bana okumayı sen öğretsene / öykü
Son yıllarda çoğala çoğala, kabuğuna sığamayan varoş mahallerinden biri...
Kadınların kapı önlerinde keyifle söyleştiği daracık bir sokak arası…Naylon topla futbol oynayan çocuklar, korna çala çala geçen arabalara aldırmıyorlar. Ağzı sakızlı, eli dantelli, yaşmaklı anneler hiç de tedirgin değiller bu durumdan.
İnsanın üstüne üstüne gelen evleri ve çirkef sularının çürümüşlük kakan havasıyla bu sokak İstanbul’a aittir.
Sokağın bitiminde büyük ve yepyeni bir okul var. İlköğretim okulu. Duvarları pastel yeşili. Şimdilerde moda olmalı. Eskiden bej ve griydi tüm okul renkleri.
Dilek…Öykümüzün kahramanı. On iki yaşında. Tokat’ın bir köyünden geldi. Anneannesinin yanında kalacak. Üç ay gecikmeyle 6. sınıfa başlayacak. Anneannesi onu, yepyeni, henüz burcu burcu boya kokan, bu okula yazdırdı. Eve çok yakın olduğu için tek başına gidip gelebilecek.
Pazartesi günü elinde naylon çantasıyla tuttu okulun yolunu, Dilek. Sabahın köründe sokak, pıtrak gibi öğrenci kaynıyor. Ama o, yapayalnız. Okulun demir kapısından geçiyor. Ürkek adımlarla, daha önce kayıt sırasında öğrendiği sınıfı 6-C’ ye girip, en arka sıraya oturuyor.
Dilek, niye zamanında okula başlamadı? Bunu öğreneceğiz.
Rehber öğretmen, ona en arka sırada oturmasını söylemişti. Çünkü sınıfta kalan tek boş yer orası. Sıra arkadaşı Muhammet. Çakmak gözlü, bir damla boylu, afacan Muhammet. Altmış kişilik sınıfta, Dilek’le Muhammet, kalabalıkta kaybolmanın kaderini paylaşıyorlar.
İlk ders, sınıf henüz uyanıp, devasa sesine kavuşmadan, sessizce geçerken, Dilek, etrafını gözlüyor. Ders Matematik. Tahtada hiç görmediği, anlamadığı şekiller…
Dilini bilmediği bir ülkeye ansızın düşmüş gibi şaşkın, yitik.
İkinci ders tüm sınıfta bir telaş, bir koşturmaca.
Muhammet;
-Yazılı var, kalemini hoca gelmeden hazırla, yoksa soru kağıdını en geç sen alırsın.
E , o zaman da zaman yetmez, dedi, bilmiş bir edayla.
Dilek, naylon torbasını araştırıp ucu yenik bir kalem çıkardı. Belli belirsiz gülümsedi.
-Sen niye hiç konuşmuyorsun? Dilin mi yok? dedi Muhammet, haşarı bakışlarla.
Dilek, ağzını açtı, ama sadece titrek bir nefes alış sesi duyuldu. Sanki konuştu da, sesi, dışarıya çıkacağına içine aktı. Sonra gözlerine kalemine çevirip, öylece kaldı.
Muhammet, anlayışla gülümsedi;
-Merak etme ben sana kopya veririm, Sosyal en sevdiğim derstir.
Dilek, sıra arkadaşının ne demek istediğini çok iyi anlamasa da, yardımsever gözlerdeki ışıltıdan memnun, baktı sevecen masmavi gözlere.
Birden herkes ayağa kalktı. Faruk Öğretmen sınıfa girdi. Elinde bir deste kağıt. Hızla daldı sıraların arasına. Bir çırpıda, soru kağıtları öğrencilere ulaştı.
- Hadi herkese kolay gelsin, kuralları biliyorsunuz, sorusu olan sadece parmak kaldırsın, dedi öğretmen.
Kalem gıcırtıları, burun çekişleri, öksürükler dışında ses yok.
Dilek, önündeki soru kağıdına, daha önce hiç görmediği bir cisme bakar gibi bakıyor. Muhammet, çabucak yazdı adını soyadını. Başladı soruları okuyup yanıtlamaya. Arada Dilek’e dönüp bakıyor, onu hala adını soyadını yazmadığını görünce, fısıltıyla;
- Adını, soyadını yaz hemen, unutursan hoca , en son senin kağıdını okur. Beklemekten ölürsün.
Ama Dilek, hala boş gözlerle soru kağıdına bakıyor. Yanakları al al…
Muhammet;
- Kalemin mi yok? diye soruyor inatla. İşte elinde ya, yazsana! diyor.
Dilek’in gözlerinden kara bir bulut geçiyor, kurbana götürülen bir kuzu gibi bakıyor Muhammet’in gözlerine. Ağladı ağlayacak.
Muhammet, bu işte bir iş var bakışıyla, yaklaşıyor iyice Dilek’e;
-Kız, yoksa sen okuma yazma bilmiyor musun? diye soruyor.
