- 894 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
211 - AŞK ve AKIL
Onur BİLGE
Akıl, Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimet... İnsanı diğer yaratıklardan ayıran, şerefli bir varlık haline getiren, en değerli özellik... Çok büyük acılar çektiğimiz zaman kaybedeceğimizi sandığımız zenginliğimiz... Onu da zaman zaman yitirme raddesine geldiğimizde fark ederiz. Korumak zorunda olduğumuzu, yine onun sayesinde idrak ederiz.
Hasret... Özlemek birisini... Yalnızlığın batağında çırpınmaktayken, olanca gücümüzle düşlerken beraberliği, en azından uzaktan görmek arzusuyla yanarken, sanal beraberlik hayalleriyle avunurken, beklentisiz; hani olanca gücüyle bastırmaktayken hasret, çabaladıkça batarken, kaybetmek üzereyken aklımızı, bir ara kendimizi toplamamız gerekir ya çıldırmamak için, işte o halleri yaşamaktayım.
Yakınken de ulaşamamak nedir? Nedir malikken mahrumiyet? Yunus’u yavaş yavaş anlamaktayım. Evlendiği gece eşinden uzak kalarak nefsiyle boğuşmuştu. Kendisine helal olana el sürmemişti bir süre. Onu eşi bile anlayamamıştı. Ben de anlamakta güçlük çekmiştim.
Yaşanması gerekenlerdi, yaşamakta olduğum. Bulduğumu sandığımdaki içinde bulunduğum mahrumiyet, bir nefis sınavıydı.
“Sizin için endişe duyuyorum!” diyordu, İslam Peygamberi.
“Neden Ya Resulullah? Bizim için neden endişelisiniz? Biz Müslüman olduk.”
Onları, büyük bir cihadın beklediğini haber veriyordu.
“Bütün savaşlar bitti. Daha savaşacak mıyız?” diyorlardı.
“Cihad- ı Ekber başladı!” diyordu.
Savaşların en büyüğünden bahsediyordu. Cihad-ı Ekberin, nefisle savaş olduğunu söylüyordu. En büyük ve en zor savaşın o olduğunu... İşte bu savaşın içindeydim.
Bir tarafta gururum, bir tarafta nefsim, bir tarafta yasaklar... Allah insanı şerefli bir mahlûk olarak yaratmıştı. Şerefi muhafaza akılla olurdu, iradeyle... Nefsi verdiği gibi iradeyi de vermişti. Küçülmemeliydi insan! Nefsinin arzularının peşine düşmemeliydi! Kolay olanı seçmemeliydi ve Allah’a layık bir kul olmalıydı!
Sadece nefsi arzularımızı gerçekleştirmek için gelmemiştik dünyaya. Sınanmak için gelmiştik. Her halükarda gururumuzu korumalı, hiç kimseyi ve hiçbir şeyi putlaştırmamalıydık! Sadece Allah kalıncaya kadar bitirmeliydik, içimizde ne ve kim varsa!
Para, şöhret, mal mülk, eş, evlat, ana baba... Hiç kimsenin sevgisi ayrık otu gibi sarıvermemeliydi yüreğimizi. Allah aşkına açmalıydık kalbimizi, tarla açarcasına ve ezelden yüreklerimize atılan Allah Sevgisi tohumlarının yeşermesi için gereken ortamı hazırlamalıydık. Zaman bu zamandı. Yüreğimin içinde başlayan büyük savaş, sevgiler arası yapılan savaştı.
Notlarımın arasında elime geçen kâğıtlardaki karalamalarımı okuyordum. Bana bunları düşündüren, bir ay önce yazdıklarımdı. Altındaki tarih ve saat, ağustosun ilk gününün gecesinde, sabaha karşı kaleme alındığını belirtiyordu. Bir de şiir vardı, altında:
Zaman zaman aklımı kaybettiğimi hissediyorum. O zamanlarda seni düşünmekte olduğumu fark ediyorum. Hemen kendimi toparlıyor, başka şeyler düşünmeye çalışıyorum. Define’yi, Neşe’yi, Orçun’u, Ahmet’i, sevgilisini ve diğer arkadaşlarımı... Onlarla olan yaşam dilimlerinde yaşadıklarımızı düşünmeye başlıyorum. Kaçış...
