Yasımın Kaderinde Hiç'in Kimiyim Ben?
(K)inime asıyorum kendimi.Koca bir (h)arın göbeğinde yakı(nı)yorum dilimin ucundaki kara çala (l)aflarla, sersefilliğini vaveylâmın. Gidiyorum ömrün(ün) yalpalayan adımlı aşklarından...Acıya kumpas döşeli yolculuklarda gözlerime düşüyor, dünden emanet boşlukları hayretimin.Damalı bir geçmişin mâkus kaderini sırtlanalı kaç vakit geçti lahzamdan, bilmiyorum…Ve sebepsizliğin kursağını deşiyorum acımasızca.Katledilen bir ben, yeniden benleşebilir mi? Yeniden kendine gelir mi, peşmergelerin namlusuna terk edilen mahzûnluğu yüreğimin?
Âtiye saklı sancılarım var benim, her biri kan dolu.Maskara yaşamların darboğazına tıkıyorum, tanımsız duraklara boşalttığım yokluğunu.Her yer soğuk, ayazı buz kesercesine…Ve her yer, kundaklanmış hayatların pazara çıkarıldığı müzâyede salonu…Göz kapaklarımda, gecenin damgalanmış ağıtlarından arta kalan demir ağırlıklar...Sicim gibi boşalan irinlerin dikiş tutmaz izleri var, dudaklarımın sese bulanmış “(v)âh!” larında...Elleri şeker tutan çocukluğumun yağmalanan mütebessimliğindeyim...Adımın erken doğumuna, bedenimin bölük pörçük üryânlığını ilikliyorum apansız.
Korkuyorum…Kan(dır)macalı bir oyunun kaleme yanlış alınmış repliğinde, senden sığ lügatlerim yaralı bereli…Yamalı bir aşkın son ânında tüketiyorum nihâyetlere ardımca kapı açıp, yalvaran nefesimin “gitme!” lerini…
Sevdâya bir yanım eksik kalıyorum.Balıkçı teknesiyle kör sularına açılırken Nil’in, imlâdan muzdarip tümcelerin eksiltilerinde üç noktalık serüvenler peydâhlıyorum yan(a) yana yürürken yalnızlığımla… Bir kulaçlık boğulmalar ısmarlıyorum sensizlikten , Ey yâr!..
Nâtamam varlığın çırılçıplak döllenişini resmederken maktûl tutanaklarına, hiçliğin davalı tanıklığında kendime yitik kalıyorum.Burjuvazi sömürülerin beşiği gönlüm, bu girift senaryonun temasında… Hayatı bir avuç külle değişecek kadar karamsarım ve bir o kadar da Hükümsüz…
İbrahim’î odların ortasına atılıyorum zehir zemberek…Suyun azîzliğine demir alırken yangınlarımın kıyısında, zakkum çiçeklerinin ağusunu emiyorum canhıraşça âmâ firkatimin nazarında.Cesedim dolusu kusuyorum, ellerinin mübâreksizliğini…Kamburlaşmış bir acının sıcağında, fikre müteessir sözcükleri boğazımın dibine diziyorum birer birer… Avazım çıktığı kadar susuyorum.. Müstear dillenişinin esrik harabeliğinde rûh-efzâ hayaller büyütüyorum, nemlenmiş gözlerimin ferini söndürürken..Yusûf’un yırtılan gömleğini dikiyorum bu defa sökülmemecesine.Züleyhâ hasletli edebimin kısır döngüsünde alaboraya vuruyorum..Lodoslar çarpıyor yüzüme yüzüme… Ârlanmış tenimin kırbaçlanan terini siliyorum, üzerimden bin bir zahmetle…
Şimdi hangi kâbus uyandırır beni ölüm uykumdan? Ve hangi uyku ölümüm olur, bu derbeder hissiyâtımın berisini iliştirirken sîretine? Ters-düz edilen afâkların günbatımındayım…Ötelere gizli gizlerim var, gönlümden dökülen salkım saçak.Leblerimde bir yığın söylenti : “ Bunca ayrılık kâfî iken ömrümün neşvesine,terkleri viran ettim usumdan.Artık yemyeşil bir baharın koynunda,gül gülüşünü yudumluyorum...Tövbeler dilimde pelesenk...Üflenmesi gereken o kadar vakit ben varken,gidersem gidilir benden.Küf kokulu yangınlar kalır şimdiye geçmişten... Ruhum semâ’ya dururken vuslatınla,Şimdi söyle canım yok bildiğim!...pervâne gönlüm,kaçıncı alazında aşkın?.. “
" Konuş" , Meczup!...
YORUMLAR
Vaov... Deli bir şey ya! Süper bir dil ve üslup... Lakin sanat arttıkça lisan avamilikten uzaklaşır. Ya da yanlış kelime kullandım, halktan uzaklaşır diyeyim. Anlaşılmanız güç, fakat sanatınız pek amansız. Tebrik ederim. Umarım onca sancı ve ortaya çıkmış bu yazı bir rahatlama sağlamıştır. Cevapları olmayan sorulardan bir bütün bu yazı. Cevapsız sorular, devamlı sancılar... :)
Öncelikle hoş geldiniz.
Ama bir ufak eleştirim olacak yazınızdaki (...) parantez içi okumalar ve anlamlar okuyucuyu yoruyor.
Bir anlatımın:
açıklık
akıcılık
duruluk
ve yalınlık ilkesi ihlal edilmiş oluyor.
İnanın bunlara dikkat ettiğinizde yazınız keyifle okunacak ve hakettiği değeri bulacaktır.
saygılar