- 1237 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Konuşan Fidan
KONUŞAN FİDAN
Sekiz yaşındaydım. Evimizin penceresinden dışarıyı seyrediyordum. Evimizin yakınına bir park yapılmıştı ama henüz düzenlenmemişti. Yeni yeni ağaçlar, gül fidanları dikiliyor, çayır, çimen ekiliyor. Parka gelen insanların oturacakları banklar yerleştiriliyor, yürüyüş yapacakları yollar yapılıyordu.
Bir amca elinde fidanla parka geldi. Şöyle bir etrafına bakındı. Fidanı bir kenara koyup parkı baştan sona dolaştı. Belli ki getirdiği fidanı dikecek uygun yer arıyordu. Parkın ortalarında bir yerde durdu. Uzun uzun sağına soluna bakındıktan sonra, fidanı koyduğu yerden alıp oraya götürdü. Ben görmemiştim ama gelirken yanında kazma ve kürekte getirmiş olmalı ki fidanı bıraktığı yerin biraz ilerisinde kazma ile küreği de getirdi. Biraz önce durup ölçer gibi çevreyi incelediği boş alana bir çukur açmaya koyuldu. Amcanın yanına gitmek ve ona yardım etmek isteği belirdi içimden. Aslında amcaya yardım etmenin yanında fidan dikme işi bana bir oyun fırsatıydı; bunu değerlendirmeliydim. Kalktım amcanın yanına vardım.
- Amca kolay gelsin.
- Teşekkür ederim evladım.
- Parka fidan dikiyorsunuz galiba.
- Evet evladın.
- Bu ne fidanı efendim?
- Çınar.
- Meyvesi olur mu?
- Hayır.
- Öyleyse neden dikiyorsun?
- Parklara meyveli ağaç dikilmez, meyve toplanmaz da yere dökülürse parkı kirletir. Bu ağaç ise çok yaşar, yaşanan birçok olaya şahitlik eder. Büyük olur altında birçok insan oturup gölgelenir. Yaprakları geniş olur kuşlara sığınak ve barınak olur.
- Başka?
- Sonbaharda yaprakları sararır dökülür işte o yaprak dökme dönemi de görmeye değer bir güzellik oluşturur. Kış gelince uykuya dalar, kış boyunca uyur. İlkbaharda tekrar yeşererek insanlara tarifi zor neşe ve mutluluk kaynağı olur.
- Ne kadar güzel bir ağaçmış.
- Bütün ağaçlar güzeldir.
O fidanını dibini doldururken ben fidanı tutarak düzgün durmasını sağladım. Evden kova ile su getirdim dibine döktük.
Amca kazmasını küreğini aldı ben de kovayı aldım parktan ayrıldık.
Eve gelmiştim ama çınar ağacıyla ilgili amcanın anlattıkları aklımı kurcalıyordu. Bu kadar güzel bir ağacın benim olması gerekirdi. Parkta olursa herkesin olacaktı, ben bunu kabullenemiyordum. Bu fidanı sökmeli ve de bizim köydeki evimizin önüne dikmeliydim. O zaman fidan büyüyünce benim ağacım olacaktı. O koca ağaç benim olacaktı. Uzun dallarına salıncak kuracaktım ben ve kardeşlerim sallanacaktık. Babam, annem, kardeşlerim, dedem yani bizim aile o koca çınarın altında oturacaktık.
Bu fikir çok hoşuma gitti. Yapılacak iş çok kolaydı. Parktaki fidanı sökecek apartmanın kalorifer dairesine saklayacak, hafta sonunda babamla köye giderken götürecek, köydeki evimizin önündeki arsaya dikecektim. Akşam kalorifer dairesinde duran küreği alıp gittim fidanı söktüm, götürdüm kalorifer dairesine koydum. İçim kıpır kıpırdı. Artık o güzelim fidan benimdi.
