- 483 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YETKİLİYE
Ülkesini seven sıradan bir Türk vatandaşıydı. Yıllarca hiç ara vermeden çalışmış, çabalamış ama kıt kanaat hayatını idameden başka bir başarı ya da birikimi olmamıştı. Sigorta primlerini bile yatıramamıştı kibir açığı kapatır bu zor günleri atlatırım diye. O vakitte çalışmamış görünüyor ve emekli aylığına hiçbir vakit kavuşamıyordu. Doğru dürüst iş yapmayan küçük bir dükkânı vardı. Dürüst çalışıyor ama işleri rast gitmiyordu.
Ne bilecekti zor günlerin hiç gitmeyeceğini. Ülkesinin yöneticileri basiretsiz çıkmıştı. Her gelen iktidar kazığı daha ileri sokmuştu. Asgari ücretler açlık sınırının altına inmişti. Ve ülkenin dörtte biri işsizdi. Sıkı para politikaları, partizanlıklar ve hırsızlıklar ve daha yüzlerce hata ve suiistimaller birleşip her Türk vatandaşı gibi onu da vuruyordu. Der ayı başka bir cambazlıkla tamamlıyordu. Hiçbir şeyi layığı ile yapamamanın ezikliğini yüreğimde hissediyordu. Araba ve ev anahtarı vadeden siyasetçilere evinin anahtarını da kaptırmıştı. Kötü yönetimler; Mutluluğunu, umutlarını, emeklerini ve gençliğini çalmıştı. Halen daha da çalmaktaydılar.
Cuma namazından çıkmıştı. Dükkânında Irak’ın ABD tarafından işgalini televizyondan izliyordu. “ Deccal Amerika, Yalanlarla istila ettin. Güya demokrasi getireceksin. Nereye götürdün ki! Sen ancak kan, zülüm ve sömürü götürürsün. Melek maskesinin altındaki şeytan yüzünü herkes gördü artık. Silah satmak için ayrılık, kin tohumu ekip iç savaş çıkarırsın. Bağımsızlık der bütünü lokma yaparsın. Sen niye eyaletleri ayırmıyorsun? Halkın gibi sen de obezsin. İnsanlara çip takma ve dünya hakimiyeti, gizli planlarını biliyoruz. En mutlu günüm; parçalanıp, yaptıklarınızın başınıza geldiği gün olacaktır. Dilerim bütün zalim ve sömürgeci ülkeler tarihten silinir” Diye ekrandan ABD’ye mesaj ve küfürler gönderiyordu.
Televizyonda, Cami ve Türbelere yapılan saldırı ve tacizleri gördükçe hiddetinden rengi kararıyor kalbi sıkışıyordu. En zoruna gideni de Iraklı bacılarının dolar karşılığı ABD askerleri ile yatma pazarlığı görüntüleriydi. “ah gizli güçlerim olsa da şu an orada canlı bomba olarak patlasam” diye içinden bütün samimiyeti ile arzuluyordu. Demek ki canlı bombalar böyle umutsuzluklar içinden bir gül gibi bitiyordu.
Bir süre sonra kendi acı gerçeklerine döndü. Yapmak istemiyordu ama bütçesi kaldırmıyordu artık. Cambazlık da yetmiyordu geçinebilmesine. Peş peşe ekranda açıklanan zam haberleri, derin düşünce ve kararsızlığına son verdi.
Üzüle üzüle eli telefona gitti. Yine düşündü. Elini geri çekti. İntihara teşebbüs edip de beceremeyen insan gibiydi. Nihayetlerden sonra ahizeyi kaldırıp ezberden bir numara çevirdi.
- Muratçığım, akşam gel elektriği dümenle. Evi de dümenleyeceksin bu gün.
Hoca Efendinin Cuma Namazında verdiği vaaz aklına geldi. Belki de eşeğin aklına samanı o vaaz düşürmüştü:
- Ne şekil ve sebep de olursa olsun, çalmak haramdır. Vergi kaçırmayın, Elektrik ve suyu çalmayın. Saatlere ve tartılara hile yapmayın. Düzgün ölçüm yapın ve yaptırın. Ülke ekonomisi darda. Meslek ve işlerinizde harama yönelmeyin. Çalmayın, çalmayın, çalmayın.
Diyordu Hoca Efendi.
