- 1193 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
210 - GERÇEK ve SANAL
Onur BİLGE
Bu sabah, parça parça kâğıtlara yazmakta olduğum notlarımı, şiir çekirdeklerimi karıştırırken, elime eski bir yazım geçti. Aşka inancımı kaybetmeye başladığım zamanlarda İlhan’a olan ilgimin aslını ararken, ona karşı olan duygularımı çözümlemeye çalışırken kaleme almışım. Bana yabancı kalmış satırlar... Demek ki o zamanlar çok değişik, çapraşık duygular içindeymişim. İnsanın duygularını günlük olarak yazması ne kadar güzel bir şey! Birkaç ay içinde ne kadar değişiklik olmuş, duygusal hayatımda! Yazım dinlenmiş, demlenmiş, başkasına aitmiş gibi okumaya başladım:
Her sabah gülümseyerek uyanıyorum. Seninle yazmışım bu geceki öykümü yine. Gözlerim kapanıncaya kadar bakmışım ak kâğıtlara ve aktarmışım tükenmez kalemler tükeninceye kadar; aklımda, ruhumda ne varsa... Neler düşlüyor, düşünüyorsam paylaşmışım, okuyamıyor ve hiç okuyamayacak olsan da seninle.
Varlığını hissetmişim, gece buyunca. Birtakım sinyaller gelmiş beynime, karanlığın sessizliğinde, derinde... Kulaklarım dış âleme kapandıkça, içlerinde siren sesi...
“O da neyin nesi?” demişim kendi kendime. “Bu saatte beni anan birisi... Acaba? Hani ‘kulak çınlaması’ derler ya... Öyle bir olay mı bu? Birisinin beni andığına inanayım mı? Bu saatte? Mümkün mü? Ansa ansa... Nasıl anar? Kime söyler? Benden kime bahsedebilir ki? O, yalnız bir adam... Yanında birisi olsa da söylemez. İçine kapanık biri... Hem o yok... Yok çocuk o... Varmış gibi yapan... Yaşar gibi yapan, aslında yaşamayan...”
Arada başımı kaldırıp bakmışım etrafa. Benim için en önemli tarafa... Bir karartı, bir hareket aramışım, karşıdaki açık pencerede; yüreğim can çekiştikçe cenderede...
Ne bir ses, ne bir nefes... Sadece açık bir cam ve tamamen belirsiz bir serencam... Belli belirsiz bir korku, sarmış içimi... Bu, endişenin bambaşka, yoğun bir biçimi... Ne uzaklaşmaya gücü var dizlerimin ne bir daha görememeye tahammülü, kat kat karanlıklarda katre katre eriyen gözlerimin... İşin ilginç tarafı; tüm kuvvetiyle çekse de beni içine, cazibe alanı; gerçek sanmam imkânsız, aşk denilen kuyruklu yalanı.
Bilirim ki bana mezar kazsalar, içinden başka bir kız çıkar! Kaderimdir, kanıksamışım. Öyle olsun, ne çıkar? Benden önce gelip girmiş, oturmuştur içine, çıkaramam, atamam. O nedenle dünyada aşk aramam, şöyle dört başı mamur, tastamam.
Sevmek mi? Kim istemez ki? Çok sevebilmek isterdim, platonik aşktan yıllarca çektikten sonra hâlâ akıllanmadan hem de büyük bir ihtirasla! Karşılık beklemeye kalkmadan, asla! Olmayacak duaya ‘âmin’ demek olur yoksa... Yoksa yoktur, yoktan var olacak değil ya! Beni ilgilendirir, benim aşkım, yalnız beni ilgilendirir. Belki bir hayal belki de bir düşle Allah beni bilgilendirir.
Beklentisiz sevmek... Tek kişilik... Yeter, ne olursa olsun karşıda, bana ne? Bir arkadaşım olsun, yalnızlığımda. Can yoldaşım, karardıkça kararan karanlıklarda kapandıkça kapanırken kapılar, pencereler, perdeler, art arda; orada bir yerde bir perde olsun aralık, ardı hep karanlık olsa da... Görmesem de olur. Hissetsem yeter, varlığını. Bilsem ki orada bir yakınım var, dünyalara değer! Fark etmez olurum, dünyanın darlığını.
