- 1506 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
216 - BASRA
Onur BİLGE
Rabia ve Hasan Basri Hazretleri’nin yaşadıkları yer olan Basra, Venedik gibiymiş. Şehrin içinden kanallar akarmış. Arap Yarımadası’nın orta veya uç bölgelerinden gelen yoksul Bedevileri kendisine hayran bırakır, harikalar diyarına benzermiş. Bursa kadar güzel, o kadar yeşil, yaşayan ve yaşatan cazip bir kentmiş. Diğer yörelerden buraya gelenler, şehre girmeye çekinirlermiş. Girenler, cennet nimetlerinden mahrum kalacaklarmış gibi bir hisse kapılırlarmış. Çünkü burası onların dünyaya bakış açılarını değiştirebilirmiş.
Kervanlar, Bâdiye Kapısı’ndan girerler, tüccarlar develerini hanlara çökertir, mallarını satar, sonra da güzelliklerini görmek amacıyla şehri solaşmaya çıkarlarmış. Önce bir sanat harikası olan ulu camiyi ziyaret ederlermiş. Basralılar, Orta Asya ve Uzak Doğu’dan gelenleri etkilemek istediklerinden, İslâm mimarisinin bütün özelliklerinin ve güzelliklerinin bir araya getirildiği bu caminin yapımı ve bakımı konusunda hiçbir fedakârlıktan çekinmemişler.
Bu kente gelenler, çoğunluğu dindar kişilerden oluşan halkın arasına karışır, iyi veya kötü yönde, arzu ettikleri rahatlığı yaşarlar, kendilerini mutlu hisseder, dinlenir; yaşama arzuları artmış ve ruhen yenilenmiş olarak, huzur içinde memleketlerine dönerlermiş.
Görülmeye değer güzellikteki şehrin eşsiz manzaraları, Bağdat’tan gelen Ma’kil Nehri’ndeki gemilerin salınışları... Basra körfezinden gelen gemiler de Hint ve Çin mallarını taşıyor ve Ubulla Nehri’nden geçiyormuş. Bir alışveriş merkezi olan Basra’da yöre halkı ticaretten çok para kazanıyor, bazıları aşırı servetler elde ediyorlarmış.
Basra, Hz. Ömer’in (R.A.) emri ile Hicri 16. (Milâdi 637) yılda Gazevan oğlu Utbe tarafından Bedevîler ile Hazarîler arasında sağlam bir bağlantı kurmak amacıyla kurulmuş. Alışveriş için buraya gelen Bedevîlerin, şehir hayatını görmeleri, kültür seviyelerinin yükselmesi ve bir şeyler öğrenmiş olarak, çalışmalarını sürdürmek üzere badiyelerine dönmeleri amaçlanmış ama Bedevîler şehir hayatına ayak uyduramamışlar. Basra hızla gelişiyor, müreffeh ve zengin halk, zevk ve sefa içinde yüzüyor, ihtirasları arttıkça artıyormuş. Giderek büyük bir eğlence merkezi haline gelmiş.
Hemen yanı başındaki çölde hayat şartları, tahammül edilecek gibi değil, haşin ve acımasızmış. Bedevilerle, tamamen zıt yaşam tarzı içinde olan Basralılar arasında çekişme başlamış. Yoksullar, coşkun bir sefa, rahatlık ve bitimsiz görülen bu safahat âlemini kınıyorlarmış.
Fakirler etraflarına müritler, zenginler de taraftarlar toplamakta, her iki taraf da çevrelerindekilere, seçtikleri yaşam tarzı ile ilgili telkinler yapmaktaymış. Zamanla burada; hayat, tarih ve esatir birbirinden ayrılamaz hale gelmiş. İlkçağlardaki insanların tanrıları hakkındaki hikâyeler ve menkıbelerle gerçek yaşantılarındaki olaylar birbirine karışmış. Olağanüstü vakaları yaşayan kişiler için Basra, harikalar ülkesi, bu mekânda yaşanan sefahatsa, bin bir gece masalları halinde anlatılır olmuş. Bu debdebe içinde yaşayan insanlara tiksintiyle bakan kişiler, dinlerine dört elle sarılmış, züht ve takvayı konu alan bir yaşam tarzının hikâye ve menkıbeleri ortaya çıkmış.
Bir tarafta hareketli bir ticari hayat ve günün sonunda zevk ve sefa içinde kendilerinden geçen, diğer tarafta; cami, zaviye, dergâh ve kütüphanelerde, Allah’ın emirlerine harfiyen uyan ve Resul’ünün yolundan bir milim şaşmamaya çalışan yüksek görüş ve düşünce içinde olan, örnek yasayışlı insanlar... Dünyanın her yerinden gelen tüccarlar, sefahat âleminin zevkine zevk, hazzına haz katacak ürünleri pazarlamaya çalışırken; Irak’ta, işi olmayanlar, Basra Camisi’nde derin bir vakar ve sessizlik içinde yapılan ilim sohbetlerinde aydınlanırlarmış.