Haksızlığa köpüren yapısı ile birden celallendi:
- Üç asgari ücretli maaşı alırsın. Lojmanda oturursun, kira, elektrik, su, yakıt ödemezsin. Cami ve kiliseler de öyle. Devlet kadın satsın, beni siksin ödesin paraları senin için fark eder mi? Tuzunuz kuru. Zekât, fitre, sadaka veremiyorum. Bütün vergilerim cezalı hatta haciz aşamasında. Hiç kurban kesemedim. Eve et kurbandan kurbana girer. Şimdilerde o da kemik geliyor. Hiçbir zaman doğru dürüst giymedik, yemedik, gezmedik. İlaç param yok diye antibiyotik alamadım ve şişen bademciklerde suyu zor yutuyorum. Çalmasam suyum da elektriğim de kesilecek. Eski makbuzlar dururken yeni zamlar geldi. Yıkanamayacak, su içemeyecek, karanlıkta kalacağız. Geridekiler dert olmasa hapis bu hayattan iyi. Para mı basacağım, gasp mı yapacağım, cinayet mi işleyeceğim çalmayıp da? Açım aç. Açın onuru da namusu da olmaz. Sizin Allah’ınız yok mu? Adamı dinden imandan etmeyin. İnsan olun da vatandaşı çalmaya mecbur etmeyin.
Kafasındaki isyan kanı dağılınca Rabbi’ne el kaldırdı:
- Affet Allah’ım. Şikâyetim sana, isyanım düzenedir. Kötü doğmadım sonradan oldum. Bir şeyleri yapıyorsam ağır tahrik değil hayati mecburiyet var Allah’ım. Yahudi’den mi, Japon’dan mı, Cani’den mi, Alman’dan mı, kimden daha az çalıştım? Kimde emeklerim? Suçum Anadolu da doğup Türk olmak mı? Artık yapılacak bir şey yoktu. Ya devlet kendine gelecek ya toplum bozulmaya ve isyana yönelecekti. Siftahsız geçen günde tek karı akşam kaçağa bağlattığı elektrik ve suları olmuştu.
Ama o, kaçaktaki enerjileri bile parasını ödüyor gibi kısıtlı kullanıyordu.
Çünkü o namuslu bir hırsızdı. İnsanlar avlanırken bile katliam yapıyordu oysa hayvanlar tok olunca avlanmıyordu. İnsan tok da olsa çalabilirdi.
O tür insanlar geldi aklına ve ürperdi “Devletim beni sömürmesin, sömürtmesin ve doyursun; gene çalarsam İdam etsin” dedi içinden.
Aspiratör, ütü, elektrikli ısıtıcı ve tost makinesi gibi zaruri olmayan aletleri kullanmıyordu. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi ve floransan lambaları kullanıyordu. İçine haram giren ürünlerle nasılda huzurlu oruç tutacak, çalıntı suyla abdest alıp namaz kılacaktı nasıl?
Yıllarca devletten bir şey almamış hep vermişti. Ya dükkân da kapanırsa kırk yaşından sonra nasıl iş bulacaktı bu ülkede. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in önüne yazarkasasını fırlatan esnaf gibi ses getiren bir eylem ya da daha fazlasını yapacaktı her halde. Umudun bittiği yere gelmemek için dua ediyordu ama her şey içini acıtıyordu. Sorunlarına bulduğu çözümler onu mutlu etmiyordu. O artık refah ve huzur istiyordu.
Doğru dürüst uyumuyordu. Uyusa da fukaranın rüyası da fakir oluyordu. Her gün bir soru sorma hakkı olsa başbakana “ Aç insan özgür ve mutlu olabilir mi ve mezarda mı rahat yüzü göreceğiz?” diye sormak isterdi her gün. Bir soru da ben soruyorum Şu anki Başbakan’a:
Sayın Başbakanım; Emekçi ve halk aç ve perişan yatarken ve yaşarken, Siz bu durumu değiştirmek için daha ne kadar sene koltuğu işgal edeceksiniz? Ve neden hiç kimse başaramıyor diye araştırdınız mı?
Engin Tatlıtürk.
YORUMLAR
Bir iki olsa anlaşılır ama yazıları inceledim. Sadece benimkilerde değil diğer yazılarda da öyle. 100 okuma yorum yok.
Ben buna bakma diyorum.
Bu kadar fikirsizlik yada isteksizlik olamaz.
Nenfi ya da müspet nokyaları tenkid etmezsek nasıl birbirimize katkı vereceğiz?
LÜTFEN okunan yazılardan sonra eller herflere gitsin.
Saygılar.
fakirlik ve kötü yönetilmekle ilgili görüşü olan yokmu? Fakirlik yakamıza yapışmış silinmeyen bir kader olabilir mi? Külli irade olmadığına göre neden fakirlik illetinden kurtulamıyoruz. Yazım mı çok uzun ve sıkıcı? 38 okumada bir yoırum yoksa benim de hatam vardır mutlaka. Saygılar.
Sayı 51 yorum yok. İnandım ki insanlar dertlerden sıkılmış. Kandi dertlerini anlatanları bile dinlemiyor okumuyor.
Çiçek böcek daha iyi , daha ilginç geliyor.
Ne olmuş bize?
Engin Tatlıtürk tarafından 12/28/2009 4:47:41 PM zamanında düzenlenmiştir.