- 1341 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
GÖZÜ YAŞLI GÜNLÜK-3
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-I-
BİR KADIN ANLATTI, BEN YAZDIM
Günlerden bilmem ne...
-Öyle güzel serap oldun ki
Sildin güvene olan inancı.-
Günler geçti... Düşünmekten yoruldum, gözlerim bıktı ağlamaktan... İşittiğim hakaretlerin haddi hesabı yok... Elimi başımın içine alıp düşünüyorum, dalıp gidiyorum, yoklarda kayboluyorum... Kime ait ki yaşamımız?
Gözyaşlarımı kanıksamışlar, "Gene mi ağlıyorsun sen?" diyorlar. Neden ağlıyor ki bu gözlerim?
Bir şeyler değişmeli ama ne bilmiyorum. Sadece titriyor ruhum, hancı- yolcu misali dolanıyoruz hayatın girift yollarında.
Bir gün gelecek bu satırları yazan kadın yoklara karışacak, belki bu satırları okuyanlar da azarlayacaklar beni. Boş verin, yaşam dediğiniz süreci bildiğiniz gibi kullanıp atın gönül hanenize. Vursunlar sırtınıza, aldıklarını sansınlar elinizdeki gül demetini, kokusu kalır elinizde güllerin. Siz bunu hep hissedersiniz. Önemli olan da budur zaten.
İnsan denen varlık bencillikle yoğrulmuş, bunu öğrendim elli yıllık yaşamımda. Herkes başkasına öğüt veriyor, ama kendisi bencillik ağacının tepesinden bakıyor diğerlerine.
Hadi boş verin onu bunu da bir bakın etrafınıza, kim sizi umursuyor ya da kimin umurunda yüreğinizin sızıları? Hani ölü mevlidine giden, aslında kendi ölülerine ağlar ya... Böyle bu hayat...
Artık ağlamayacağım, demeyeceğim... Çünkü ağlarken içimden lanetler okuyorum benim yüreğime basıp da beni umursamayanlara ve gözyaşlarım bittiğinde derin bir nefes alıyorum. Artık moraran göz altlarımı iyice ovuşturup kalkıyorum, yüzümü yıkıyorum ve acaba diyorum, benim için de ağlayan var mı?
11.7.2009
SERAP HOCA
-II-
Bugün de sabah oldu... Derinlerden bir müzik geliyor.. Elim kolum bağlı... Gidebilsem, açardım sonuna dek sesini müziğin ama gidemiyorum.
Sanki dışarıda kuşlar var, cıvıltıları ruhumu dinlendiriyor. Camı açabilsem uçsam ben de onlarla sonsuzluğa...
Kapı açılıyor, beyaz önlüklü biri bana yaklaşıyor, seçemiyorum yüzünü. O girerken kapıdan bir yel mi girdi ne? Yüzüm ferahladı. Yoksa damarımdan giren ilaç mı serinletti bedenimi, bilmiyorum.
Merhaba. Yanındayım bak. Tut ellerimi, okşa hadi saçlarımı ve bana gene sevgini terennüm eyle. Neden bakıyorsun öyle bana? Neden susuyorsun? Düş müsün sen? Nerdesin? Herkes nerde? Sevenlerim, dostlarım nerdeler? Yapayalnız kaldım bu dört duvar arasında...Üzerime geliyor duvarlar...
Şimdi İstanbul’da olmak vardı...Balık ekmek yemek vardı Galata’da. Her şey hayal oldu. Babam da gitti.
Sırtım ağrıyor, açmıyorlar şu bağları. Oysa açsalar bakardım şu pencereden. Seyrederdim insan denen zavallının nasıl bir telaşla gidip geldiğini. Haykırırdım onlara, boşadır bu gidiş gelişler, boşadır tüm dostluklar ve boşadır insanlık! En can dediğinin ayağının altında ezilen çiçeksin; o kadar!
Bir çığlık sardı odayı. Kim o bağıran? Nasıl da yürek yakıyor! Gene kapı açıldı. İğne parlıyor güneş ışığında ve "Susturun şu kadını artık!" diyorlar... Susturun! Ben miymişim o haykıran? Peki... Sustum... Peki... Böyle geçsin bakalım kalan ömür de... Siz iyi olun, siz huzurlu olun yeter ki!