Camilerde, Hasan Basri Hazretleri veya yetiştirdiği bir tilmizî sohbet eder; insanları, dünyanın çirkin yüzünden uzaklaştırmaya gayret edermiş. Bu sohbetler, halk üzerinde gayet tesirli olur, o insanlar bu ortamda buldukları huzuru, başka hiçbir yerde duyamaz hale gelirlermiş. Bazen halka halka otururlar, zikre başlarlarmış. Zikir, Allah’ın ad ve sıfatlarının tekrarı olup, derin haşyet ve sevgi uyanmasını sağlayan, toplu bir nafile ibadet şeklidir. Bazen de tartışma yapılır, dindarlarla felsefeciler, en hassas mevzuları, hararetli hararetli müzakere ederlermiş.
Hasan Basri Hazretleri bir bir bayram günü, bazı insanların, geleceklerini umursamaz bir şekilde eğlenmekte olduklarını görünce:
"Hayret edilecek iş!" demiş. "Zavallılar, akibetlerinden hebersiz, nasıl da gülüp eğleniyorlar! Denizde gemileri parçalanarak, kırık bir tahta üzerinde kalanlardan farkları ne bunların?" Bir gün de sohbet ettiği dostlarına:
"Siz, Ashab-ı Kiram’a benziyorsunuz." demiş.
Onların bazıları sevinmiş, bazıları gülmüş. Hasan Basri de tebessüm ederek düzeltmiş:
"Şaka yaptım. Siz onlara nasıl benzeyebilirsiniz? Siz onları görseydiniz, mecnun sanırdınız. Onlar sizi görselerdi, Müslüman zannetmezlerdi." Bir sözü daha var, zevk ehli için söyldiği:
"Koyun sürüleri, insanoğlundan daha iyidir. Zira bir tek çoban, birkaç koyun sürüsünü gideceği yere götürür, insanoğlu öyle değildir. Nefsani arzuları için Cenab-ı Hakk’ın fermanını dinlemezler."
Kavurucu çöl sıcağında; “Ya leyl!.. Ya leyl!..” diye, hasret ve sabıtsızlıkla beklenen gece, akşamın karanlığının ortalığı sarmasıyla başlarken, insanlar ikiye ayrılır, bir kısmı eğlence yerlerine, bir kısmı da zikir meclislerine koşarlarmış. Gürültü ve zikir... Bir tarafta, kanallardaki sandallarda içen, çalan oynayan, şarkılar söyleyen, dünya yansa umurunda olmayan zenginler; bir tarafta da onları seyretmek bile istemeyen, inadına mezarlıklarda ölümü tefekkür ederek, nefisleriyle savaşan, ayağını denk almaya çalışan yoksullar...
Bir yanda Ebu Uyeyne oğlu, her geceyi istediği gibi yaşamaya çalışırken, güler eğlenirken, diğer yanda Arar oğlu Rebah kabirler arasında dolaşarak tefekkür etmekte, sabahlara kadar ibadetle meşgul olmakta ve gözyaşlarıyla yakarmaktaymış. Uyumak için boynuna bir halka geçirirmiş.
Übülle Sahası’ndaki varlıklı kişiler, Allah’ın yarattığı doğal güzelliklerin içinde, köşklerde yaşıyor, bağ ve bahçelerde dolaşıyorlar, her türlü nimetten yaralanma amacından başka bir şey düşünmüyorlarmış.
Diğerleri ise çöllerde yaşamaktan, tefekkür ederek, kendilerini bekleyen dehşetli güne hazırlanmaya çalışıyorlarmış.
Bu tezatlar diyarında küçük bir kulübede seksenlik bir kadın yaşıyormuş. Üflesen düşecek kadar halsiz, zorla ayakta duruyormuş. Yerde eski bir yaygı, iki arşınlık bir sandık, hem yatak hem seccade olarak kullandığı bir keçe; sandığında, kefeninden başka bir şeyi yokmuş. Ona bakarak tefekkür eder, zikreder, sohbet edermiş. Ondan ilham alırmış. “Fakrım, iftiharımdır!” diyen bir Resulün ümmetinden ve fakirliğin son raddesinde olan bu kadın, İslâm Tasavvufuna adını yazdıran, Rabia Adeviyye’dir.
Rabia-tül Adeviyye; tarifi imkânsız eziyet ve işkence gördüğü halde asla halinden şikâyetçi olmayan, güzel ahlak sahibi, son derece mütevekkil, sabırlı, dünyaya zerre kadar değer vermeyen, Allah’ın rızasından başka bir şey talep etmeyen, gece gündüz O’na ibadet eden, çevresine ışık veren bir veliyedir.