Seni düşünerek uyumuşum. Seni görmüşüm düşümde. Uyanınca anımsamışım. Sevinç dolmuş yüreğime. Bir uçaktaymışım, mesela; solumda bir başkası, sağımda sen... O kadar yanımda, öylesine yakınımdasın ki geri çekilmişim. Ne kadar gerçek gibi!.. Ne farkı var yaşananların rüyalardan? Üzerinden zaman geçince her ikisinin de mazide kalmıyorlar mı? Her ikisi de büyük bir yalan kabı olan geçmişin rutubetli arşivinde küf kokulu bir klasörlerde yan yana yer almıyorlar mı?
Ne var yeryüzünde ölümsüz? Gerçek olan ne var? Her şey bir süreliğine emanet... İster yaşa, ister seyret!.. Aynı sevinç değil mi her iki halde de yaşatılan, gerçekte de düşte de gördüğümde? Çözülmesi zor sırlar var, akıp giden, ‘hayat’ denen kördüğümde.
Bir farkı varsa dünle bugünün, yalnızlığı kalmamış dünün. Hayatımdaki boşluk dolmuş. Hoşluk hüküm sürmekte, gökte ve yerde...
Yazdıklarım bu kadardı. Bir de şiir vardı arka sayfasında. O kadar hoşuma gitmiş ki hayatıma çok değerli bir kişinin girişi, hayatında başka biri olma olasılığına rağmen, varlığını hissetmekle bile mutlu olmuşum! Onu görmüşüm düşümde, gerçekmiş gibi sevinmişim! İlle de ille madde dünyasında maddesel bir beraberlik beklemediğimi, ruhsal beraberliğin de yeterli olduğunu belirtmişim. Görmesem bile varlığını hissetmek, korkunç yalnızlığından kurtarmış ruhumu.
Ben alışığım, görmeden sevmeye. En çok sevdiğimi hiç görmedim, ömrümün sonuna kadar da göremeyeceğim! Belki son nefeste... İnşallah!.. Ne kadar isterdim!..
O’nu görmeden sevdim. Ne kadar çok sevdiğimin farkında bile olmadan, çok ama pek çok!.. Hani o, Muradiye Camisi’nden yükselen “Allah!..” sedasını işittiğimde, şiddetle sarsılınca anladım, O’na olan aşkımın büyüklüğünü!..
Bana benden yakın olan varlığını her an şiddetle hissederken, yaşadığım sürece O’nu görmemin mümkün olmadığını bilmenin ne demek olduğunu, o ıstırabın insanı nasıl kıvrandırdığını iyi bilirim!..
Alışığım ben görmeden sevmelere... Tezveren Sultan’ı da görmeden sevmiştim. Rüyamda görmüştüm onu da, Hacı Bayram Veli Hazretlerini de... Biz, görmeden sevmiştik birbirimizi... Aramızda asırlar vardı. Bir beden taşımaktaydım, onlarsa asırlarca önce, beden yükünden kurtulmuşlardı. Ruhlarımız birdi. Arkadaştık, dosttuk biz.
Benim gibi bir kendinden habersizi adam yerine koymuştu da elimden tutup, o mübarek zata götürmüştü. Abdest almıştık beraber, namaz kılmıştık Hacı Bayram Camisi’nde. Sonra onu ziyaret etmiştik. Kabrinin üstünde beklemekteydi. Etrafında küçük çocuklar... Esmer, kumral, sarışın, her renkte bakan çok güzel bebekler... Bir yaşlarında kadarlardı.
Sevmek için ille de görmek gerekmiyordu. İnsanlar birbirlerini başka boyutlarda olsalar da sevebilirlerdi. Yeter ki kalben iletişim içinde olabilsinler, sevgiyi kalplerinde mayalayıp, ruhen birbirlerine iletebilsinler!