Sabah okula gidecektim, erkenden yatıp uyudum. Sabah olmuş okula gidiyordum. Apartmanın kapısından çıkıp, yolda beni bekleyen okul servisine yönelmiştim. Parkta söktüğüm çınar fidanı karşımda duruyordu, benim servise gitmemi engelledi. Şaşırdım; “Bu fidanı buraya kim çıkarmış,” diye düşündüm. Fidan:
- Dur çocuk gitme beni tekrar parka götür yerime dik, öyle git okuluna, dedi.
Şaşırmıştım bir fidan benimle konuşuyordu.
- Seni bizim köye götüreceğim, bizim evin önüne dikeceğim.
- Bak benim yerim iyiydi.
- Yeni dikeceğim yer de iyidir.
- Ben burayı sevdim. Burası bir şehir, insanlar cıvıl cıvıl, bir sürü arkadaşım olacak.
- Köyde ben sana bakarım.
- Parka dik beni, parkta bak bana; böyle daha iyi olur.
- Hayır sen benim olacaksın.
- Yine senin olayım. Köyde sen kısa süre kalıyorsun. Sen geldikten sonra ben kiminle oynayacağım, oysa burada sen varsın, beni getiren o amca var, daha kim bilir ne iyi arkadaşlar edineceğim. Ben burada büyürsem gölgemde ihtiyarlar oturacak dinlenecekler, gölgemin altında oturup hatıralarını birbirlerine anlatacaklar, acı tatlı birçok hikaye dinleyecek, yaşanmış bir sürü hikayeye şahit olacağım. Köyde yalnızlıktan çatlarım ben.
- Köyde benim dedem var o seninle konuşur.
- Bak burada olursam sevgililer gelir gölgemde oturur, birbirlerine sevgi dolu sözler söylerler. Gelecekte neler yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını, hayallerini, hayattan beklentilerini anlatırlar. Onları dinlerim, kim bilir kaç aşka, kaç aşığa şahitlik ederim. Onlar üzülünce ben de üzülür, onlar mutlu olunca ben de mutlu olurum. Kısacası onlarca sene bu insanların sevinçlerini ve kederlerini paylaşarak hayatın içinde yaşarım.
- Ben senin dalına salıncak kurmak sallanmak istiyorum.
- Ben parkta kalayım gel sen de kur salıncağını. Senin gibi diğer çocuklar da dallarıma salıncak kursunlar hep beraber sallanırsanız ben daha çok mutlu olurum.
- Sen büyüyünce gölgende annem, babam, kardeşim, dedem ve ben piknik yapacağız.
- Bak ben parkta kalayım sen ve ailen gelin yine gölgemde oturun piknik yapın başka zamanlarda da başka aileler gelsin onlar da piknik yapsın, onlar da mutlu olsunlar.
Babamın:
- Oğlum Gürsel uyan uyan dediğini duydum
- Baba ben neredeyim?
- Yatağındasın oğlum.
- Baba çok korktum.
- Sen rüya görüyordun galiba. Anlaşılır anlaşılmaz bir sürü şeyler konuşuyordun hemen uyandırdım. Ne gördün rüyanda?
- Ben bir fidanla konuşuyordum.
- Dünyada çocuk olacaksın. Rüyasında ağaçla
konuşuyormuş, dedi ve güldü.
Gördüğüm rüya beni şaşkına çevirmişti, daha fazla konuşmadım. Kalktım okula gittim.
Okulda kimseye söylemeyeceğine yemin ettirdikten sora sıra arkadaşım Hüseyin’e anlattım. Bana:
- Yaptığın iyi bir şey değil. O fidanı hemen yerine dikmelisin, dedi.