26.10.2009
Serap Hoca
-III-
Derinden bir fısıltı duyuluyor… Herkes bakıyor… Kimdendir, diye… Yok, görünürlerde kimse yok ve ses yükseliyor… Uğultu halinde bir ses sarıyor kulakları ve şaşkınlık bürüyor bedenleri, ama şaşırmayan tek biri var … O da vicdanını satan adam… Ona ulaşamıyor ses… Oysa onu hedeflemişti… Ona hatırlatacağı şeyler vardı… Çünkü o, vicdanını sattığı gibi kulaklarını da gerçeklere kapatmıştı… Döndü adamın etrafında ses ama duyuramadı… Başı önünde uzaklaştı geldiği gibi… Duyurabilseydi ona neler neler diyecekti, ama duymak istemeyen bir kulaktan daha sağırı yoktu …
Adam, çokluk içinde tekti, farklıydı herkesten… Sevilirdi, sayılırdı; kimse bilmiyordu onun en çok kendini sevdiğini ve hiç kimse tahmin edemezdi çamurlara bürüyeceğini sevdiklerini… Adam şimdi uzaklaşıyor fısıltıyı duyduğu yerden… Ne garip ki duymak istemediği o ses, yağmur oldu aktı yanaklarından… Gözyaşlarını yuvasından kımıldatır da onları da kendilerine katar sandılar ama adam, ağlamayı da unutmuştu. Tanrı’ya yalvarırken sadece kendi için mi dua ediyordu?
Yağmur durdu, serin bir yel esti. Adam derin bir nefes aldı… "Hayat ne güzel!" dedi kendi kendine ve mısra mısra döküldü dudaklarından kelimeler, kafiyeleri omuzlarına alarak… Aktı gitti yaşanmışlıklar cümlelere ... Sel oldu, yağmura karıştı…
Son vapur da gitti, ya o? O nereye gidecekti? Yürek denen saltanat sahibinin kulaklarını çekselerdi belki bunlar olmazdı. Ona vicdansız diyenler olduğunu biliyordu ama kim ona kendini koruduğu için kızabilirdi ki şimdi? Elini yumruk yaptı, düşünceye dalmak istedi ama o ses, gene o ses geldi kulaklarına… Sonra ses, bir silüet oldu; baktı sevgi ile kendine "Boş ver." dedi…"Üzme kendini; affettim ben seni, rahat etsin vicdanın." Uzattı elini adam, dokunmak istedi, yok! Yok oldu her şey! Ses yoktu artık, gördüğü de…
Adam, yığıldı taşın üzerine… Dökülen gözyaşlarını sildi, avcuna aldığı vicdanına baktı uzun uzun ve "Neye yarar ki artık!" dedi sessizce.
28.10.2009
Serap Hoca
-IV-
Gecelerin ıslak yalnızlığında gözlerini tavana dikip öylece kalakaldı. Geçen ayların ardından değişen bir şey yoktu. Hani hep dillere pelesenk olmuş bir söz var ya “kalabalık içinde yalnız kalmak”… İşte öyle bir yalnızlığı evlat edinmişti istemeden… Gözlerini ıslatan gece, gene gözlerinin heybesine sığınıyordu ve gün ağarsın diye bekliyordu. Zaman zaman dalıp gidiyor ve uyandığında hiç uyumamış gibi düşüncelerinin durağında öyle tutuk, öyle anlamsızca bekliyordu. Korkuyla titreyen ruhunu teselli edecek bir söz sahibi yoktu ya da var olsa da konuşmuyordu. Suskunluğuna sinip o da gömüyordu kendini umutsuzluklara… Saatin tik taklarını dinlemek, yanında yatanın nefes alışlarında hayatın hâlâ var olduğuna inanmak, onu derin düşünmekten alıkoymuyordu.
Kalktı… Ayak seslerini yok edip usulca geçti mutfağa. Gün ağarmaya yüz tutmuştu. Camı açtı; soğuk, yüzünü yaladı. Sokaklar… Çıksa adımlasa yolları… Nereye gidecekti ki? Şimdi gündüzler de geceydi… Sanki gözleri bağlıydı ya da her yer siyaha boyanmıştı. Seher vaktinin sessizliğindeki huzura sığınarak geri döndü. Nefes almaktan korkar gibi yattı, cehennemi bir sıcağa sarıldı elinde olmadan. Gömdü bütün renkleri siyaha. Dökülen gözyaşları sessizdi, ama iç çekince -bilmeden- sanki gök gürledi, yıldırımlar düştü odaya ve “Sus artık, yettin!” diye bir ünleyiş, kulaklarından yüreğine bir ok gibi saplandı.
Bedeninin terbiye edilecek neresi kalmışsa onu kamçıladı ve gömüldü ıslak yastığa.
4.11.2009
Serap Hoca
YORUMLAR
"Kime ait ki yaşamımız? "
Bu soru üzerinde iyi düşünülmeli.