Aşk... Allah’ın insana bahşettiği en güzel duygu... Nereye kaçabileceğim? Çok geçmeden, düşüncede sana çıkıyor yolum. Nereden ne buluyor, sana varıyorum. Herkes biraz sana benziyor ve her şey hemen seni hatırlatıyor. Bir gidiş geliş başlıyor, en seri haliyle! Herkes ve ego arası bir gidiş geliş...
Ne düşünmekte olduğumun farkına vardığımda, sende buluveriyorum kendimi. Zamanla sınırlı olmayan bir gidiş geliş...
Zaman zaman nefsim ağır basıyor. Nefsi arzularım... Tutmaya kalkıyorum hayalini, düşlerimi gerçekleştirmeye ve yaşamaya... Sonra kaçıyorum hayallerimden, beklentilerimden kurtarmaya çalışıyorum yakamı! Bir daha dönmemecesine kendime esir etmek, aklımı! Hayat, süslenip püslenip, tüm boyalı güzelliği, işvesi ve cilvesiyle gözlerimin önünde dans ederek çağırıyor beni. Biliyorum yapaydır, boyadır, süstür... Biliyorum gerçek değildir güzelliği, sonu pişmanlıktır, tiksintidir, nefrettir... Yalancı bir gülüştür yüzündeki, iğretidir, sahtedir... İçime dolan bir anlık sevinç, gama dönüşüyor.
Sevincim, filizlenen aşkımdan... Ne kadar mutlu ediyor sevmek ve sevildiğini bilmek beni! Mutluluklar ülkesi nasıl da huzur veriyor! Arka sayfasını göremiyorum, seyretmekte olduğum güzelliğin. Çirkinlik mi pislik mi? Mukavemetini de bilmiyorum.
Salıncağım vardı, komşunun bahçesindeki badem ağacında. İpin sağlamlığını kontrol etmiştik, ağırlığımı rahatça taşıyordu. Arada sırada aşınıp aşınmadığını öğrenmek için bağladığımız yere tırmanıyor, bakıyordum. Oturduğum tahta da sağlamdı. Deliklerinin altındaki kocaman düğümler de... Ağacım, yılların ağacıydı. En sağlam kolunu uzatmıştı bana. Onun dayanıklılığından zerre kadar şüphem yoktu. Hem ne kadar ağırlığım vardı? Dallara değiyordu ayaklarım. Havalara uçuruyordu beni! Ne kadar da mutluydum onunla! Sallandıkça sallanıyordum... Sallandıkça daha çok sallanmak istiyordum. Hem o bir tek benimdi!
Salıncağım mutlu ediyordu beni. Hiçbir sorun yoktu. Sımsıkı yapışmıştım yukardan gelen iplere! Her şeyi unutuyordum, sallandıkça, her şeyi... Mutluluk, her şeyi unutmak ve anı huzurla yaşamaktı.
Şimdi ağırlığım arttı. Her dal taşıyamaz ağırlığımı. Her ip çekemez bedenimi. Zor bir kızım ben. Çok zor... Benimle arkadaşlık da çok zor! İsyankârım, her şeyden önce. Kimsenin doğrularına uymak zorunda değilim. Senin doğrularına da uymayacağım. İşte o anda başlayacak anlaşmazlığımız.
Yargısız infaz mı? Belli belli besbelli! Yaşantılarımız çok farklı. Bambaşka yetişme tarzlarımız nedeniyle farklı karakterler oluşturmuşuz. Ben, ana baba gölgesinde yetişen gölge çiçeği, sen çetin şartların gövdesini kalınlaştırdığı Burdur’un çıplak dağlarının yalnız ağacı... Sonu yok bu sevdanın, hüsran, gözyaşı, acı... Sevinç gam arası bir gidiş geliş...