Konuyu o şekilde kapattım. Öğleden sonra dersimiz bitmişti eve geldiğimde hemen kömürlüğe koştum, fidan koyduğum yerde duruyordu. Sabahki duyduğum korku geçmişti. Fidanı götürüp Köye dikme fikrim değişmemişti. Eve geldim günlük ödevlerimi yapıp bitirdikten sonra sokağa çıktım oyun oynamaya koyuldum. Bir ara fidanı parka beraber diktiğimiz amcayı gördüm. Kendi kendine bir şeyler mırıldanarak sağa, sola bakınıyordu. Dün diktiği fidanı göremeyince fidanın akibetini merak etmiş etrafı araştırıyordu. Beni çağırıp fidanı sormasından korktum, hemen oradan uzaklaştım.
Akşama yakın eve döndüm. Yemekten sora öğretmenimin verdiği kitabı aldım bir kenara çekildim, okumaya başladım. Otuz sayfalık kitabın sonlarına yaklaşmıştım ki göz kapaklarımın dayanılmaz ağırlaştığını hissetim. Biraz sonra göz kapaklarım tamamen kapanmış ben uykuya teslim olmuştum.
Oynamak için parka çıkıyordum. Çınar fidanının benimle beraber yürüdüğünü gördüm.
- Yine mi sen?
- Evet yine ben.
- Nereye gidiyorsun?
- Seninle geliyorum.
- Ben arkadaşlarımla oynamaya gidiyorum.
- Ben de sizinle oynayacağım.
- Oynayamazsın.
- Neden?
- Biz çocukların eli ayağı var, koşarız, zıplarız, el ele tutuşuruz, saklambaç oynarız, kör ebe oynarız.
- Eğer yerimde dikili olsaydım ben de size katılırdım.
- Nasıl?
- Siz hoplayıp zıplarken seyreder neşelenirdim. Siz ellerinizi salladığınızda ben de rüzgarın yardımıyla dallarımı sallardım. Saklambaç oynarken ebenin yüzünü dönüp gözlerini kapatıp sayacağı bir ağaç bedenine ihtiyacı olur ya.
- Evet.
- Sonra oyuncular gelir o ağaca sobelerler ya, işte ben yerimde olursam ebe benim bedenimde gözlerini kapatır, sayar oyuna katılanlar da gelir elerini benim gövdeme dokundurarak söbe derler, böylece ben de sizin oyununuza katılmış olurum.
- Doğru söylüyorsun, ben böyle düşünememiştim.
- Beni yerime dikecek misin?
- Bilmem.
- Şu parka bir bak.
- Baktım.
- Düşün, parkın ortasında kocaman bir çınar ağacı.
- Evet.
- Mevsim kış, kar yağıyor ve o koca çınar ağacının dalları karla kaplanıyor, karşında bembeyaz ağaç ve sen pencereden seyrediyorsun; bu güzelliği sana başka kim sunabilir?
- Bembeyaz kocaman pamuktan ağaç gibi.
- Öyle ama dahası da var.
- Nedir?
- Karlar eriyip bahar geldiğinde, O kışın ölmüş gibi derin uykuya dalan dallarımın yavaş yavaş tomurcuklanıp yapraklarımın çıktığını, dallarımın yavaş yavaş yeşerdiğini düşünür müsün.
- Çok güzel olurdu.
- Sonra dallarımın yem yeşil yapraklarla dolduğunu ve yapraklarımın aralarına cıvıl cıvıl kuşların konduğunu, hep beraber şarkılar söylediklerini, hele dalıma konan bir bülbülün şakıyışını düşün.
- Hiç bülbül sesi duymadım.
- Dalıma yuva yapan kuşlar yalınızca şarkı söylemekle kalmaz. Yuvalarını yapar yumurtlar, kuluçkaya yatar, yavru çıkarırlar. İşte o yavruları ben yapraklarımın arasında saklar, çeşitli tehlikelerden korurum, Anneleri besler büyütürler. Uçuş talimini de benim dallarımın arasında yaparlar, sonra uçar göklerde süzülürler.
- Onlardan birisini yakalayıp kafese koyup besleyebilir miyim?
- Seni birileri yakalayıp bir odaya kapatsalar ne yaparsın?
- Ağlarım.
- Kuş yavruları da ağlar. Anneleri üzülür.
