- 557 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ş İ Z O F R E N
Mahalleye varmıştı.
Gözüne ilk önce mermer sütunlu konaklar ilişti. Zengin bir muhit olmalıydı burası, oldukça zengin... O ihtişamlı konaklara yaklaştığında, giriş kapılarına asılı olan haçları fark etti ve yanlış yere gelmiş olabileceğini düşündü. Burası bir Hristiyan mahallesi olmalıydı! Ama artık öyle ayrımlar kalmadığını, diğer konaklarda yazılı olan arapça yazıtlardan anlaması çok uzun sürmedi. Burası Müslümanlarla Hristiyanların ve hatta ateistlerin bir arada yaşadığı bir mahalleydi. Ne kadar da sessiz, ne kadar da huzur doluydu... Hristiyanlara ait konaklar genelde daha ihtişamlıydı, biraz sinirlendi. Ama bütün konakların bahçelerinde çeşit çeşit çiçekler ve ağaçlar olduğunu fark edince asıl zenginliğin bu doğal güzellikler olduğu kararına varıp aslında burada yaşayan herkesin aynı zenginlikte olduğunu kabul etti.
Tarif edilen yoldan doğruca yürüdü, geniş meydandaki anıta vardığında sola döndü ve sonra ilk sağdan doğruca ilerledi. Neden kapı numarasını öğrenmemişti ki? Arkadaşlarının oturduğu sokağa vardığını düşündüğünde, onları telefonla aramayı denedi ama ulaşamadı. Telefonları kapalıydı. Tarif edilen sokakta olduğundan emin olduktan sonra, onların adını az bir yüksek sesle bağırmaya başladı. Sesini duyduklarında sevinç çığlıkları eşliğinde bahçe kapısından ona doğru nasıl koşacaklarını hayal etti, gülümsedi. Gülümsedikçe sesi yavaş yavaş yükselmeye başladı. Ama ona doğru koşan kimse yoktu. Böyle olmayacaktı, tekrar telefonuna sarıldı, hala kapalı...
Acaba yanlış sokakta mıydı? Bir arkadaki sokağa geçmeye karar verdi. Adımlarını atarken biraz sinirliydi, biraz da çaresiz hissetti kendini niyeyse... Onları bulamamaktan mı korkuyordu, nasıl olabilirdi ki bu? Er yada geç ya telefonlarını açacaklardı, ya da sesini duyacaklardı! Hiç olmazsa yoldan geçen birine soracaktı ama yoldan nedense pek de gelen geçen yoktu. Olmazsa rastgele bir kaç kapı çalabileceğini düşündü, onları tanıyan birileri mutlaka olurdu. Bütün bunları düşünürken, bütün bir mahalleyi baştan sonra taradığını fark etti. Hala onları bulamamıştı. İşin kötü tarafı ne yoldan geçen kimseye rastlamıştı ne de birinin kapısını çalacak cesareti bulabilmişti kendinde. Tekrar o ihtişamlı konakların önünden geçerken öfkeden çılgına dönmüştü artık. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, onların isimlerini sayıklıyordu. Derken biri koşarak geldi yanına. Gelişinden biraz heyecanlı biri olduğunu düşündü, gözlerindeki ifade de neyin nesiydi? Orta yaşların biraz üstünde, kır saçlı ve kır bıyıklı, hafif tombul bir adamdı bu. Giyinişine bakılırsa ya bir konağın bahçivanıydı ya da bu mahallede görev yapan bir sokak temizleyicisi... Kesin onları tanıyor olmalıydı!
Adam biraz paniklemiş, nasıl yaklaşacağını ve nasıl davranacağını bilemez bir tavırla sordu
- Siz kimi arıyorsunuz?
Heyecanla anlatmaya başladı:
- Buraya 1 ay önce taşındılar, O ve karısı... diye devam etti ve anlattı her şeyi... ’Onların evini bulamadım, sanırım sokağı karıştırdım; sen biliyor musun?’ diye bitirdi.
Adam naif bir ses tonuyla cevap verdi:
- Doğru sokaktasınız ama orayı geçmişsiniz, geride kaldı. Gelin sizi götüreyim, dedi.
Bizimki heyecandan mı yoksa hala geçmeyen öfkesinden mi bilinmez; gideceği yere varana dek hiç konuşmadı. Daha sonra mütevazi bir konağın önünde durdular. Adam aynı naif tavırla ’burası’ dedi.
Tabi ya, ne zaman kapıya kendi adını yazdırdı ki? Bir çok konakta isim vardı, isimsiz konakların kapısını çalsa, şimdiye dek çoktan bulmuştu onları.
Adama teşekkür ettikten sonra bahçe kapısına doğru yöneldi... Tam kapıyı açacaktı ki, tekrar arkasını dönüp adama el sallamak istedi.
Mezarcı adam ona öylece bakıyordu, karşılaştığı bu normal dışı durum karşısında neden böye davrandığını o da anlamamıştı...
Ufuk Bayraktar
07.11.2009; Antakya
YORUMLAR
Burası bir Hristiyan mahallesi olmalıydı! Ama artık öyle ayrımlar kalmadığını, diğer konaklarda yazılı olan arapça yazıtlardan anlaması çok uzun sürmedi. Burası Müslümanlarla Hristiyanların ve hatta ateistlerin bir arada yaşadığı bir mahalleydi. Ne kadar da sessiz, ne kadar da huzur doluydu... Hristiyanlara ait konaklar genelde daha ihtişamlıydı, biraz sinirlendi. Ama bütün konakların bahçelerinde çeşit çeşit çiçekler ve ağaçlar olduğunu fark edince asıl zenginiğin bu doğal güzellikler olduğu kararına varıp aslında burada yaşayan herkesin aynı zenginlikte olduğunu kabul etti.
Bu gü içinde bulunduğumuz dürumu bir kez daha gömzden geçirmemiz gereken bir parağraftı bu paragraf.
İnsanalr dinleri, dilleri ne olursa olsun bir arada yaşamayı öğrenmek ve aynı güzellikleri paylaşmayı bilmek zorunda. Hayatta birlikte yaşayabilmenin başka çaresi yoktur. Yoksa bu gün olduğu gibi her birimiz sırf düşünceleri nedeni ile bile toplumda afaroz edilip yok ediliveriyoruz.
Teşekkür ederim paylaşımınız için. Saygılar