Dilek’in göz pınarlarında iki iri gözyaşı…Düştü, düşecek. Kafasını sallıyor. Muhammet hayretle açıyor çakmak gözlerini;
- Vay be! Demek bu yaşa kadar öğrenemedin, diyor, yüksek sesle.
Öğretmen, anında bitiyor sıranın başında;
-Ne o, Muhammet ? Muhabbettesin, bakıyorum.
Sonra Dilek’i fark ediyor;
-Kızım , sen yeni misin?
Dilek’te ses yok, önüne bakıyor. Muhammet, o her şeyi bilen yüz ifadesiyle;
-Hocam, bu kız yeni geldi, okuma yazması da yok.
Faruk Öğretmen, merakla soruyor;
- Adın ne kızım senin?
Dilek, bu bakışlardan korkmuyor;
- Dilek, diyor bir çırpıda.
- A, konuştu! diyor, Muhammet gülerek.
- Yarın okula, annen veya baban gelebilir mi? diye soruyor öğretmen.
- Yok, diyor, Dilek, içine kaçarken zorla yakaladığı sesiyle.
- İyi de, sana kim bakıyor, kim senin velin?
- Anneannem, diyor Dilek, belli belirsiz.
- O zaman anneannen gelsin. Olur mu?
- Tamam, diyor Dilek.
Ertesi gün, Dilek’in anneannesi geliyor. Anlatırken, bir mendille sürekli siliyor gözlerini yaşlı kadın.
- Kızım hapiste. Namusu için adam öldürdü. Damat, adam değil, bırakıp kaçtı. İki yıl sonra çıkacak. Gene de çok değil. Bu kız, bir yıl okula gidemedi. Köyde, babaannesi baktı uzun süre. Okuması vardı. Üzüntüden unuttu besbelli. Valla hocam, sen ne dersen o. Ben cahil bir kadınım, benim de okumam yazmam yok ki öğreteyim. Bu kıza sahip çıkacak kimse yok… Senden başka.
Faruk Öğretmen, Dilek’le ilgileneceğine söz veriyor. Ama biliyor ki, Dilek’e ulaşmak çok zor. O, annesiz ve babasız bir dünyada, varlığını sürdüremeyeceğine emin, kendinden uzak, biçare…
Fakat, yaptığı mesleğin sorumluluğu, vicdanının sesi…Bir yolunu bulup, Dilek’e ulaşmalı. Gönlüne girmeli. Nasıl ama? Nasıl mı? Tek yol var : sevgi…Bir çocuğun kalbine giden tek yol.
***
Bir ay sonra, Dilek, Faruk Öğretmenin arkasından koşuyor:
- Öğretmenim! diye sesleniyor.
Öğretmen, sevecen gülüyor Dilek’e;
- Söyle Dilek, bu ne güzellik böyle, ışıl ışılsın bugün.
Dilek, inci dişlerini gösterip gülüyor. Neşeyi unutmuş mahzun yüzü parlıyor.
- Bana okumayı sen öğretsene!
Faruk Öğretmen, bir öğretmenden çok bir baba oluveriyor. Gözleri yaşardı, ama gizliyor.
-Tamam dilek, çarşamba günleri boş saatlerim var. Ben seni çağırtırım.
Dilek, uçarcasına koşuyor.
Faruk Öğretmen, sevgiyle bakıyor arkasından. Kendi kendine:
-En zor kısmı geçtik, şimdi sabır isteyen ikinci kısımdayız, diyor, huzurla gülümseyerek.
***
Dilek, yıl sonuna kadar okuma yazmayı öğreniyor, daha doğrusu hatırlıyor.
......
not: öyküdeki konu, bir gazete haberinden esinlendi.
müget
YORUMLAR
- Kızım hapiste. Namusu için adam öldürdü. Damat, adam değil, bırakıp kaçtı. İki yıl sonra çıkacak. Gene de çok değil. Bu kız, bir yıl okula gidemedi. Köyde, babaannesi baktı uzun süre. Okuması vardı. Üzüntüden unuttu besbelli. Valla hocam, sen ne dersen o. Ben cahil bir kadınım, benim de okumam yazmam yok ki öğreteyim. Bu kıza sahip çıkacak kimse yok… Senden başka.
Faruk Öğretmen, Dilek’le ilgileneceğine söz veriyor. Ama biliyor ki, Dilek’e ulaşmak çok zor. O, annesiz ve babasız bir dünyada, varlığını sürdüremeyeceğine emin, kendinden uzak, biçare…
Fakat, yaptığı mesleğin sorumluluğu, vicdanının sesi…Bir yolunu bulup, Dilek’e ulaşmalı. Gönlüne girmeli. Nasıl ama? Nasıl mı? Tek yol var : sevgi…Bir çocuğun kalbine giden tek yol.
..............................
sen öykü yazdıkça
ben edebiyatı daha çok sevmeye başlıyorum
müget dostum.
saygımla.