Rüstem amca, olay nasıl oldu.
- Tam olarak bilemiyorum evladım.
- Sen yalnızca gördüklerini anlat amca.
- Kasap Ali her zaman ki gibi sokağın başında göründü. Her halde kahveye gidiyor. Evi aşağı sokakta olduğu için er zaman bu sokaktan geçer.
- Evet amca
- Bende emekliyim. Başka işim gücüm yok. Sabahtan akşama kadar pencerenin kenarında sokağı izlerim. Şimdiye kadar Kasap Ali oğlumuzun bir saygısızlığını görmedim. Aksine beni severdi. Her zaman yardım etmek isterdi.
- Evet amca o gün ne oldu.
- Kasap Ali tam sokağın sonuna gelmişti ki, uzun boylu zayıf nit oğlan çocuğu arkasından tabancayla ateş etti.
- Sonra Amca.
- Sonra çok fazla ses çıktı, ben korkup pencerenin altına yattım. Sonra birkaç defa daha silah sesi duyuldu.
- Kaç tane?
- Ya üç tane ya da dört tane tam bilemiyorum.
- Sonra ne oldu?
- Sonra baya bir bekledim aşağıda. Bağırmalar filan geldi. Duyduk ki Kasap Ali vurulmuş.
- Vuran adamı tarif edebilir misin?
- Yüzü siyah bir atkıyla sarılıydı evladım. Ama uzun boyluydu, üzerinde kahverengi bir mont vardı.
- Saçları ne renkti?
- Siyahtı herhalde, evet evet siyahtı.
- Arabayla filan mı geldi?
- Yok yürüyerek geldi.
- Başka bir şey gördün mü?
- Yok evladım bunlar işte.
- Tamam amca teşekkür ederim.
Polis Kasap Ali’nin tüm düşmanlarının, kavga ettiği kişilerin listesini çıkardı. Hepsini ayrı ayrı sorguladı. Ama bir neticeye ulaşamadı. Ne mahalleli, ne olay mahalli ne de Kasap Ali’nin kavga ettiği kişiler ipucu veriyordu. Baş Komiser Ethem çaresizlik içerisinde Kasap Ali’nin faili meçhuller arasına girmesini izliyordu o kadar.
Tüm bunlar olurken birkaç sokak ötede eski bir ahşap evin itinayla süslenmiş odasında uzun boylu, ince yapılı, kara yağız delikanlı tabancasını masanın üzerindeki porte fotoğrafın yanına koydu ve;
- İntikamını aldım babacığım! Artık rahat uyu! Seni gözlerimin önünde vuran adam bugün toprağın altında! Diye haykırdı.
Bu delikanlı Kasap Ali’nin on beş yaşındayken öldürdüğü adamın oğluydu. Bu bir namus davasıydı. Kasap Ali işlediği bu ilk cinayetten hiçbir zaman pişman olmadığını söylemişti defalarca ve şimdi öldürdüğü adamın oğlu da içerisinde bir nebze olsun pişmanlık duygusunun olmadığını söyleyebilirdi. Bu kaderin kaçınılmazlığı mıydı? Hiç kimse cevap veremezdi bu soruya….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.