Hiç yaşamamış olanlar için karışık gibi görünebilecek nitelikte bir konu. Yaşamak gerekir, anlayabilmek için bunu.
Mutlaka bedenen yaşamak gerekmez aşkı. Gerçekleşebilir veya gerçekleşemez. Gerçekleşse de yaşanacak ve bitecek değil mi? Sonlu değil mi her şey? Her mecazi aşk, azalmaya ve bitmeye meyilli değil mi? En kabadayısı kabre kadar değil mi nasıl olsa? Olsa da olur, olmasa da...
Ne farkı var gerçekle düşün? Mutlu olmadım mı rüyamda gördüğümde? Maksat mutlu olmak değil mi? Bedenen yaşamış olsaydım da şimdi bomboş olmayacak mıydı ellerim? Gerçeği de hayali de örtmüyor muydu zaman denen canavar? Küllendirmiyor muydu anılarımızı? Nerde en mutlu olduğum beş buçuk yaşım?
Ne kadar isterdim, o düşün gerçek olmasını! Olmadı, olamadı, olamayacak, kesin! O halde hayal âleminde yaşarım, dilediğimce! Hem hayal dünyam, sadece benim. Senaristi de rejisörü de oyuncusu da benim! İstediğim gibi kurgular, yazar; istediğim gibi yaşatırım, yaşarım! Ayrı olsa da evlerimiz, illerimiz... Aramızda on metre veya yüzlerce kilometre olsa da...
Gerçek sanılan ne? Nedir gerçek sandığımız? Sanılar, kanılar... Sahte yaşantılar, yalan olan düşten farksız mazide kalan anılar... Yok olmaya mahkum, var sandığım ne varsa. Bir Allah gerçek!
Oysa capcanlı hayallerim! Düşlediklerim, sevgilerim, yazdıklarım capcanlı! Ne kadar heyecanlı, hayal dünyamda yaşadıklarım! Yaşadıklarım ne kadar gerçek! Öykülerim, şiirlerim... Tüm yazdıklarım ne kadar kalıcı, nasıl da yaşanmış ve yaşatan!
Az önce elime geçen kâğıtlarla Bursa’ya gittim, bir anda! Sokak lambasının sarı ışığıyla aydınlanan pencereme... Karşımda yar vardı. Benimdi. Yalnız ama yalnız bana ait! Annesine babasına bile ait değildi, varlığının bir tek hücresi! O, benim arkadaşımdı, kimsenin olmadığı, asla olamayacağı kadar!
Bana o anki duygularımı, düşüncelerimi zaman denen canavar unutturmuştu, o kâğıtlar yaşatmıştı. Bir anda o ana atmıştı beni. Gerçek neydi? Yaşananlar mı, yazılanlar mı? Hayat, kaydedilemeden geçip gidiyordu ve insanların elinde sadece yaşlanmış enkazları kalıveriyordu! Oysa kaydedilen hayatlar kaybolmuyor, okundukça yeniden yaşanabiliyordu, aynı duygular.
İnsan, insana yar olmayabilir. Gerçek Dost, sadece Allah’tır! Başkaları olsa da olmasa da kendisine yar olabilir. Kaydedebilir, en güzel anlarını, en sevdiği anılarını... İnsan, kaybetmeyebilir hayatını.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 210
YORUMLAR
Sevmek için ille de görmek gerekmiyordu. İnsanlar birbirlerini başka boyutlarda olsalar da sevebilirlerdi. Yeter ki kalben iletişim içinde olabilsinler, sevgiyi kalplerinde mayalayıp, ruhen birbirlerine iletebilsinler!
bencede.
sanal duygu yok sonucta.kalpten gelen her dugu gercegin ta kendisidir.
Sahte, yaşantılar; bir düş, anılar
Evren gerçek değil, yalnız sanılar.
O Nur var, varlık yok! .. Sanal, kanılar…
Oysa hep capcanlı, hayallerimiz! ..
güzeldi begenerek okudum yüregine saglik sevgilerimle.