Gerçek, sarp kayalar gibi önümde! Sanal dolaştırıyor, bugünümde, dünümde... Hayalin geziniyor, her bir yönümde... Ruhum seninle sarhoş, bedenimse felç olmuşçasına tesirinde... Tinle ten arası bir gidiş geliş...
Sadece ruhta kalmalı bu aşk. Ne bedensel varlığını bilmeliyim ne de dokunmalı, hissetmeli elini elim! Elim bir mahrumiyet içinde yaşamalı, yokluk ülkesinin yok çocuğuna duyduğum sevgim. Bir beni ilgilendirmeli, bir ben bilmeliyim!
Ten haram edilmiş, uzakta beden... Neden bu yakınlık o zaman, bu sevgiyi, bu ilgiyi veren kim? Sevgiyi yaratan, yüreğime sevme yeteneğini yükleyen kim? Sevme ve sevilme arzusunu şiddetle hissettiren, sevgi tohumlarını serpen yüreğime, ruhumu kıvrandıran, dayanıklılık testine mi tabi tutmakta irademi? Nefis, olanca gücüyle iyi, güzel ve doğru olduğunu sandığını isterken; ruh en yakını zannıyla başka bir ruhla kaynaşmayı şiddetle arzularken araya yasak koyan kim? Nasıl başa çıksın bunca dürtüyle zavallı, güçsüz benliğim?
Ya nefsimi yok etsem, apansız ya da aklımı!.. Öldürsem hayalini, düşlerimi, onları peri masallarındaki şehzadeler gibi güzelleştiren seni!.. Aşkımı öldürsem, ifadesini bile almadan!.. Ne kadar sevgi kırıntısı varsa içimde, ateşe versem!.. Yaksam, en küçük ilgileri bile!.. Durdursam bu durmak bilmez akımı!..
Kalmasa yoz bir sevgi, tek ayrık otu, gönlümde! En güçsüz bir kök parçası bile kalmasa!.. Sadece Allah kalsa aklımda, aşkı kalbimde, dört odasında da!.. O’nun varlığıyla mutlu olsam, sadece!..
Yunus da geçmiş bu yollardan. Bu basamakları birer birer çıkmış ama çıkabilmiş, başarmış! Ya ben? Ya ben nasıl etsem? Bir Hacı Bektaş da ben bulsam da heybeme alıç doldurup, huzuruna akıl istemeye gitsem! Varsın, orada yanılmış olsam da yolda pişman olup, geri dönsem, ellerine kapansam da ilim istesem!.. Desem ki:
_ “Ben ettim, sen etme! İlim ver bana! Aç kalbimin çorak, taşlık, ayrık otu bürümüş tarlasını, temizle, arındır da bilgi tohumları ek! Feyiz ver, gübrelensin, gözyaşlarımla sulattır, çimlensin, yeşersin, boy atsın!"
Bir bilen boyatsın gönlümü, Allah’ın boyasıyla!
Varsın, vakit geçmiş olsun. Geçmiş olsun da kalbimin anahtarını Taptuk Emre’ye vermiş olsun! Odun taşıyayım sırtımda. Dümdüz odunlar kesip götüreyim dergâhına. Aşkımdan aklımı kaybettiğimde, sırtıma vuracağım odunları yılanla bağlamaya kalkayım!
Akıl gitmeden aşk gelmez! Varsın aklım gitsin! Gitsin ama aşk gelsin! Gerçek aşk densin adına! Allah aşkı gelsin! Kul aşkı cana zarar!.. O da yasak! Canla men arası bir gidiş geliş!..
Bir Taptuk Emre de ben bulsam! Yıllarca hizmet etsem, dergâhında, ilim uğruna! Sonra da desem ki:
“Benden ne köy olur, ne kasaba! Alıp başımı gideyim buralardan! Kırk yıl kalsa suda kara taş, zerrece değişmez rengi, ağarmaz! Benden adam olmaz!”
Düşsem yollara! Bir mağarada birilerine rastlasam! Deseler ki:
“Biz, Taptuk Emre’nin talebesi Yunus hürmetine dua ederiz. Onun hürmetine sofra gelir.”
