*Yaşlı Adam...
Öylece hiç uyanmamaya uyuya kalmayı diledi yaşlı adam.
Ama uyanmişti bir süre tavana sabitlendi bakışları derin, dalgın ve hüzünle.
Bir an geceden kalma yaş damlalarının yanaklarında ki kuruluğunu fark ederk darlandı içi...
Bir bilinmeze kalkar gibi doğruldu yerinden, hüzün kokuyordu her yan.
Sağına döndü ’her zaman ki gibi..’ uzandı gerçeğine ne de olsa -tek gerçeği- yanan led ışığıydı...
Anlamin o tarifsiz o tanımlanmaz acısı doldu içine ve tüm benliği, yüreği için sıra kırıldı...
Gözyaşlarına hakım olamadı kendine ağladı evet sadece kendine ağladı çünki yalnızdı artık.
Terkedilmişti... Büyük bir hüzünle dün geceyi anımsadı ’yarın yazarım’ demişti. yazmişti işte...
Gitmesi gerekti yaşlı adamın ama yerinden kalkamiyordu yürüyemez olmuştu bir an da, yaşlılıktan değildi elbet:
Gitmek ağırdı ve üstüne üstüne çökmüştü herşey; duyguların parçalanışı böyle bir şeydi her halde...
Nefesi kesilmiş yakıcı yaşlar göz pınarlarından dolup taşıyordu. Ruhu
bedeninden ayrılmışcasına, taşımsı bir heykel gibi kalakalmişti yerinde ne
de olsa aşk zehrini kusmuş ciğeri sonu belirsiz bir acıyla doluyordu...
İniltiye benzer bir fısıltıyla konuşuyordu: ’Ey aşk senın yasan budur işte, önce
mutlulukla neşe ve sonra kederle yas verirsin’ sözlerini bitirmiş gibi sustu
esrikliğin kederi içinde... Bir tek şey kalmişti geriye: Gitmek! Nereden ve
nereye gideceğini bilmeden...
Aşkın tesiri altında yaralı bir yürek ve boşluğa atılırcasına gidebilmeyi diledi hayatla ölüm arasında dumanlı gözlerle...
Son sabahına uyanmiş bir soğumuşlukla yerinden kaltı ve sendeleye
sendeleye yürüdü artık hiç bir şey eskisi gibi olamayacaktı BİLİYORDU!
Hayatta, yarım ve eksik kalmanın zehiri beynını yakıyordu adeta ama yürümeliydi. Gitmeliydi...
Dizleri titriyordu yaşlı adamın sonu gelmez bu gidiş tüm varlığını adım adım tüketiyordu.
Öylesin yalnız ve öylesine suskun... Oturmak nefes almak istedi çöküverdi bir anda
ama belirsizlik dolu, korkunçluk dolu bir hava ruhunu donduruyordu.
Kaçıp saklanmak istiyordu tıpkı hırsızlar gibi: Uzaklara, en uzaklara
herşeyden ve herkesten... Oraya oturup kalmak ’herşeyini’ kaybetmenin
bilinci ve ruhunun bir son da dinlenişinin o yürek burkan, çatlatan yitikliği içini
parçalıyordu... Hiç bir şeyin hiç bir önemi kalmamişti artık. Bakışları keder
doluydu: ne yana baksa o’nu görüyordu. Her şeyi ve herşey de o vardı. o’nu
hatırlatan her şeyini terk edecekti. Ya kendisi, kendisini ne yapacakti?
Sonra, sonra kan aktı; içinde bir sicaklık yarı yarıya aydınlattı kederini.
İnledi, sesi kesildi uzun uzunca bir sessizlik. Acıya karşı hayat başlamişti.
Uzun ve sancı dolu bir hayat...