- Tamam tamam vaz geçtim yavru kuşları yakalamayacağım.
- Sıçak yaz aylarında güneşten bunalan insanların benim o uzun ve sık yapraklı kollarımın altına sığınıp serinlediklerini de düşünür müsün?
- Başka?
- Yaz geçip havalar serinlemeye başladığında güz de denen sonbahar mevsimi gelir. Benim o yeşil yapraklarım yavaş yavaş sararmaya başlar, sarı ile kahverenginin karıştığı bir görüntü oluşur. Sonra sararan yapraklar daldan koparak birer birer yere düşerler, bu da ayrı bir görüntü, ayrı bir güzelliktir. İnsanlara artık kışın yaklaştığını hatırlatır. İnsanlara tatlı bir hüzün yaşatır. Tomurcuklanmam insanın dünyaya doğuşunu, yeşermem yaprak açmam insanın gençliğini, sararan ve dökülen yapraklarım insanlara ihtiyarlığı, yapraklarımın dökülüp çıplak kalışım ise yaradana geri dönüşü hatırlatır. Söyle şimdi beni yerime dikecek misin?
- Babamın sesine uyandım, yatağımda olduğumu fark ettim. Babam:
- Oğlum neler oluyor? İki gündür sayıklıyor, kan ter içinde kalıyorsun, neyin var senin? İstersen bu gün öğretmeninden izin alayım da seni doktora götüreyim, dedi.
- Baba ben hasta değilim fakat; dedim ve bir çırpıda bütün olan biteni anlattım.
- Oğlum düşünceni anlıyorum, hoşuma da gitti. Sen istiyorsun ki bizim evin bahçesinde de öyle güzel bir ağaç olsun. Tamam gideriz fidan satanlara en güzelinde bir çınar fidanı alır hafta sonu köye gittiğimizde köydeki evimizin önüne dikeriz. Bu fidanı yerinden sökmekle yanlış bir iş yapmışsın. Ben onu şimdi kömürlükten alıp önce suya ıslarım, Öğleyin sen okuldan geldiğinde yerine tekrar dikeriz.
- Babacığım teşekkür ederim. Bana kızmandan korkmuştum.
- Yavrucuğum insanlar hata yapabilir, önemli olan hatada ısrar etmemektir.
Öğle vakti okuldan döndüğümde babamla birlikte çınar fidanını aldık söktüğüm yere dikiyorduk. Fidanı ilk diken amcanın geldiğini gördüm. Çok utanmıştım, bana kızabileceğini de düşünerek biraz korkmuştum. Amca geldi babama ordu:
- Beyefendi o fidan yerinden sökülmüştü, nerede buldunuz, dedi.
- Babam benim aldığımı söyledi ve olanı biteni anlattı.
- Başımı öne eğmiş amcanın nasıl bir tepki göstereceğini bekliyordum. Amca bana yaklaştı. Elini kaldırdı. Başıma koydu ve şefkatle okşadı.
- Evladım keşke bu fidanı dikerken benden isteseydin, bir tane de sana verirdim. Bunu buraya dikelim, sonra baban sen ve ben gidelim, şu ilerideki fidan satıyorum, orada istediğin fidanı al götür evinizin önüne dik. Benden sana hediye olsun, dedi.
- Amcanın fidanlığına gittik, en düzgün, en uzununu seçip bana verdi. Babam ve ben amcaya çok teşekkür ettik, fidanı alıp eve döndük.
“Bir insanın gerçek zenginliği onun bu dünyada yaptığı işlerdir”
MEVLANA
YORUMLAR
öykü okumayı severim güzel şair.sayfayı açtığımda yazınızı okuyup okumamak konusunda gözüm korktu ama akıcı bir şekilde okudum...ama yanlış anlamayın görsel olarak sıkıcı mı acaba dedım bence biraz renkli bir görsellik seçseydınız ınanın 10 numara derdim..şaka bir yana puanım 9,5...çok güzeldi...tebrikler