Anlasam da dönsem o hatamdan da! Yalvarsam yakarsam, yatsam kapısına o mübareğin! Allah’ım kör gözlere bani gösterse:
“Bu kim?” dediğinde, eşikte varlığımı hissettiğinde, hanımı:
“Semiray!” dese! Affetse beni, affetse de:
“Bizim Semiray mı?” dese!
Kapansam ellerine, ayaklarına!.. Kapansam da ölünceye kadar o kapıda kalsam!..
İçimin kapıları sımsıkı kapalı! Menteşeleri paslanmış, kilidi paslanmış! Ayrık sevgiler bürümüş, gönlümün içini! Kalbimde yer kalmamış, İlahi Aşka! Ben bu dünyaya bir kulu bulmaya mı geldim? Ya Allah? Ya Allah’ın ipi, sımsıkı sarılmak için? Sarılmak da tırmanmak, en yüksek sevgiye? O ip ki iplerin en sağlamı! Salıncağımın ipinden de sağlam, çelik... Şimdi bu kul aşkı, bu imkânsız aşk, bu kara sevda niye? Allah kul arası bir gidiş geliş...
***
Onur Bilge
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 211
YORUMLAR
eş, evlat, ana baba... Hiç kimsenin sevgisi ayrık otu gibi sarıvermemeliydi yüreğimizi. Allah aşkına açmalıydık kalbimizi.
evlat ana baba kardes sevgileri ayrik otu gibi sarivermez yüregimizi kan baginin ruhun verdigi dogal sevgiler bunlar.
aralarinda kiyasda zor.es sevgisi yada sevgiliye olan sevgide apayyri bir duygu gönülden kalpten gelen gelen bir sevgi.
Allah sevgisi bambaska tabiki bütün bu yüce duuygulari sevgiye dair Allah veriyor..
güzel bir yaziydi.yüregine saglik.sevgilerimle.
Herkese cüz'i irade verilmiş,Cennet yolunun meşakkatli,
cehennem yolunun süslü ve çok kolay olduğu bildirilmiş.
Duymayan bilmeyen yok.hele bu teknoloji asrında.
İnsan hür bırakılmış.O küçücük iradesini istediği istikamette kullanabilir.
Kutlarım.Harika anlatıyorsunuz.
Cihadı/nız/mız mübarek olsun.
Sorular, sorular, sorular... Soru sormaya başlamak demek, çözüm aramaya başlamak demektir. Bu çözümü nerede ve nasıl bulacağı insanın yine sorduğu bu sorulara vereceği cevaplarla doğru orantılıdır. Akıl da şaşırabilir. Onun bile bir kılavuza ihtiyacı vardır.
İlgi ve dikkatle takip etmeye devam ediyoruz efendim. Kolay gelsin.
Şimdi ağırlığım arttı. Her dal taşıyamaz ağırlığımı. Her ip çekemez bedenimi. Zor bir kızım ben. Çok zor... Benimle arkadaşlık da çok zor! İsyankârım, her şeyden önce. Kimsenin doğrularına uymak zorunda değilim. Senin doğrularına da uymayacağım. İşte o anda başlayacak anlaşmazlığımız.
İÇSEL DÜNYANIZDA KENDİNİZLE TATLI BİR SÖYLEŞİ YAPMIŞSINIZ...CÜMLELER YİNE ANLAM DOLUYDU...
SAYGILAR ÜSTADIM. VERDİĞİN EMEĞE HELAL OLSUN...
OLMASI GEREKENİN YERİNE, OLMAMASI GEREKENİ KOYARSANIZ, AÇMAZLARDAN KURTULAMAZSINIZ. FANTASTİK HÜLYALARA KAPILIP TA, SEVEREK TOPLUKIYIM YAPAN TARİKAT ÜYELERİNİN OLDUĞUNU HERKES GÖRMÜŞTÜR. BU YANLIŞ YÖNLENDİRMELER SONUCU GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR. UYARI GÖREVİ YAPTIĞINI SANDIĞIM YAZARIMIZI KUTLARIM. SAYGILARIMLA.