Cevap insanın hedefini de ortaya çıkaracaktır. İnsan hedefi kadardır.
----
"Herkes başkasına öğüt veriyor, ama kendisi bencillik ağacının tepesinden bakıyor diğerlerine."
Öğüt veren önce kendi faydalanmıyorsa, alana hayırı zaten dokunmaz.
-------
"Merhaba.Yanındayım bak.Tut ellerimi, okşa hadi saçlarımı ve bana gene sevgini terennüm eyle. Neden bakıyorsun öyle bana? Neden susuyorsun? düş müsün sen? Nerdesin? herkes nerde? Sevenlerim, dostlarım nerdeler? Yapayalnız kaldım bu dört duvar arasında...Üzerime geliyor duvarlar... "
Dost ve sevgili güven veriyor.
---
Tebrik ederim ,hocam.
Selamlar.
Şiir gibi akıcı ve güzel. İnsanın kendinden pek çok şey bulabileceği notlar...Ama başlık değişmeli bence, çünkü orjinal değil. Yazarını hatırlayamadım ama,bu adda kitap var, tiyatro oyunu bile var. Halk arasında da çok kullanılıyor...Güzel yazınıza, orjinal bir isim seçerseniz daha güzel olacak...
Kutluyorum sizi...
Sevgilerimle...
bence ,yazıyı bir kadının hatıra defteri deseniz de olacak.
öyle çok benden kareler varki içinde,sanırım ben gibi düşünen pek çok kadın var yaşamda.
yine mi ağlıyorsun diyenleri olan pek çok kadın.
artık ağlamıyorum ağlatmıyorum kendimi,
gül gibi kırılgan deil,karanfil gibi dayanıklı olmayı öğrendim. inadına inadına yaşıyorum her günü.dimdik ayakta .çalışarak,gülerek,kendimden ödün vermeden.
sorumluluklarımdan da kaçmadan erkeklerin yaptığı gibi deil yani.
adam gibi deil kadın gibi yaşıyorum.
sevgi dolu ,özverili,sorumluluk sahibi,çalışkan .
ağlamıyorum artık
bana özeleştiri yaptırdınız.teşekkürler.
ama her kitap her şiir her yazının amacı bu deilmi,
okurunu içine alabilmek
tebrikler yürekten
yazının adı bir delinin hatıra defterinden olsa da bende kendimden bir çok sey buldum.
yaşanmışlık bambaşka birşey hele bazı cümleleriniz sanki benim içimden geçmiş gibi.
''Ben miymişim o haykıran? Peki... Sustum... Peki...Böyle geçsin bakalım kalan ömür de...Siz iyi olun, siz huzurlu olun yeter ki!''
kutluyorum başarılı kaleminizi.
sevgimle...
ELEŞTİRİ / YORUM
1. ‘Grift’ değil ‘girift’...
2. ‘Hadi boş verin onu bunu da bir bakın etrafınıza, kim sizi umursuyor ya da kimin umurunda yüreğinizin sızıları. Hani ölü mevlidine giden, aslında kendi ölülerine ağlar ya... Böyle bu hayat.’ İlk gümlenin sonu ünlem veya soru işareti ister, son cümle üç nokta yan yana...
3. ‘Dışarda’ değil, dışarıda...
4. ‘Herşey’ değil, ‘her şey’...
5. Cümle sonlarındaki işaretlerden sonra bir ara bırakılmalı.
6. Diğer cümle büyük harfle başlar. Bazı yerlerde, iyi bilindiği halde ihmal edilmiş.
7. ‘Bir çığlık sardı odayı. Nasıl da yürek yakıyor.’ Ünlem ister ikisi de...
8. ‘Süliet’ değil, ‘siluet’...
9. ‘Avcuna’ değil, ‘avucuna’
10. ‘Bedenini terbiye edilecek neresi kalmışsa onu kamçıladı ve gömüldü ıslak yastığa.’ Cümle düşüklüğü var.
Usta bir kalem... Tek cümle düşüklüğü var, o da en sonda... Yazıyı gündüz de okumuştum. Bu kadar uzun değildi. Sonradan eklenmiş, diğer bölümler. Romanlaşacak gibi geliyor. Oldukça başarılı...
Yapılan noktalama hatalarının, yazarın bilgisizliğinden değil, ihmalinden olduğunun farkındayım. Bazı yerlerde mükemmel çünkü.
Okur da itinalı yazılar bekliyor. O nedenle daha dikkatli olmalıyız.
Kutluyorum.
Mutluluklar...
Onur BİLGE