Kıblesiz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sokak lambası altında, yaz sıcağında titreyen köpekler gibiyiz. Ne yana dönsek rezil ve sefil bir yokluk içinde kıvranırız. Okşayan ellere hırlar, okşamayanlara havlarız. Ne kadar aciz yaratıklarız…
Nedir bizi içine çekip boğan bu yalnızlık?
Kişilik boşluklarından kaynaklanan anlamsızlıkları çözebilmek için kaç kişilik ‘kişilik’ harcamak lazım gelir bu bünyelere?
Anlamıyorum, anlamıyorsun, anlamıyor… Anlamak için kaç kere hatim etmek lazım bu kıblesiz kelimeleri?
Otuz üç kere anlamıyorum,
Otuz üç kere anlamıyorsun,
Hiçbir zaman anlamıyorlar...
*
O mutsuz bir insan, ben mutlu bir insanım.
Ben mutsuz bir insanım, o mutlu bir insan.
İki ucunda mutluluğun dengesizliği hâkim ince bir değnek…
Ben mutsuzsam o nasıl mutlu olabilir ki?
Mutluluk, kitap adı olmaktan çıkmalı. Ben mutlu olmalıyım, hiçbir insan olmamalı…
Peki, ne zaman insan olabildik biz bu karmaşada?
*
Ben insanım diyebilecek yüreğe sahipsek, neden her muharebe meydanından isimsiz çıkıyoruz? Bizler de isimler kazansak ya büyüklerimizden!
Biz ki zaman denen boğayı yerle bir etmişiz tek gülüşümüzle…
Sen bugün dürüst oldun dostlarına karşı, kişiliklerin satıldığı seçim meydanlarında,
Senin adın bundan sonra vefa olsun.
Sen bugün adam gibi sevdin içki kokan ağızların kenarında,
Senin adın senden uzak aşk olsun.
Sen bugün layığınla öldün yalanların ve çalıntı meyvelerin posasında,
Senin adın en sonunda Âdem olsun…
*
Sıfatsız insanların yüklemleri olmak istediğinde, gizli özne konumuna düşersin hep.
Düşürürler…
Oysa “Ben” diye kullanmak ister gönül bu gereksizlikleri. Her bencil adımla suçlanıp dışlanırken toplum denilen sefiller meyhanesinden,
Bir adet karışık duygu kokteyli istenir pisboğazlardan geçirilmek için.
Kir yemek borusundan sökülür de mideye kadar inerse,
İşte o zaman bahanemiz olur dertlerimizi kusmaya bu yurtsuz sıvı sağanakları…
*
Bir de kalemin vardır ya, en acısı odur. Kelimelerden Babil kulesi yapar da dağıtıverirsin halkın dilsizliğine. Dağılan kelimeyi alan başlar döktürmeye:
Otuz üç kere yazarım
Otuz üç kere yazarsın
Hiçbir zaman yazamazlar…
Aydın AKDUMAN, 30 Temmuz 2007.
YORUMLAR
''Otuz üç kere yazarım
Otuz üç kere yazarsın
Hiçbir zaman yazamazlar…''
sorguların eşliğinde hayata bakış açımızı öne seren bir yazım karşımda bulunan.
farkındalığın farkında olabilmenin dayanılmaz zorluğu aslında içeriğinde yoğrulan
ve
'' Mala zikir...
hacı
yağ kokulu
acı
ak gerdanda süs
göğüs çatalıma değen
ipe dizili boncuk
saylı gümüş taneleri...
avucuma dudağımdan dökülen
doksan dokuz
mala
zikir...
geçmiş ten geleceğe
hep aynı...
kısır terane
çölüm...
gök yüzümdeki okyanus...
bir yüze giremeden
_kırmızı saten_
yüzdük derinde
aşk namesi söylerken
sağ yanağın bensiz yüz adı oldu imame
ve
şeytanı karıştıran işe
küçük kızın korkusu oyun oldu
sığ oldu yeşil derin
mavi kelime çöplüğü şiirlerle
oysa
ilerisi vardı
tutan el
eli tutanı yaratan vardı...
''
alıntı yapmak istemezdim lakin, birden kendimi buldum yazında...
sevgimle kal...
İçimi gölgeleriyle beraber mi görüyorsun sen yoksa? Yoksa o gizliden gizliye saklanbaç oynadığı kalem sen misin? Hani yazsam ben benden içerisini aynen bu kelimelerde anlatırdım herhalde ..
Aydın... Susma sen, ışığınla aydınlat biz ne düşünüp yüksek sesle dile getirmeye korkuyorsak. Hani bir aynalar kendimizle yüzleşmelerle ilgili yazın vardı ya, ondan sonra ikinci tokattır bu dönüp kendi ruhuma attığım...
İşte o zaman bahanemiz olur dertlerimizi kusmaya bu yurtsuz sıvı sağanakları…
...........
tam voltalardan yorulup oturdum ekranın karşısında bas bas bağıracaktım ki isyanlarımı Sezen Aksu'nun geri dön'ünün eşliğinde
'yalnızım, yalnızım ben' diye yetiştin sevgili Aydın.
beni yazmaktan sevgili site sakinlerini ise olası bir bunalımdan kurtardın bu gece. çünkü ben yazarsam bu kadar sade yazamayacaktım. kim bilir belki de her okuyan soluğu ayrı bir ıssızlıkta alacaktı.
çok sağol valla iyiki bu kadar olağanlaştırdın yalnızlığımızı..
ve yaşayışlarımızı, iyi geldi ben şimdilik bu sayfadaki samimi isyanların peşine takılsam fena olmayacak.
:)
gülden
Nefis bir kurgu, farklı bir dokuyuş ve Aydın kalemi...
ama sanırım tez pişen bir yazı olmuş sevgili Aydın :) Çünkü benim tanıdığım yazar, noktalamaları sever ve bol kullanır. Bu yazını okurken, acilen oksijen tüpüne filan ihtiyaç duydum annem :) o kadar uzun cümlelerin arasına, şu çok sevdiğin virgülleri niye esirgedin anlamadım. :))
çok güzel bir anlatım canım kutlarım. o güzel yüreğine sağlık
Bir de kalemin vardır ya, en acısı odur. Kelimelerden Babil kulesi yapar da dağıtıverirsin halkın dilsizliğine. Dağılan kelimeyi alan başlar döktürmeye:
Otuz üç kere yazarım
Otuz üç kere yazarsın
Hiçbir zaman yazamazlar…
Yukarıdaki alıntımda dedğin gibi, sen bir mimarsın ve hep öyle kalacaksın. Bırak diğerleri dağılan kelimlerle çarğık çurpuk da olsa bir şeyler yapsınlar ki, senin ve senin gibilerin elindeki kalem daha çok parlasın.
Ayrıca özel ve güzel bir anlatım. Toplumdan kendini soyutlamamış ama toplum içerisinde nerede duracağını iyi bilen birinin yazısı.Bu aydın tavrınızdan ötürü bir kez daha kutlarım.
Her zaman sevgi ve saygıyla ...