Allah-ü Teâlâ’ya, “Sana olan aşkımı değil, Senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!” diye yakaran Rabia... O kadar emin ki Allah’ın kendisiyle yakinen ilgilendiğinden!.. Her birimizle teker teker ilgili ama kaç kişi farkındayız? Her an sağanak sağanak nimetleri inerken, eli üzerimizdeyken, küçücük olayları dert eder, büyütür de büyütürüz! Her anlattığımızda, O’na şikâyetler yükselir. Oysa şükretmeli, teşekkürler göndermeliyiz. Ne onulmaz dertler içinde inleyenler, ne çaresizliğin son noktasında olan insanlar var! “Hamdolsun!” demeliyiz, şükür az gelir!
“Allah tarafından ne kadar sevildiğinizi merak ediyorsanız, O’nu ne kadar sevdiğinize bakın!” derken bize bir gerçeği hatırlatmak istemektedir.
Hadisi Kutside: “Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir adım yaklaşırım. O bana bir adım atarsa ben ona on adım yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım!” diyor.
O, Allah’ı çok seviyordu ama küçücük kalbinin tüm gücüyle, sevebildiği kadar seviyordu. Biliyordu ki Allah’a verilen sevgi, kat be kat fazlasıyla dönecektir! Onun için kendi sevgisini değil, Allah’ın ona olan alakasını kendisine şefaatçi yapıyordu. Çünkü Allah’ın kullarına olan ilgisi ve sevgisi, O’nu en çok seven kulunun sevgisiyle bile mukayese edilemeyecek kadar fazladır!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 216
YORUMLAR
Koyun sürüleri, insanoğlundan daha iyidir. Zira bir tek çoban, birkaç koyun sürüsünü gideceği yere götürür, insanoğlu öyle değildir. Nefsani arzuları için Cenab-ı Hakk’ın fermanını dinlemezler."
nefsi insanin büyük düsmani evet.
cok güzel bir yazi.
her biri digerinden sürükleyici yazilarinin her zaman.
yüregine emegine saglik sevgili onur bilge
sevgim sonsuz
ELE ALINAN KONU,ÖYKÜ MÜ, BİR YERLERİN TANITIM YAZISI MI? O HALDE İKİSİ DE YANLIŞ.AÇARIM COĞRAFYAYI, TARİH KİTAPLARINI, BÖLGEYİ DAHA GERÇEKÇİ AÇIDAN ÖĞRENİRİM. OLMADI KALKAR GİDERİM BİZZAT GÖRMEYE. AMA ÖYKÜ OKUYORSAM BUNLARIN HİÇ BİRİNE GEREKSİNİM DUYMAMAM GEREKİR. RABİA'NIN GERÇEK YAŞAMINDAN ÇOK, YÖNLENDİRİLMİŞ BİR YAN GÖRÜYORUM."BÖYLE OLMALIYDI" YA DAYATILAN. SAYGILARIMLA.
Antalya'nın Şarampol yani Muratpaşa Mahallesi'nin elli yıl önceki halini ve halkını onlarca öykümde oya oya işledim. Şair yazar arkaşdaşım, yazmaktan okumaya fırsat bulamamış olmalı. :)
Basra; Rabia ve Hasan Basri Hazretleri, iki yüz on beş bölümü yayımlanan bu öykü dizisindeki Antalya, Bursa; İlhan ve Semiray'la alakalıdır.
Bu öykü dizisinde kişiler ve olaylar; yazarıyla, masal, roman, menkıbe ve kıssalardakilerle ilintilidir.
Kısaca amacım; olay ve kişiler vasıtasıyla, aşk başta olmak üzere ulvi güzellikleri yaşatmak, örf ve adetlerimizi unutturmamak, İslam'a ve Vatana hizmet etmek, almak isteyen okura ışık tutmaktır.
Yolumuz çok uzun, yolculuğumuz beşikten mezara kadardır. BİN BİR GECE boyunca anlatacağım bu ÖYKÜLER, bir iki ille sınırlı kalmadığı gibi tabiî ki en can alıcıları Antalya'da yaşanacak. Şüpheniz olmasın!
Adım adım gezeceğiz, kare kare çekeceğiz, hep birlikte birliktelikleri yaşamaya devam edeceğiz. Yeter ki Allah hepimize sağlık ve uzun ömürler versin!
Teşekkürler...
Mutluluklar...
Onur BİLGE
Onur BİLGE tarafından 11/10/2009 1:16:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
Onur BİLGE tarafından 11/10/2009 4:03:03 AM zamanında düzenlenmiştir.
Onur BİLGE Antalya'da yaşayan bir şair-yazar..
Şahsen ben, kendisinden ANTALYA ve YAKIN ÇEVRESİ'ne ait öyküler beklemekteyim. Mesela YİVLİ MİNARE'nin, MERMERLİ'nin, ÜÇ KAPILARIN vb. öykülerini.. Antalya türkülerinin öykülerini beklemekteyim.,
Güçlü kalemiyle bu güne kadar ele alınmamış ANTALYA ÖYKÜLERİNİ enfes bir şekilde yazacağını biliyorum...
Teşekkürler,
Selamlar,
Saygılar...